Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Ocak '11

 
Kategori
Kitap
 

Padişah anaları

Padişah anaları
 

RTÜK'in "Muhteşem Yüzyıl, tarihe mal olmuş bir şahsiyetin mahremiyetini ihlal etmesi nedeniyle televizyon kanalına uyarı cezası vermesi, tekrarı halinde yayının durdurulacağını" ifade etmesi yıllar önce okuduğum bir kitabın tekrar gündeme gelmesine neden oldu. Kütüphanemin raflarından arayıp bulduğum bu kitap hakkında çok eleştiriler yapıldı. Kitabın yanlı olarak yazıldığı, gerçekleri yansıtmadığı da ileri sürüldü. Ancak yazar kitabında kaynakların bulunduğu yerler arasında, Topkapı sarayı Arşivi, Fatih, Süleymaniye, Bayezid, Köprülü ve Belediye Kütüphaneleri, İstanbul Üniversitesi kütüphanesi, Başbakanlık Arşivi ve özel arşivini kaynak göstermektedir. Ben bu yazımda şu anda gündemde olan Kanuni Sultan Süleyman'la ilgili kitapta yazılan bazı bölümler aktaracağım.

Önce yazarın kitap hakkında önsözü, daha sonra da kitap hakkında internette yapılan bir eleştiriyle yazıma başlıyorum.

******

'Binlerce Osmanlı tarihi yazıldı şimdiye kadar. Yüzlercesi de Batı ve Doğu dünyasında yazıldı. Ne var ki, bunların içinde yalnız birkaçı, gerçeklerin pek azına şöyle bir değinip geçti.

Hiçbiri, Osmanoğulları'nın ve meydana getirdikleri hanedanın soy kökenine, kurdukları devletin akıl durduran, bir benzeri görülmedik çarpık düzenine değinmedi.

Batana dek devlet yönetiminin satın alınmış, tutsak edilmiş dönme ve devşirme Hıristiyanlardan oluştuğunu hep gizlediler. Onları yalnız övdüler, yücelttiler. Eşsiz birer kahraman, benzersiz bilge kişiler olarak nitelediler. Özellikle, gerçekleri yansıtmamakta direnen okul kitapları ile Türk insanını kandırdılar.

Ben bu belgeselde, şimdiye kadar gizlenen gerçekleri apaçık yazdım. Bir Türk yazar olarak ulusal görevimi yerine getirdiğime inanıyor ve Atatürk'ün ölümsüz ruhuna adıyorum.'

-Ali Kemal Meram- Padişah Anaları kitabının yazarı.

******

Ve bir eleştiri:

Padişah anaları

Eleştiren: "GaLVoRN"
23.06.2005

Karıştırmamak gerek...

Yanlı bir kitap . Ama gözden kaçırılmaması gereken bir nokta şu ki Osmanlı Devleti'nde uygulanan sistemlerin gerçekliği ve psikolojik yaptırımları yazar tarafından gerçekçi bir dille tenkit edilmiş. Yazarın anlatmak isteyip anlatamadığı "Kan karıştıkça soy da karışır" düşüncesi ve bu doğrudur. Osmanlı tarihini Avrupa tarihiyle karşılaştırın diyorum işin rengi o zaman ortaya çıkıyor! Osmanlı sandığınız gibi değil ama bu kitap çarpıtılmış bir dille anlatıldığı için neyin doğru olduğuna çok dikkat edin ve sürekli not alarak karşılaştırma yapın. Yine de okunması gereken bir kitap...

******

Şu bir gerçek ki hiçbir padişah Türk ve doğuştan Müslüman bir anadan dünyaya gelmemiştir. Bunu inkar etmek tarihi inkar etmek demektir.

Kitabın Kanuni Sultan Süleyman'la ilgili bölümünden pasajlar ise şöyle:

Babası Yavuz Selim'in (Mehd-i Ulya) deyimiyle yüceltip (Hafsa) adını takmış olduğu tutsak Leh Yahudisi Helga'dan doğan Birinci Süleyman (Kanuni) veliahtlık yıllarını geçirdiği Manisa'dayken konağını dolduran yüzü aşkın yabancı soylu kız ve oğlanlar arasından en çok Polonyalı Anna ile düşüp kalkmıştı.

Kimi tutsak edilerek, kimileri de dünyanın çeşitli esir pazarlarında satın alınarak Osmanlı Saraylarına birer "yatak kadını" olarak yerleştirilen binlercesinin arasından seçilen yüzlercesi, hayatta kalabilme mutluluğuna erişen "Veliaht ve Şehzade"konaklarına gönderilirdi. Bu da bir Osmanlı geleneğiydi.

Anna'nın gebe kaldığını öğrenen veliaht şehzade Süleyman, ona hemen, evreni ışıtan ay, anlamına gelen (Mahidevran) adını koydu.

Cariye Anna, gebe kalmıştı, çünkü bundan böyle karısı sayılacaktı.

Mahidevran takma adlı Anna'dan doğan çocuğa Mustafa adını koydu babası Süleyman.

Bu sıralarda Veliaht Süleyman'ın bir gözdesi daha vardı Manisa'da bir kadının parayla satın aldığı Parga'lı bir Rum köleydi bu. (Dizide önce Şahinbaşı daha sonra Hasodabaşı olarak tanıtılanParga'lı İbrahim) Henüz 15-16 yaşlarında güzel yüzlü bir delikanlıydı. Manisalı dul kadının konağında onun gayet güzel keman çaldığını, bir gece kulağıyla duyarak öğrenmişti. Bir tesadüfle güzelliğini de yakından gördükten sonra daha fazla dayanamamış, dul kadına torba dolusu altın verip, Pargalı Rum delikanlısını satın alarak konağına yerleştirmişti.

Gün ve gecelerinin çoğunu bir yandan Mahidevran takma adlı Anna, öte yandan Pargalı Rum köle ile geçiriyordu veliaht Süleyman. İkisi de gözdesiydi, ikisine de doyamıyordu, bir türlü.

Pargalı Rum delikanlısına da bir ad taktı, bu arada. Bundan böyle (İbrahim) adını taşıyacaktı, bu Rum oğlan!

Yakın bir gelecekte Osmanlı tahtına Padişah olarak çıktığında, bu köle Rum çocuğu devletin başına Sadrazam olarak oturacaktı. Devşirme tarihçileri, örtbas edemedikleri bu gerçek karşısında ona (Frenk İbrahim Paşa) diye kayıt düşürmek zorunda kalacaklardı.

Bu sıralarda, Veliaht-Şehzade Süleyman'ın konağına bir tutsak cariye daha sattılar.

Ele avuca sığmaz, söz dinlemez, asi ruhlu bir kızdı bu. Konağı birbirine kattı. En sonunda Haremin Kethudası kadın ve yanında Haremağası zenci köle, Veliaht Şehzade Süleyman'ın huzuruna çıkıp dert yandılar.

"Bir cariyeniz köle vardır ki Harem'de cümle alem başedemez olmuştur. İzniniz olursa, kapı dışarı etmek gerekür, Şehzademiz!

Süleyman şimdiye dek böyle bir şey işitmiş değildi, inanamadı, hayretle baktı karşısında el-pençe divan duranların suratlarına.

"Getirin şu kimesneyi, bir de biz görelim!"

Az sonra, asi cariyeyi Veiaht şehzadenin karşısına getirdiler.

Süleyman haremini dolduran yüzü aşkın cariye arasında şimdiye dek böyle bir "afeti devran"görmemiş olduğunu kendi kendine yakınarak itiraf ettikten sonra harem kethüdası kadınla, zenci harem ağasına döndü:

"Gidesiniz" dedi. bizi yalnız koyasınız; kimesnedir; muradı nicedir, bilmemüz gerekür!"

Yalnız kalır kalmaz kıza el etti. 17 yaşında görünen kız korkusuzca salına salına Süleyman'a sokuldu. "İri lacivert gözlerini Veliahtın göz bebeklerine dikti. Dipdiri vücut yapısının her yanından taşan dişilik kokusunu, henüz otuzüç yaşındaki Süleyman'a iyice duyurmak, onu bu koku ile sarhoş etmek istercesine , bir karışlık ara bırakarak durdu karşısında.

Bunca kız, kadın ve körpe oğlanlar arasında yıllardır yaşayan Süleyman, şimdiye dek böyle bir dişiye rastlamamış olduğunu içinden geçirdi. Güçlükle konuştu:

"Bre hatun, niçün kimesne senden hoşnut değüldür? Neden ola rahat durmaz, isyana meyil eylersüz?

".......................!"

"Niçün cevap vermezsiz? İsmin nedür, hangi milletten olursuz?"

Gözbebekleri ışıl ışıl ışıklar saçan genç kızın kıpkırpımızı dudakları sıcak bir gülüşle aralandı:

"Ben daha pek güzel konuşmuyor Osmanlıca. Anam ve de babam Rusyalı. Babam Ortodoks Papaz, adımı koymuşlar: Roksalan"

"Ya....demek Roksalan'dır ismin. Şimdi deyesiz bize, neye rahat durmazsız?"

Roksalan'ın dudaklarındaki gülüş daha tatlı bir sıcaklıkla genişledi.

"Ben yapamaz bir şey sevgili Şehzadem. Ama yaparlar hep bana eziyet. ..hep yasak söylerler, ne istesem ve ne yapsam. Ama ben sıkılıyor burda. Sizi var hep uzaktan görmek, ben istiyor, sizi yakın görmek, çok çok yakın olmak size!...."

Süleyman kızı omuzlarından tutarak kendine çektikten sonra gevrek gevrek güldü:

"Baka Roksalan, böyle mi istersiz?"

"Beli Şehzadem, ben ister hep böyle sizinle olmak!"

Süleyman biraz soluklanmak için durdu, genç kızın iri lacivert gözlerine uzun uzun baktıktan sonra:

"Sana yakışan bir isim bilürüz, Hürrem koruz isimin...bundan böyle Hürrem'siz bilesiz ve de unutmayasız bir tanem!..."

Rus kızı Roksalan,yüreği mutlulukla dolup taşarak Süleyman'ın yüzüne baktı, inci beyazı dişlerinin tüm güzelliğini ortaya koyan tatlı bir gülüşle gülerek sordu:

"Hürrem ne demek sevgili Şehzadem?"

"Senin gibi can yakıp yürek tutuştururcasına gülen demektir. Nedirsiz, bir tanem?"

Kulaklarına inanamıyordu, Roksalan. Coşku içinde sarıldı Süleyman'ın boynuna.

"Siz ne der ve ne yaparsanız, nasıl diyorlar....güzelin en...güzelidir sevgili şehzadem....cariyen Hürrem, senin bir küçük, evet, oh....küçük bir parçandır, çünkü..."

Hiç duymadıklarını duyuyordu, Süleyman. Bu ne duygulu , bu ne yürek dağlayıcı bir kız dı? böyle?

Kitabın ilerleyen bölümlerinde Süleyman ile Hürrem'in karşılıklı şarap içtikten sonra halvete çekilmeleri anlatılıyor.

Hürrem sarayın en saygın kadın sultanı olmak için Süleyman'dan üstüste gebe kaldı. erkek oğlu Mehmet'le kızı Mihriman'dan sonra, Abdullah'ı, Selim'i, beyazit'i ve Cihangir'i doğurdu. Böylece, beş erkek şehzade ve bir hanım sultan doğurarak üstünlüğü elde etti. Bu arada kendisi gibi tutsak edilerek, oldukça büyük bir altın para karşılığında Süleyman'a satılan Sicilyalı Rozalina adındaki katolik cariye de bir erkek çocuk doğurmuş ve bu şehzadeye Murat adı konulmuştu. Şehzade Murat'ı doğuran Sicilyalı Rozalina'ya da Gülfem adı takılmış, o da Gülfem sultan olup çıkmıştı. Hürrem ise bu olaydan dolayı çileden çıkmıştı.

Ne var ki Veliahtlık daha açıkçası gelecekte Süleyman'ın ölümü üzerine tahta çıkmak, padişah olmak hakkı en büyükleri olduğu için Polonyalı Anna (Mahidevran)'ın oğlu Şehzade Mustafa'nındı. İşte Rus kızı Roksalan'ı (Hürrem Sultan) asıl deli eden de bu gerçeğe boyun eğmek zorunluluğu idi.

******

Aradan yıllar geçmiş, hiçbir Sadrazam'ı beğenmeyen Hürrem en sonunda kızı Mihriman'ın kocası Sırp soylu Hırvat köle Rüstem Paşayı Sadramzamlığa getirmişti. Artık Veliaht-şehzade Mustafa'yı ortadan kaldırarak, kendi doğurduğu oğullarından birini geleceğin Padişahlığına aday yapacaktı. Damadı, Hırvat soylu köleyi bunun için Sadrazamlığa getirmişti. Bunun kolay olmadığını Hürrem de biliyordu ama sonuna değin uğraşacaktı. Veliaht Mustafa bu sıralarda 38 yaşındaydı. Amasya'da Osmanlı töresince Vali olarak bulunuyordu.

İran'da savaş başladığı sıralarda Süleyman'ın sefere çıkmasına engel olan Hürrem, damadı Rüstem Paşa'nın orduların başına geçmesini istedi.

Son gün, Rüstem Paşayı karşısına alarak:

"Baka, sevgili kızım Mihriman'ın zevci kıymetli damadım paşa, bilirsiz ki, veliaht Mustafa cümlemize diş biler. Daha şimdiden padişahımızın canına kast eyleyerekten tahta göz dikmiştir. Böyle bir hal olduğunda başlarımızın gövdelerimiz üstünde kalmayacağını bilesiz!"

"Beli, Sultanım," diye karşılık verdi, karşısında el-pençe duran Rüstem Paşa.

"Öyleyse bir tedbir gerekmez mi?"

"Elbet, gereklüdür Sultanım. ..Kulunuz, emreyleyeceğiniz her bir tedürükü ifaya hazırdır. Esasen, refikam Mihriman sultan dahi kulunuzu bu yolda uyarmıştır."

Hürrem, bir süre sustuktan sonra:

"Baka, Paşa...Bugün sefere çıktığınıza göre, beş gün sonra yoldan, güvenli bir ulak çıkarırsız, Sultan Süleyman Han'a"

"Beli Sultanım, aynen öyle yaparım."

"Ulakla gönderdiğiniz namede şöyle yazarsız: "Geçtiğimiz her bir yerde asker toplandığını görüp merak eyleyip sorup soruşturduk. Öğrendik ki Şehzade Mustafa oğlunuz amasya yöresinde karargah meydana getirüp, bir gani kuvvet cem edermiş. Meramı, Payitaht üstüne yürütüp Zatı Şahanelerini tahtan indirip yerinize geçmekmiş. Ve dahi, Payitaht'ta Yeniçeriler arasına nifak salınmış olup, onlar dahi kazan kaldırmaya pek hevesli imişler. Rivayet şöyledir ki, pederiniz Yavuz Sultan Selim hanın büyükbabanız İkinci Beyazit Hana yapmış olduğunu düzenlemeği, bu kez Şehzade Mustafa kendisine rehber eylemiştir."

Hürrem, damadı Rüstem Paşanın gözlerinin içine baktı:

"Anladın mı?"

"Sultanım, ne emreylemişsiz cümlesi kafama yazılmıştır. Harfi harfine yerine getirilecektir."

"Hadi göreyim seni damadım!"

"Kulunuzu ihya ettiniz Validem, Sultanım!"

Aradan bir hafta geçmemişti ki, bir gece yarısı Sipahi Şemsi Ağa, yollarda bir kaç at çatlattıktan sonra sarayın kapısına gelmiş hemen huzura alınmasını istemişti.

Sipahi Şemsi Ağa, boynuna dolanmış meşin urgana bağlı olarak zırhının içinde saklı meşin keseden mektubu çıkarıp, Padişahı üç kez etekledikten ve saygıyla uzattıktan sonra geri geri giderek odanın dışına çıktı. Rüstem Paşa'dan gelen mektubu daha ilk satırlarda oturduğu yerden ayağa fırlayarak okuyan Kanuni Süleyman dehşetle hayrırır:

"Aman aman" Şu denaate bakında hele!

Hürrem yanına sokudu, olanlardan habersizliğini belli eden bir hayretle sordu:

"Sultanım, kulunuz lda bilsin ne olduğunu, acep nedir devletlu hünkarımı tedirgin eyleyen"

"Daha ne olsun? Hele dinle de gör!"

Süleyman, titreyen parmakları arasında tutmaya çalıştğı mektubu baştan sona yüksek sesle okuduktan sonra, iri iri açılmış gözlerini Hürrem'e çevirdi:

"Dinlemişsiz, Veliaht oğlumuz vanve tahtımıza göz dikip elimizden almak ister!"

Hürrem içinden "Aferin Rüstem, bu hizmetini unutmayız elbet...."diye geçirirken, öte yandan iki elini yüzüne kapatarak hıçkırırmış gibi sesler çıkarır.

"Canım Sultanım, sevgili hünkarım! diye haykırır. Böyle bir namert evlat düşman başına! Aman Tanrım! Medet! Tanrım!

Süleyman ayakta, şaşkın şaşkın yöresine bakınıp duruyordu.

"Giyindiresiz bizi Hürrem, dedi. Bize uyku ve dahi istirahat haram ola artık!

"Ne yapmayı düşünürsüz, Sultanım?"

"Ne mi? Can ve tahtımız elden gitmeden icabını görmek gereklüdür sanırız!

Yüreği sevinçle dolup taşan Rus Papazın kızı Roksalan (Hürrem) Süleyman'ın boynuna doladı kollarını:

"Tanrı korusun sizi sultanım, tac ve tahtınızla birlikte lkorusun kıyamete dek, sevgili hünkarım.

Veliaht Mustafa'nın öldürülmesi:

On gün geçti aradan....

Babasının çağrısı üzerine Amasya'dan yola çıkan Veliaht Mustafa, Konya Ereğlisi yöresinde kurulu olan babasının Otağına vardı.

Atından iner inmez babasının elini öpmek, sağlık ve başarı dileklerini sunmak için otağdan içeri giden Mustafa'yı başları usturayla kazınmış, birer ellerinde yeni bilenmiş kısa saplı lsatır, öteki ellerinde yağlı kementler halkalanmış dilsiz cellatlar karşıladı. Hemen üstüne atılarak yere çökerttiler Mustafa'yı. Biri bileğine dolanmış yağlı kementi boynuna doladı, sonra hep birlikte canı çıkana dek var güçleriyle yağlı sırıma asıldılar.

Babası, Osmanlı Padişahı Kanuni Süleyman, otağın öte yanını örten kadife perdelerin ardında gizlenerek gözünü uydurduğu bir aralıktan, 38 yaşındaki Veliaht oğlunun bütün çırpınışlarını, yüzünün mosmor kesildikten sonra can verip sessiz ve kımıltısız kalışını bütün ayrıntılariyle, kesintisiz seyretti. Yıl 6 Kasım 1553 dü.

Daha sonra Mustafa'nın oğlunu getirdiler. İncecik boynunu satırla vurup kafasını gövdesinden ayırdılar. Torununun yerde zıplayıp duran gövdesini de uzun uzun seyretti. Arkadan, torunun anasını getirdiler ve onu da iple boğdular. Sıra oğlu Mastafa'nın sivil ve asker ileri gelen yardımcılarına gelmişti. Onları da teker teker öldürdüler. Süleyman, kadife perdenin aralığından hepsini sonuna kadar ilgiyle izledikten sonra otağın iç bölümlerine doğru yürüdü, gitti.

******

İşte şu andaki iktidarın temsilcilerinin çok beğendiği tarihe mal olmuş şahsiyetin gerçek yüzü bundan ibarettir. Zaten bütün Osmanlı Padişahları, iktidara ortak olmasınlar diye kardeşlerini ve çocuklarını öldürtmediler mi? Tarih bu örneklerle doludur.

Gerçekleri görmezden gelerek Osmanlı'yı yücelten zihniyeti anlamakta zorluk çekiyorum. Bir zamanlar ceketinin yakasına kocaman bir Osmanlı tuğrası asan bir milletvekili hatırlıyorum. Adı Hasan Mezarcı idi. Bir ara kendini mehdi ilan etmişti. Sonra da kafayı yedi. Allah herkese akıl fikir versin diyorum.










 
Toplam blog
: 974
: 3444
Kayıt tarihi
: 16.01.07
 
 

2017 Basın özgürlük endeksine göre 180 ülkeden 155. sırada olan ülkemizde yemek tarifleri  ve tel..