Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Şubat '16

 
Kategori
Deneme
 

Özgürlükten kaçış...

Özgürlükten kaçış...
 

Ne gelir elimizden insan olmaktan başka...

E. Cansever

 Bu günlerde Aristoteles'in yıllar önce yanıtını aradığı bir soru kafamın içinde dolanıp duruyor. " Bir davranışın iyi ya da kötü olduğunu ahlak mı, yoksa politika mı belirleyecektir." Aslında yanıtı kolay; elbette ahlak demek yeterli. İçinde yaşayageldiğimiz karmaşayı göz önüne alırsak, Aristoteles'in kafasını kurcalayan sorunun yanıtı kendiliğinden ortaya çıkıyor. Yani, politikanın ahlaka yön vermeye kalkışması olamaz; öyleyse ahlaksız politika da olamaz! Ancak ahlak politikaya yön belirleyici olabilir!..

 Hiç düşündünüz mü; ne çok şeyi kanıksar olduk son günlerde. Gazete sayfalarına, kahvaltı eder ya da yemek yerken yan gözle izlediğimiz ekranların haber bültenlerine yalnızca rakam olarak yansıyan çatışmalarda ölenlerin, sahillerimize cesetleri vuran yitip gidenlerin rakamlardan önce bir can, evet bir can olduğu, hepsinin arkasında yaşanmış bir ömür çizgisinin silindiği yakıcı gerçeği kaçımızın içine kabaran bir isyan dalgası olarak vuruyor. Geceleri uykunuz bölünüp kalkıp oturuyor musunuz, ya da uyuyor musunuz derinliğine. Lokmalar boğazınıza diziliyor mu, bağırmak isteyip bağıramıyor, ya da küfredemiyor musunuz? Vicdandan bahsediyorum. Ne güç iş; artık pek ortalıkta gözükmeyen bir şeyi anlatmaya çalışmak...

Felsefeye göre, iç huzuru ya da iç sıkıntısı vererek kişiyi uyaran vicdan, bir kavram değil, kişisel, ahlak temelli bir yetenektir. Gelişimsel bir süreç sonucudur. Aslında bireysel olanından giderek toplumsal vicdanımıza tüm ağırlığı ile çöken ve vicdanları kanatan yaşananları da, artık çözülmesi giderek  zorlaşan gelişmeleri de besleyen, birilerinin körleşen ya da zaten olmayan vicdanlarıdır. Her insan yaşama sevgi, iyilik ve adalete inanarak başlar. Toplum içinde bu üç temel ilkeye yapılan saldırılar, yıpratmalar ve arka dönmeler kişiyi yetersizliğe, kanıksamaya ve çaresizlik içinde kabullenmeye götürür. Düş kırıklıklarının çatırtısı duyulmaya başlar. Bunu adalet duygusunun zedelenmesi izler. " Hukuk yazılır ama, yaşanması gerekli olan adalettir." Adalet duygusunun zedelenmesi geri dönüşümsüz bir yıkıntının başladığı yerdir. Ve aslında yıkılan her zaman yaşama, yaşamın güvenilir olamasına ve onun verdiği güvene olan inançtır.

Bu yıkıntının altında ne çok insanımızı bıraktık son yıllarda. Çıkarılan, uygulanmayan, uygulansa da iki kutuplu bir adalet düzeninde yapılan yasalarla yaşamı koruyacağımızı, barışı yeşerteceğimizi sandık. Oysa yaşamı ve barışı korumanın güçsüz insanlarda bulunmayan bazı nitelikler gerektirdiği gerçeğini göz ardı ettik. Yaşamı yok etmenin de yalnızca bir tek şeye ihtiyaç duyduğunu, evet şiddete başvurmayı gerektirdiğini, şiddetin ise bir ahlak ve vicdan yoksunluğu olduğu bilinen gerçeğini de... Son derecede yaralayacı olan bu durumdan daha da yaralayıcı olanı, gelişmelerden kendince çıkar elde edeceklerini sananların, şimdi "yanılmışız" diyerek içinden sıyrılmaya kalkıştıkları bu durumun uygulayıcıları oluşlarıydı.

 Baştan aşağıya şiddete bulanan bir toplum olduk; en yukarıdan söylemlere, politik dile, sokak çatışmalarına, oradan sınırlarımıza uzanan. Bu kendisini yadsıyan gerçek, olması ve korunması gereken yaşamın tüm renklerinden, tüm çeşitliliğinden kendince öç almaktadır şimdi. Kin ve kindarlık denilen şey de budur aslında!..

 İnsan kendisini şekillendiren kültür örgülerinin bir ürünüdür aslında. Demokrasiye inanmayan, onu araç olarak gören, belli bir kültürün ve ideolojinin şekillendirdiği bir yapının, toplumun alışılagelmiş yapısını belli bir oy çokluğuna ya da silaha dayalı değiştirme gayreti, değiştirilmek istenen yapının vicdanında ancak bir yabancı cisimdir. İçinde yaşayageldiğimiz karmaşık koşullar, bu yabancı cisimin giderek artan bir hızla yaygın bir apse oluşturmasına uygun bir ortam hazırlamaktadır. Giderek artan çelişkiler kendi içinde bir çözüme ulaşmaz, yaşamın olması gerekli doğal akışı içinde sonlanmazsa eğer, bir gangrene dönüşecektir ve dönüşmüştür bile. Bu ışıkla karanlığın çatışmasıdır. Seçim bellidir; insanı karanlık değil, ışıktan körleşen bir vicdan sağırlığı yanlış seçime iter. Tehlikeli olan karanlıktan değil, ışıktan korkmaktır!..

 Faşizan baskılar sonucu görüldüğü gibi, bir kişiye boyun eğme ve yalnızca alaturka demokrasilerde görülebilen türde zorlayıcı bir düzene uyma da bir vicdan körlüğü, bir özgürlükten kaçıştır. Korkmak kendi karanlığına kapanmak ve yarının karanlığına ses çıkarmamaktır. İnsanın elini kolunu bağlayan siyasal, ekonomik, ve manevi kelepçeler karşısında sessizlik ve çaresizlik, yalnızca üretilmiş bir vicdan rahatlatma yöntemidir. İnsanlık tarihinin akışı daha insanca bir yaşamın, daha adil bir yönetim isteğinde bulunmanın, doğru bildiği şekilde düşünme, hissetme ve bunları dile getirebilmenin insan için olası olduğu, ancak bunlardan hiç birisinin yalnızca bekleyenlere sunulmadığı örnekleri ile doludur. Bir gün bunların kendiliğinden ya da yalnızca birilerinin gayreti ile oluşacağını sanmak, bir bekleme şımarıklığı, bir iki yüzlülüktür. Bir olguyu olması gereken koşullarından çok, kendi isteklerimiz ve bakış açımız doğrultusunda bir yerden görmeye kalkmak, yalnızca bir nefis körletme ve derinliğine bir körleşmedir aslında. Bu duruma sesiniz çıkmıyorsa eğer, vicdanınızın sesi kısılmış demektir...

 Bunları niye mi yazdım; benimkisi de hiç işte...

 

Akın Yazıcı

2 Şubat 2016/İzmit

 
Toplam blog
: 190
: 391
Kayıt tarihi
: 07.05.14
 
 

1965 Ankara Üniversitesi Tıp fakültesinden asker hekim olarak mezun oldum. Gülhane Askeri Tıp Aka..