Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Eylül '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Özledim...

Özledim...
 

Özledim...Esnaf sitesindeki dükkanının önünde Adnan Usta’nın, iftara beş kala, çift yumurtalı ramazan pidesi ve sahur için tahanlı pide kuyruğunda sıraya girmeyi; sahuru bekleyemeden, tahanlılardan birini daha iftarda mideye indirmeyi; gözlerim kapalı, yüreğim uykulu, el yordamı, kapalı devre yaşadığım sahurlarımı; beni uyandırmaya çalışan anneme yaptığım nazlanmalarımı özledim.


Özledim...Dağ gibi Kafkas kadını, dağ gibi Çeçen kocası, cennet mekan Nani’min*, seksen üç yaşında öldüğü güne dek çaldığı Çeçen mızıkasıyla, yürümeden önce dansını etmesini öğrendiğim Şeyh Şamil’i oynamayı, Kazaska’da coşup, Cezayir’de hüzünlenmeyi özledim.


Özledim...Anneannemin vaynagh** yemeklerini, haltımışı, hıngılişi, cepilgişi, tandır ekmeğini, dövme çökelekli sıkmayı, acılı kuru fasulyeyi, aşurelik buğdaydan yaptığı muhteşem yoğurtlu çorbasını, anneannem seni, aslında seni özledim.


Özledim...Karlı ve soğuk kara kış gecelerinde, akan deli kanlarımız nedeniyle, evine çekilmiş şehrimizde, ellerimiz cebimizde, kütür kütür kar üstünde dolaşırken arkadaşlarımla, camları buğulanmış Şamlı Pastanesi’nde, bıldırcın etinden yapılma acılı ve sımsıcacık arabaşı*** içtiğim ve on dört yaşın dikenine kaplandığım çağlarımı özledim.


Özledim...Selanik kızı, güzeller güzeli Rumeli kadını, hafif içine çökmüş çakır gözleri ve altın sarısı çift belikli, başörtüsünden görünen saçlarıyla, seksen yaşındaki babaannemin, o muhteşem, kıymalı göçmen pidesini; bizlere yedirmek için her daim aylarca bekletmesinden mütevellit bayatlamış, yumuşamış bisküvilerini, üç tane kırılmamış ceviz, yarım kase siyah kuru üzüm ve kabaktan kurutulmuş kabak çekirdeği verip de yememiz için ince uzun parmaklarıyla kollarımızı çürütmelerini, öldüğün güne dek eşimin, gelininin adını yanlış söylemeni, babaannem seni, aslında seni özledim.


Özledim...Selanik-Kozana muhaciri, adam gibi adam, heybetli ve yufka yürekli dedem, koca dedem, büyük dedem; hemen ardında, Ulu Camii’nde, Cuma namazında saf tutmayı, sonra ellerini öpüp “Allah kabul etsin” diyebilmeyi; namaz çıkışı alıp beni Sunar’ın Yeri’ne, kebapçıya götürmeni, bol sumaklı piyazları, acılı Adanaları, limon ektiğin turpları, seninle maç seyretmeyi, eşsiz hikayelerini, engin nasihatlerini, en ufak bir olayda gözyaşı olan dingin ve engin gönül evini, adam gibi adamlığını, mangal gibi yüreğini, koca dedem seni, aslında seni özledim.


Özledim...Kapı gibi, dağ gibi vücudunu, gencecik seni, iki tane yavruya babalık eden yüreciğini sekiz günde toprağa gömen illetine lanetler ederken yıllardır; teknesine vurduğun parmağınla ritim atarak çaldığın o muhteşem bağlamanı, sen öldükten sonra bir kez olsun dinleyemediğim Ahmet Sezgin’i, Yıldıray Çınar’ı, Çarşamba’yı Sel Aldı’yı, Yozgat Sürmelisi’ni; İvriz’e pikniğe, Acıgöl’e yüzmeye, yol çatına mazota gitmelerimizi, doyamadığım dayım seni, aslında seni özledim.


Özledim...Bugün ki meslekleriyle; deniz astsubayının evinde içtiğimiz uzun Maltepe sigaralarını ve dört üçlük Fener-Cimbom maçını, yerlerde attığımız taklaları; ekonomistin söylediği İstanbul Sokakları’nı; dahiliye doktorunun evinde içtiğimiz arabaşılarını; ziraat mühendisinin evinde çevirdiğimiz okeyleri; inşaat mühendisi ile on altı yaşımızda, avazın kör kazı gibi götürüp sonra da iptal olduğumuz, bir şişe black lable Kıbrıs viskisini; güvenlik ataşesinin memleketten gelen kabak çekirdeklerini; banka şube müdürünün Tarsus plaka şahinini; komutanla yaptığımız rakı-balık-ud muhabbetlerini, bacanağın sohbetini; Aşur’un pidesini; Şeref’in çerezini, Kumsal’da Muazzez’den Vurgun’u dinlemeyi, Ormancılar Lokali’nde hamsi tava, sarı leblebi ile tekel birası içmeyi, Sakarya’da tantuni, Kıraç’ta mantı yemeyi, ilk gençliğim, deli çağlarım seni, aslında seni özledim.


Biliyorum bu özlemler hiç bitmeyecek. Çağırsan gelmeyecek, gitsen beklemeyecek. Bu hasretler olmasaydı, nasıl taşacaktı gönül tasımız? Taşmayacaktı. Doldurmak için, sürekli almak için, daima isteyerek, hırsla, ihtirasla, doyumsuzlukla yaşanıp gidecekti hayat. Ama taşmak böyle değil. Taşmak, vermek demek. Taşmak, paylaşmak; paylaştıkça çoğalmak; çoğaldıkça da çağlayanların kaynağına yeniden varmak, vuslata ermek demek.


Engin denizlerimizin yokluğunu hiç görmemek ve kavuşmak ve karışmaktan bir ömür boyu mahrum kalmamak dileğim ve dualarım ile...

*Nani, Çeçence “anne” demektir. Ailenin en yaşlı kadınları için kullanılır.


**Vaynagh, Çeçence “bizim”, “bize ait olan” anlamına gelmektedir.


***Arabaşı, özellikle Orta Anadolu’da bazı şehirlerde bilinen ve yapılan, hamurlu çorba.

 
Toplam blog
: 898
: 3759
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

İzmir'de yaşıyorum.    Çok uzun yıllar öncesinden başlayıp, hiç ara vermeden bugünlere kada..