Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Haziran '10

 
Kategori
Deneme
 

Özlediğim martımın gülüşüydü...

Özlediğim martımın gülüşüydü...
 

foto.Behlül ÇETİNKAYA


Dünün bugünüydü… Belki de yarını… Akşam her zaman ki gibi camı sonuna kadar açıktı. Perdesi genç kızların saçları gibi uçuşuyordu. Yoldan geçenin bakabilme ihtimaline nispeten uzanmıştı yatağına. Gözlerini de kırpmasa az önce hayata hoşçakal dediğini zannedeceklerdi. Umutlarını süslü kurdelelerle sarıp hediye edecek birini kalbinde taşımasıydı, uykusunu kaçıran…

Birden uykusundan irkilen çocuk gibi sıçradı. Sanki odası çok büyükmüş gibi beş adım ilerideki dolabını açtı ve “Hangisini giymeliyim?” diye mırıldandı. Hemen cam kenarına geçti, sahilde gezinen insanların konuşmalarına daldı biran… Kalbi yine bir yavaş bir hızlı atmaya başlayınca, yosun kokusunu içine derin derin çekti… … Karşı kıyının ışıklarına baktı bu sefer… Gülümsedi… Çocukluğundan beri kayan yıldızların hep karşı kıyıya düştüğünü zannederdi. “Çocukluk ne güzeldi…” derken bir çocuğun ağlayışını duydu;

— Donduyma istiyom bana…

— Tamam, kızım alacağım… Tekrar gülümsedi. O an unutmuştu yarına hazırlanması gerektiğini… Bir daha derin nefes alınca hatırladı. Sevdiğinle en son halini düşündü birden, ona sevdiği rengi sorduğunda; “Beyaz rengi benim için çok önemli…” demişti.

— Buldum! Bağırarak koştu dolabına… Raflarını açtı tek tek… Annesinin doğum günüde armağan ettiği beyaz keten pantolon ve gömleği kırılma ihtimali yüksek bir biblo gibi usulca çıkardı. Yatağına doğru yürüdü… Etiketlerini çıkarırken annesinin doğum gününü kutlarken yüzüne bakarak; “ Bunu en önemli günlerinde giy oğlum, tertemiz kullan…” dediğini anımsadı. Dolu dolu gözlerle yatağının hemen yanındaki komidinin üzerinde bulunan çerçeveye baktı usulca…

— Ne yapıyorsun annem şimdi? Kelimeleri döküldü ağzından… Birden telefonunun çaldığını duydu ve açtı hemen… Sevdiği kızdı arayan, onla konuşurken diğer eliyle gözyaşlarını siliyordu. Telefonu kapatır kapatmaz tekrar fotoğrafın yanına gelip diz çöktü;

— Annem geliyor yarın ilk uçakla martı yüzlüm… Onu çok özledim, ziyaretine geleceğiz annem… Bu sefer hiç gitmeyecek… Yaz yağmuru gibi akan gözyaşlarını silerken susadığını fark etti. Mutfağa geçti… En büyük bardaklardan birini seçerek masaya oturdu. Cam şişesindeki suyunu doldurarak kana kana içti… İçtikçe dalga sesleri kulağında köpürüyordu sanki…

— Martım geliyor denizim! Bağırdı birden… Nedense yanakları kızardı. Sanki etrafında insanlar vardı. Mutfak raflarını kontrol etti. Eksik olanlar var mı diye. Hâlbuki bir gün önceden gerekli olanları alıp raflara dizmişti. Her şey tamdı… Artık kahveyi hak ettiğini düşündü ve ayaklandı birden. Ocağı yakarken, hiç sevmediği bir şarkıyı içtenlikle mırıldanıyordu. Vakit daraldıkça rahatlıyordu çünkü… İtinayla keyif yapacağı kahvesini ağır ağır karıştırırken bir yandan da üst rafta yeni gelin gibi parlayan fincan takımına bakarak birisini tezgâha bıraktı. Kahvesini fincanına dökerek yan taraftaki odasına geçti. … Emin adımlarla penceresinin önüne fincanını bıraktı. Dolabının yanında dedesinden kalma sandalyesini sanki elinden tutuyormuş gibi dokunarak pencerenin üzerine koydu. İki yılın keyfini ağır ağır yudumlarında tadarken yakamozlara bakıyordu.

— Ne mutlu dalgalar, yine bize hazırlık yapıyorlar… Bu sahile borçluyum… Fısıldadı ardından… Aşkının siluetini çiziyordu gözlerinden iki yakamoz arasına… Bakakaldı uzun bir süre aşkla… Emindi ki sevgisinden bir daha bir daha yaşıyordu sanki…

— Özledim işte martımın gülüşünü, en güzel bu sahilde uçuşunu… Hemen çekmecesindeki defterle kalemini alıp yazmaya başladı; “Özledim martımın gülüşünü, En güzel bu sahilde uçuşunu, Hepsinin rengi beyazdı, Ama duygularımı yükleyen, Farkını bana sihreden, Benim diyebileceğim martımdı.” Noktasını koydu ve tekrar tekrar okudu bu satırları… Okudukça duygulandı, okudukça hoşuna gitti yazdıkları. Tarihi yazıp yerine bıraktı defterini kalemini. Onları hep sevgili gibi düşünürdü. Yan yana koyardı hep defteriyle kalemini…

… Kahvesinin son yudumunu alarak mutfağa ilerledi. Bardaklarını yıkayıp kuruladı hemen yerlerine dizdi. Ardından dönüp düzenli mutfağına tekrar bakıp ışığını söndürdü ve odasına geçti. Yatağının üzerindeki kıyafetleri özenle askıya asıp dolabına kaldırdı. Duvardaki manzaralı saati 00:20’i gösteriyordu. Bu gece ışıksız uyuyamayacağını düşündü ve yatağına uzandı. Saatini kurup komidinin üzerine bıraktı.. Perdesinin süzülüşüne bakarak, elini kaldırıp;

— Topladım rüzgârın öpüşlerini avuç içimde, yarın konacak ellerim ellerine… Diyerek yastığının altına koydu elini, gözlerini zor da olsa kapamaya çalıştı… … Derin bir sessizlikti, bu sevenin zorunlu uyku haliydi… … … … Saat 06:50… Soğuk bir duş iyi gelmişti… Saati deli gibi çalıyordu, yanına geldi. Zilini kapatırken;

— Yatağında bulamadın mı beni? Çünkü az önce kalkmıştı. Mutfağa geçerek çayını demledi. Ayakta atıştırdı iki zeytin bir küçük peynir dilimi… Evet, daha fazla bekleyemezdi çayı, ocağın altını kapattı. Bir küçük bardağa çayını doldurdu hemen… Artık hazırlanıp hemen çıkmalıydı. … Odasına geçerek aynı itinayla askıyı alarak giyindi. Kapının arkasındaki aynada saçlarını düzeltirken epey zaman harcadı. Aslında güzel şekillendirdiği halde bir türlü beğenmemişti. Tarağıyla biraz daha oyalanarak istediği şekli vermişti artık. Gülümsedi aynaya…

— Neden gülüşüm martımın kine benzemiyor?

— Eee, O da farkı… Dedi kendini şımartarak… Birden kapı çaldığını fark etti irkilerek… Ne yapacağını şaşırdı… Saçını yapmak için onca zaman harcayan Doğan iki eliyle başını tutarak odanın içinde dolanmaya başladı…

— Geç kaldım… Geç kaldım… Zil bir süre sonra ard arda çalmaya başladı. Kapıya koştu hemen usulca kapıyı araladı…

— Aman Allah’ım anne! Diyerek boynuna sarıldı…

— Oğlum! Canım Doğanım! Bir süre kapıda sarılarak geçen zamandan sonra;

— Gel annem, geç şöyle içeri… Bir soluklan… Koltuğa oturtturur ve mutfağa koşar hemen bir bardak su getirir… Annesi yanına oturan oğluna bakınca süzülür kıymetli gözyaşları… O ise annesinin gelme sebeplerini düşünmekle meşgulken biraz dinlenmesi için annesine müsaade tanır. …

— Annem bir sorun yoktur umarım?

— Yok, oğulcuğum ziyaretine geldik… Heyecandan annesinin ilk defa lafını keserek;

—Geldik mi? Kiminle?

— Bugün beklediğin mi var oğul?

— Şeey, şeyy…

— Bak bana oğul! İki eliyle oğlunun başını kaldırarak;

— Biliyorum kim gelecek…

— Nasıl olur anne? Nerden bileceksin? Söylemedim ki daha…

—Baban öleli çok uzun bir zaman olmadı ama artık yüreğim kaldıramıyor günleri biliyorsun. Ben kim olduğunu biliyorum hanım kızımın…

— Nasıl anne?

— Şimdi usulca beni dinle Doğan’ım. Özlem hanım kızım iki gün önce kapımı çaldı, kendini tanıtarak içeri buyur ettim. Sohbet sohbeti açtı hanım kızımla… Allah sahibine bağışlasın!

— Nasıl buldu evi? Seni tanımıyor ki? Anlat anne anlat!

— Dur oğul dur! Ne diyorduk ayran yaptım içtik muhabbet ederek. Mersin’ de çalışıyormuş, ailesiyle oturuyormuş, bana fotoğraflarını gösterdi. İlk tanıştığınız günden beri olan biteni biliyorum. İşlerinin yoğunluğundan gelememiş, haliyle… Devam edemez annesi ağlamaya başlar…

— Ne oldu anne?

— Hiiç! Sevginizin ciddiyetini bana bahsetmek için ilk bana gelmiş. Aklı karışmış kızın kabul eder mi annesi diye. En son iki yıl önce görüşmüşsünüz…

— Annem özür dilerim hiç anlamadım… Ama biz beraber gelecektik yanına… Seni nasıl buldu?

— Aaa oğul isteriz Özlem’i, senle ben sağ kolu oluruz onun… Anne zor tutmuştur lafını… Kısa bir sessizlikten sonra; — Sabah beraber geldik iki gün misafirimdi. Biliyorum niyetin böyle değildi ama yürekli kız ki en doğrusunu yaptı. Çok seven arar bulur evlat! Bana soracak olursan…

— Evet, anne sana soracak olursam?

— Her şeye rağmen seversin bu kızı? Hiç bir şey etkilemez dersin deme a oğul?

— Evet anne… Nihayet bugün onu göreceğim.

— Hadi git ben burada kalayım… Seni karşıda bekliyor…

— Tamam, anne sen dinlen… Biz sonra geliriz martı yüzlümle yanına… … Doğan sağa sola bakıyordu. Görünen kimse yoktu. Hemen çiçekçi dükkânına girip bütün beyaz çiçeklerden seçti ve kırmızı bir buket yapmasını istedi. Doğan gözünü camdan alamıyordu. Paketi artık hazırdı. Beyaz çiçeklere kırmızı buket bir hayli yakışmıştı. Uzun uzun kokladı çiçekleri ücretini öderken. Sağ eline alarak arkasına gizledi ve sahile doğru yürümeye başladı.

— Hava ne kadar güzel… Dedi kendi kendine. Emin adımlarla yürüyordu. Az ileride bir genç kızın ona baktığını fark etti… …

— Evet, martım dedi usul usul… Saçları uzamış, nasılda uçuşuyor… Bakmaya doyamadı kalakaldı bir anda… … Yaklaşarak gülümsedi ikisi de. Doğan elindeki buketi uzatarak;

— Martım hoş geldin!

— Hoş bulduk! Diyerek sol eliyle buketi aldı.

— Canım benim çok teşekkürler… Hepsi bembeyaz…

— Çok beklettim mi?

— Yoo, hayır iyi geldi bu sahili de çok özlemiştim… Doğan sevdiğinin kolunu gizlediğini fark etti. Herhalde onun da bana paketi var diye düşündü olsa gerek ki;

— Hadi ver artık paketini, dayanamıyorum, sarılacağım hayatım… Demesiyle yaşlar boşalır gül yüzünden Özlem’in… Doğan şaşırmıştır…

— Tamam, şaka yaptım… Diyerek sımsıkı sarılır…

— Aman Allah’ım paket yok! Ya kolun! Ya kolun! Ne yaptılar martıma?

— ! Çiçeği yere bırakır Özlem ve sol kolunu beline dolar Doğan’ın… … Sadece sarılırlar birbirlerine… Annesiyle konuşması aklına gelir; “ a oğul, senle ben o kızcağızın sağ kolu oluruz…” demişti annesi… Demek o sırada ağlayışı bunun içindi dedi kendi kendine… Annesine danışmıştı önce denizinin martısı… Doğan’ın bu sessizliği yüreğinde daha da yüceldiğini anlatıyordu. Nasıl ve ne şekilde sorusunun bir anlamı olmadığını kendine inandırdı. …

— Seni seviyorum Özlem’im! Kanadını kırsalar da benimsin! Beyaz rengimde yedi renge bedelsin! Bana şimdi söyle canım… Benimle evlenir misin?

HİLAL YILDIZ

“Özlediğim Martımın Gülüşüydü”

 
Toplam blog
: 102
: 654
Kayıt tarihi
: 07.06.10
 
 

1984 İzmir doğumluyum. Süleyman Demirel Üni. - Bilgisayar Programcılığı mezunuyum. Şiir & Deneme ..