Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Ekim '21

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

Padişahın Gözdesi

Padişahın Gözdesi

 

“PAPA MEMNUNİYETİNİ İLAN EDERKEN, MAJESTELERİ MACAR KRALI CORVİN MATYAS, D'AUBBUSSON'A HER TÜRLÜ YARDIM VAADİNDE BULUNARAK BÜTÜN HIRİSTİYAN DEVLETLERİNİN OSMANLILAR ALEYHİNE BİR SEFER AÇMASINI İSTİYORMUŞ.”

Dimitri birkaç gece Sofya’da ne yapacağını düşündü. Orada da burada okuduğu gibi şiirini iyi okuyabilecek miydi? Annesi ona inanıyordu.

“Sen yaparsın, merak etme.”

Diyordu, ama onun aklı babasına takılıyordu. Babası son birkaç gündür çok durgundu. Hep bir şey düşünüyordu. Annesi de soruyordu, o da sormuştu bir kaç kere ama babası hep savuşturmuştu.

“Yorgunum, açım belki ondandır” diyordu.

Dimitri babasının bu kadar düşünceli halini hatta kederli halini daha önce hiç görmediği için babasının hasta olduğuna inanmıştı ta ki son duyduklarını duyana kadar.

 

Hava serindi. Farkında olanları ciddi olarak üşütüyordu. Olmayanlar kendi sıcaklıkları içinde anlamıyorlardı. Dimitri’de böyleydi. Geceyi zor geçirmişti. Sabah olsa da arkadaşlarıma anlatsam derdinden doğru düzgün uyumamıştı bile… Evden çıkarken annesinin sesi arkasında kalmıştı.

“Dimitri bir şeyler yemeden gitme oğlum.”

O bunları duymuştu da onun bir şeyler yiyecek hali yoktu ki. 

 

Okulun bahçesine hızla girdi. Derdi yakın arkadaşlarını bulmaktı. Etrafına baktı, Alex’i gördü. Koşarak onun yanına gitti.

“Alex, Alex!”

Alex arkadaşının heyecanından bir şeyler olduğunu anlamıştı.

“Dimitri neyin var? Niye bağırıyorsun?”

“Sana ne diyeceğim biliyor musun?”

“De artık ne diyeceksen!”

“Ne duydum biliyor musun?”

“Dimitri niye böyle yavaş – yavaş konuşuyorsun? Söylesene.”

“Çok koştum ya yanıma ağrı girdi.”

“İyi biraz soluklan o zaman, konuşma.”

“Mühimde ondan! Osmanlı bizim yaşımızdaki çocukları toplayıp asker yapıyormuş.”

Alex arkadaşının yüzüne baktı. Gülmeye başladı. Dimitri şaşırmıştı.

“Niye gülüyorsun?”

“Yalan bu dediğinde ona gülüyorum.”

“Senin haberin yok ondan böyle konuşuyorsun Alex… Osmanlı’nın askerleri köye gelmiş, kahvede herkesle konuşmuş, birkaç gün sonra gelip bizi alacaklarmış.”

“Yok, olmaz öyle bir şey!”

“Sen olmaz de. Benim babam bile evet demiş. Kaç gündür kara – kara düşünüyordu. Ben hasta sanıyordum. Meğerse bundan düşünüyormuş.”

Alex korkmuştu.

“Ben yine de yalan diyorum.”

“İstediğin kadar yalan de.”

“Ben gitmem ki, beni zorla götüremezler nasıl olsa.”

“Sen öyle bil.”

“Dimitri, ben gitmem ben köyümü anamı bırakmam, Osmanlı’ya da asker olmam.”

Dimitri arkadaşına sarıldı. İlk duyduğunda kendi ne hale gelmişse Alex’te şimdi öyleydi. Alex ağlamaya başladığında, Dimitri’de duyduğu andan beri boğazında olan yumruk şimdi çözülmüştü. O da ağlamaya başladı.

“Bende gitmem. Dün geceden beri hep aynı şeyi söylüyorum. Benim ne işim var. Ben buraları bırakmam. Annemi, kardeşlerimi bırakacağım öylemi. Bırakmam.”

“Ben de bırakmam. Gitmem. Ben çok korkarım.”

Bahçeye çıkan Muallim Mirsad iki arkadaşın birbirlerine sarılmış ağlar hallerini görünce yanlarına geldi.

“Dimitri, Alex, hayırdır ne oldu?”

Muallimlerini görünce iki çocuk hemen gözyaşlarını elleri ile silmeye çalışmışlardı. Dimitri titreyen sesi ile cevap verdi.

“Osmanlı bizim yaşımızdaki çocukları topluyormuş.”

“Niye toplasın ki!”

“Osmanlıya asker yapacaklarmış.”

Muallim şaşırmıştı. Gerçi son zamanlarda kahvede böyle konuşmalar olduğu kulağına gelmişti ama çok üzerinde durmamıştı.

“Sen nereden biliyorsun?”

“Biliyorum duydum.”

Dimitri bildiklerini anlattığında Mualliminde canı sıkılmıştı. Bu işin aslını öğrenmek lazımdı. Çocuklar haklı olabilirlerdi.

&

 

Rüzgâr burada durmuştu. Bulutlar çıkmıştı. Hava serindi. İnsanlar üşüyorlardı. Bulutlar ne beyazdı ne gri. Dosdoğru siyahtı. Her yerde öyle değildi tabi. Onların uzaklarında bir yerde hava güzeldi en azından güzel evin içinde öyleydi.

Anjelika parçasını bitirmişti. Babası nasıl da keyif alıyordu kızının müziğini dinlediğinde. Onunla çok gururlanırdı. Yine öyle bir andı bu an. Ayağa kalktı kızını var gücü ile alkışlamaya başladı. Anjelika babasının bu güzel hareketinden her defasında etkilenirdi. Gülümserdi. Hemen kalkar babasına dönerek reverans yapardı. Yine öyle yaptı. Babası hala alkışlamaya devam ediyordu. Hizmetçi elinde çay tepsisi ile içeri girdiğinde annesi tepsiyi nereye koyacağını işaret etti.  Tepsi her zamanki konulacak yerine konulmuştu. Yine her seferinde olduğu gibi evin hanımı Victoria yerini işaret etmeden hizmetçi kız oraya koyamazdı. Victoria, ikisine bir süre baktı.

“Mösyö Frans lütfen buyurun, çaylarımızı içelim. Servis yapacağım.”

“Hay hay Madam… Her seferinde size zahmet veriyorum endişesini yaşıyorum. “

“Rica ederim. Siz olmasanız da biz çayımızı içiyoruz. Lütfen buyurunuz.”

“Teşekkürler ederim. Çok naziksiniz.”

Anjelika annesinin yanına geldi, selam verdi.

“İzninizle ben odama çıkmak istiyorum.”

Annesi başı ile onayladı, genç kız zarif adımlarla odadan çıktı. Sebastian kızının arkasından baktı.

“Anjelika’nın dışarı çıkması çok isabetli oldu. Sizinle paylaşmak istediğim bir konu vardı.”

Karısı endişelenmişti.

“Hayrola iyi bir haber vermeyeceksiniz gibi geliyor bana.”

“Maalesef iyi haber vermeyeceğim.  Fatih Sultan Mehmet’in oğlu Cem Sultan Rodos’a gelmiş. Burada çok hürmet ve ilgi görmüş.”

Victoria eşinin söylediklerini dikkatle dinliyordu ama neticede nereye geleceğini merak ediyordu.

“Peki sonra?”

“Bu değerli bir zat! Dolayısıyla St. Jean Şövalyeleri menfaatlerine uygun olarak kullanacaklarmış bunu.”

“Hala anlayamadım demeyi kendime yakıştıramıyorum ama böyle…”

Sebastian bir süre konuşmadı. Çayından bir iki yudum aldı. Eşinin yüzüne dikkatlice bakıyordu.

“Papa memnuniyetini ilan ederken, majesteleri Macar Kralı Corvin Matyas, D'Aubbusson'a her türlü yardım vaadinde bulunarak bütün Hıristiyan devletlerinin Osmanlılar aleyhine bir sefer açmasını istiyormuş.”

Sebastian sustu, derin bir nefes aldı, çok endişeli bir ifadesi vardı. Victoria elini ağzına götürdü.

“Bu savaş demek. Osmanlı rahat durmaz ki; hemen topraklarımıza yeniçerilerini gönderir.”

Franz ayağa kalktı. Çok rahatsız olmuştu bu duyduklarından. Çay fincanını sehpanın üzerine bıraktı.

“Aman Tanrım. Madam haklı. Bugün yarın karşımızda Osmanlı askerlerini görürsek hiç şaşırmayalım.”

Mösyö Frans, farkında olmadan kendi evindeymişçesine odanın içinde aşağı, yukarı yürümeye başladı. Sonra bu yaptığının kabalık olduğunu anlayınca:

“Özür dilerim. Affınıza sığınıyorum. Duyduklarım beni kabalaştırdı. Affınıza sığınıyorum.”

Koltuğa oturdu, çay fincanını eline aldı. Karı kocanın onu yaptığı hareketinin kaba olduğunun bile farkına varacak halleri yoktu. Onlar ciddi olarak endişelenmişlerdi…

Bulutlar biraz önceki aydınlığını burada da yitirmişlerdi. Evin içindeki lambaların da sanki ışıkları azalmıştı. Her zaman her yerde kötü haberler ortalığı karartmaz mıydı? Karartmıştı burayı da siyaha boyamıştı…

 

Nazan Şara Şatana’nın yayınlanmak üzere hazır olan PADİŞAHIN GÖZDESİ kitabından…

 

 
Toplam blog
: 1731
: 4678
Kayıt tarihi
: 09.12.10
 
 

Turizmci; Genel müdür Yazar ; Romanlar, senaryolar müzikkaller... Sinema filmleri, TV filmleri.....