Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Şubat '17

 
Kategori
TV Programları
 

Panele takılarak mı Ölene Kadar izlemeli yoksa derinliğini dinleyerek mi?...

Panele takılarak mı Ölene Kadar izlemeli yoksa derinliğini dinleyerek mi?...
 

Ocak ayının ilk haftası yayına giren başrollerini Engin Akyürek Fahriye Evcen Sarp Levendoğlu, Gülcan Arslan’ın paylaştığı Elif Usman Ergüden’in kaleme aldığı TIMS Production- Timur Savcı imzalı dizi ATV’nin bu sezon en iddialı işiydi.

Ancak ne var ki dizi panelde tam karşılığını bulamadı. 

Nedenlerine bakmadan önce bu yazıyı yayına göndermeye yakın edindiğim bir bilgiyi de üzülerek paylaşmak istiyorum sizlerle.

Elif Usman Ergüden Twitter hesabından dördüncü bölümden sonra Ölene Kadar dizisini yazmayacağını duyurdu.

Bu sektörün en acımasız faturası ne hikmetse hep yazıcıya kesilir. Oysa hikâye olmasa sektörleri bir hiçtir. Hikâyenin olmadığı yerde oyuncu durur sadece hikâye varsa yönetmen de hepsini yürütür. En zor yük hikâyecinindir. Ama maalesef ki her yerde kaleme değer verilmediği gibi bu sektörde de verilmez dizi parlarsa en son onlar övülür, dizi reyting kaybederse önce onlar çıkarılır.

Ölene Kadar da faturayı Elif Usman Ergüden’e kesmiş görülüyor anlaşılan. Oysa sorunun temelinde rejiyle senaristin dillerinin uzaklığı varken. Ve de yapım ve kanalın plansızlıkları varken umuyorum bu bırakış sadece bir tercihtir aksiyse eğer faturanın en son kesileceği insana bunu mal etmek sektörün her geçen gün daha da acımasızlaştığının, insandan etik çizgilerden tamamen uzaklaştığının bir göstergesidir.

Geçen hafta yönetmen Umur Turagay koltuğunu Feride Kaytan’a devretmişti. Umur Turagay’ın işi devredeceği dizi başlamadan önce de belliydi Üçüncü bölümden itibaren işi devir alan Feride Kaytan’ın izleri küçük de olsa hissediliyordu.

Ama Elif Usman Ergüden tam bir sürpriz oldu. Beşinci bölümden itibaren görevi Elif Usman Ergüden kime devir edecek bilmiyorum. Bu bilgiyi geç edince nedenini ve sonrasını soramadım Çalıkuşu senaristlerinin adı geçse de teyit ettiğim bir bilgi olmadığı için yazı hazır olunca sadece senarist değişikliği bilgisini ekleyip daha fazla bekletmek istemedim. Zaten detaylarda bu açıklamanın ardından gelir basına yansır nasılsa. Asıl olan bu hikâyenin yaratıcısı odur, bırakıp gitse de değişmeyecek tek gerçek budur. Bu bilgiyi üzülerek paylaştıktan sonra yolu açık olsun diyor Ölene Kadar’ın yanlış yerde aradığı nedenlere dönmek istiyorum.

Bu sezon starların yılı. Her kanal erkek starını belirleyip onun üzerine hikâye konumlandırıp izleyicinin karşısına çıktı. Bunu yaparken de haftanın günlerine dağılmak yerine tek gecede birbiriyle yarışmayı seçtiler.

Kanalların kendi iç rekabeti bir de dış piyasanın o isimler olmazsa olmazıyla tüm eldeki starlar aynı dönemde ekrana sürüldü.

Hafta yedi gün, süreler 140 dakika, izleyici paneli ise topu topu 40 ilde 4 bin hane. Hadi işin içinden çıkın.

Bu tabloda izleyici ne yapsın birini televizyonda izleyeyim diğerini nette seçimiyle bu sezon kanalların hırslı rekabetinin karşılığını onlara ödüyor.

Hal böyle olunca da izlenecek işte izleneceği varsa da şöyle bir bakılıp geçiliyor.

Ölene Kadar da bu plansızlığın kurbanı olanlardan.

Yani Ölene Kadar’ın bu kadar düşük reyting almasının en büyük sebebi ATV’nin yanlış planlamasıdır bana göre.

Perşembe gecesi ilk önce Halit Ergenç ve Bergüzar Korel’in başrollerinde yer aldığı Vatanım Sensin start aldı. Kanal D yayına sokmadan çok önce kafasında o geceyi diziye ayırarak ilk artısını buradan aldı. Bodrum Masalı’nı yazdan yayına o geceye koysa da gün değişimi yapacağı en başından belliydi. Çünkü o gece Vatanım Sensin için en doğru geceydi. Neticede de karşılığını fazlasıyla aldı.

Ardından Star TV Tuba Büyüküstün ve Kıvanç Tatlıtuğ’un Cesur ve Güzel’ini salı ya da perşembe akşam seçiminde bekletti. Vatanım Sensin’in gidişatına göre bir atak yapacaktı ve birkaç hafta sonra benim starlarım perşembe olur dedi. Çünkü o gece dizi yarışından çok kanalların star yarışı. Zaten panelin karşılığı Vatanım Sensin’i birinciliklere taşısa da o gece hala tüm kategorilerden tek çıkmamış çift rakamlı sonuçlar da alamamıştı.

Ama hesaplayamadığı her iki dizininde izleyicisinin birbirine yakın olduğuydu. Ve de Cesur Güzel defalarca denenmiş bir konunun başka bir anlatımıydı. Bu yüzden o da çift rakamlara ulaşamadı. Her iki kategoriyi alamadı ama hatırı sayılır bir reytingle Vatanım Sensin’le kıran kırana yarışıyor.

Ve ATV her iki dizinin totali yüksek şekilde tek başına ele alamadığını görünce ben alırım hesabıyla ve gazıyla benim starım Engin Akyürek Ölene Kadar’la o geceyi alır düşüncesinde perşembe olmalı dedi.

Oysa atladığı elindeki işin total işi olmadığıydı. Ve her üç kanalın oyuncularının da aynı kesimler tarafından izlendiği ve sevildiği gerçeği idi. Star TV’nin hatasını tekrarladı.

Haftalar sonra izleyicisini sağlamlaştırmış bir arenaya totali alırım hayaliyle dokusu totalden uzak bir iş koyarsanız alacağınız sonuçlar plansızlığınızın, hesapsızlığınızın, yanlış yönlendirmelere verdiğiniz kulakların bedelidir.

Kaldı ki o gece Fox Tv’nin Mert Yazıcıoğlu kozuyla Umuda Kelepçe Vurulmaz dizisi ve Show’un Cesur Yürek dizisi de arenaya Ölene Kadar dizisi başlamadan girmiş bu yılın dizileridir.

Yani perşembe gecesi tıka basa yeni işlerle doludur. Yorgun işlerin olmadığı bir gecedir. 

Ayrıca Umuda Kelepçe Vurulmaz hiçte küçümsenmeyecek bir izleyiciye de sahip. Henüz yolun başında olan geleceği parlak bir oyuncu olan Mert Yazıcıoğlu gecenin tüm yıldızlarına kafa tutuyor. Ayrıca o gecenin hikâye olarak da en farklı işi.

Bunu da atlayan, göz ardı eden ATV henüz yorulmamış, izleyicinin yavaş yavaş kopmalar yaşamadığı bir gecede sırf star yarışında olmak adına güzelim diziyi bu kadar kötü sonuçlara mahkum ettiği için önce kendini sorgulamalıdır.

Başka bir değişle atı alanın Üsküdar’ı geçtiği tamamı dram ve aksiyona boğulmuş bir geceye psikolojik yeni bir dram koyarsanız izleyici imdat der. Dedi de.

Bu plansızlık ve hesapsızlığı yapan tabi sadece ATV değil elbette. Cesur Güzel de perşembe yarışına girmeseydi bu sonuçlardan daha yüksek sonuçlar alırdı. O gece için en doğru hamleyi yapan doğru hikaye, doğru kadro ve doğru zamanlamayla Vatanım Sensin dizisiyle Kanal D’dir.

En hatalı adımı atan da ATV’dir.

Kanalın iki boş günü vardı ne yapsın ya perşembe ya da çarşamba yapacaktı diyenleri duyar gibiyim. Çarşamba Diriliş var o yüzden koymadı diyenleri de.

ATV starları yarıştırma arenasında geri kalmamak adına ve gazıyla çarşambaya koymadı yoksa diziyi yarıştırma düşüncesiyle hesap yapabilseydi perşembeden daha iyi sonuç alırdı o gecenin işlerinin hepsi yorgun. Diriliş yine liste şampiyonu olurdu ama Ölene Kadar da listede bu kadar kötü sonuç almazdı.

Fakat ben ATV’nin yerinde olsaydım elimde ödüllü starım Engin Akyürek var yurt dışında rüzgârlar estiriyor, daha dizisi yayınlanmadan siparişi geliyor, yurt dışı satışı garantili, dizisini kanalımda yayınlayacağım, karşılığını da alacağımı biliyorsam bu kadar bekletip yayına geç sürmezdim bekleteceksem de en başından cuma gecesini boşa alır Emrah’ın dizisini o gece yayına almaz pazar yayınlar Ölene Kadar dizisi için cuma gecesini boşta bekletirdim.

Cuma gecesi aynı yapımın FOX’ta yayınlanan Muhteşem Kösem’inin dışında yeni bir iş yoktu o da Nurgül Yeşilçay’la Beren Saat’li Kösem’in yanına bile yaklaşmayan sonuçlar aldığı için gün değişikliğine gitti. Adı Muhteşem kendi muhteşemlikten uzak sonuçlar alacağı en başından belliyken Ölene Kadar hem yapıma hem de kanala o gece çok daha fazlasını getirirdi. O gece diğer işlerse eski işlerdi yeni bir iş ve güçlü sevilen bir starla Arka Sokaklar dizisi ile iyi bir yarışa girerdi.

Ha şimdi o güne kaydırsak ne olur sonuç fazla değişmez. Çünkü artık dizi görücüye çıktı o geceye de yepyeni işler geldi, geliyor. Görücüye çıkıp izleyiciyle tanışmasaydı olurdu ama artık o geceye koymak diziye perşembenin verdiğini verir. Ya da bir tık fazlasını.

Cuma Emrah’tan başkası olmazdı diyorsa da o zaman Mart’a kadar yayına almazdım diziyi.

Çünkü Mart’a kadar yeni işler yavaş yavaş çözülerek yorulmaya başlayacaklar. Bu tüm işlerde yıllardır böyle bunu kanalların bizden daha iyi bilmeleri ve hesaplamaları gerekirken acele işe şeytan karışır atasözünü unutmuş hareket ediyorlar.

Tabi Ölene Kadar’ın tek sorunu gün değil elbette. Bu en başında yapılan plansızlık olmasaydı da bu haliyle ekrana çıkacağı herhangi bir zaman dilimindeki karşılığı anca 5-6 reyting arası olurdu. Çift rakamlara üzülerek belirtmek gerekirse bu denek yapısıyla ve bu içerikle ulaşmasını beklemekse hayalcilikten öteye gitmezdi.

Çünkü konu denenmiş pek çok kez bizim ekranlarımızda da farklı şekillerde yayınlanmış.

Bir üst kanala bakalım Cesur Güzel. Türkiye’nin en güzel iki starı hani çift uyumu çok önemli diyorlar ya işte buna örnek gösterilebilecek kusursuz uyum defalarca denenmiş bir hikâyeyle ekranda. Tuba Büyüküstün gibi gerçek star bir kadın oyuncunun başrolünde ve de reklamcıların üst sırada tercih ettiği Kıvanç Tatlıtuğ başrollerinde ekranda. Ancak aldığı reyting altıyı geçmiyor. Sırlamada birincilik ve ikincilik yarışında olsa da aldığı altı reyting böylesine iki isimin alacağı reytingler olmasa gerek.

Demeye çalıştığım şu izleyici hikaye peşinde koşuyor star-aşk-uyum vs sonraki şeyler. Kaldı ki artık uyumların çoğu da yapay izleyiciye geçmeyen yerde asılı.

İzleyici uyumdan önce denenmemiş her hikâyenin alıcısıdır. Velev ki denenmiş hikâye yazacaksanız totalin kodlarını es geçmeyeceksiniz. Bu panel sistemi bunu dayatıyor maalesef iş kaliteliymiş değilmiş bakmaksızın.

Denekleri de fanlardan ve fandomlardan seçmiyorlar. Ekonomik yapısı eğitim durumu ve meslekleriyle kategorize ediyorlar.

Yani denek yapısını es geçip denenmiş bir konuyu tek starınızla piyasa sürdüğünüzde dizinizden reytingler de rekor kırmasını beklemeyin.

Halit Ergenç ve Bergüzar Korel çifti eğer ki doğru zamanda vatan ağırlıklı bir işte oynamıyor olsalardı hikâye de çok açılımlı olmasaydı emin olun ki onların da alacakları reyting 5-6’yı geçmezdi.

Engin Akyürek’le de doğru gün ve zamanda giriş yapılsaydı eğer bu hikayeyle dönüşü 5-6 aralığında olurdu. Şimdi olmaz mı olur oraya gelmeden nedenlere devam.

Peki, konu denendi diye denemeyelim mi?

Elbette ki deneyelim, deniyoruz da farklı yorumlarla aynı konuları ekranda sürekli izliyoruz. Ama izleyicinin de algılarını açık tutan yöntemleri es geçmeden kendi panelimizin yansımasını unutmadan deneyelim.

Ölene Kadar’ın düştüğü bir diğer önemli hata da bu. Evet, yanlış zamanda girdi konu da denenmiş ama bu kadar kötü sonuçlar almasının sebebi izleyicinin algısına yerleşme kodlarını unutup sadece fanlara güvenmeleri olmuş.

İlk bölüm yayınlandığında bölümü beğenmedim diziyi değil dediğimde çoğu insan tam olarak ne demek istediğimi anlamadı.

“Hikâyenin konusu daha önce denense de tuttuğu yere kattığı yorumu beğendim ilerleyen bölümlerde açılımını merak ediyor bu çatışmayı izlemek istiyorum ama böyle bir bölüm ve bu anlatım diliyle yayınlanan bir bölümün korkarım ki karşılığı mevcut panelden zor gelir.” Demenin Türkçesiydi söylediğim.

Nitekim de panel dönüşümü bu oldu.

Çünkü işleri kendi beğeni çıtam içinde yoğurmuyor mevcut denek yapısı ve genel izleyicinin algısı neyin peşinden gider sorusu içerisinde değerlendiriyorum.

İlk bölüm yayına girmeden ekrana sürülen fragmanlar neredeyse bölümün tamamını verdi. ATV’nin bu hatası bölümü izleyen izleyiciye fragmanlarda cevabını bilmediği tek bir konu bırakmıştı. Avukat Selvi bu öykünün neresinde?

Bu sorunun cevabı dışında izleyiciye bölüm sürpriz olmadı. Avukat kızımız Selvi aslında Dağhan’ın hapse girmesine sebep olan görgü tanığı küçük kızımızmış. Büyüyüp avukat oluyor vicdanını bu şekilde rahatlatmak istiyor.

Bölüm sonrasında çoğu eleştirmen bu hiç sürpriz olmadı dese de bizler hikâyelerin matematiğini bilen tarafız haliyle bu bilgiyle bu sürpriz olmaya bilir bizlere. Ancak izleyici bilmeyen taraftaydı ve onların cephesinde bu tam bir sürprizdi. Pek çok izleyici bu sorunun cevabını izlerken aldı. Tersi iddia edilse de ispatı sosyal medya yorumlarında gizli zaten. Bu yüzden izleyicinin bilmediğine sürpriz olmadı denmesi de bana biraz acelemtrak bir yaklaşım olarak geliyor.

Ama şunu deseydik izleyiciye bırakılan tek merak konusu buydu evet sadece buydu.

ATV bunun yerine tanıtım fragmanlarını jenerikle tamamlayıp bir de ilk fragman dışında tanıtım vermeseydi izleyicinin ekran karşılığı ilk bölüm için daha yüksek olurdu. Ve de sonrasında.

Neden belli, suç belli, katil belli. Bir tek kurtaran vicdan bilinmiyordu seyirciye kalan. Oysa izleyici katili de bilmeseydi Dağhan’sa sadece Selvi’yi. İzleyici hem kim sorusunun peşinde koşacak hem de vicdanla gelen özgürlüğün Dağhan cephesindeki yansımalarını izleyecekti. Şimdi Dağhan tek başına koşacak izleyiciyse sadece izleyecek tek merak penceresinden.

Ancak şunu da söylemeden geçmeyeyim ilk bölümün günahı yoktur düşüncesinde olanlardanım. Bazı hikâyelerin açılımında zamana ihtiyaç vardır. Bu da öyle hikâyelerden.

Yalnız bir farkla. Eğer rakipleriniz dişliyse ve starlardan oluşuyorsa sizde o starların yurt dışında da kanıtlanmışıyla ve de ödüllerle taçlandırılmışıyla bir iş sürecekseniz ortaya herkesi sarsan etkisine alacak bir bölümle çıkmak zorundasınız. Fanların değil izleyicinin beğeni çıtasına iş yaptığınızı unutmadan. Dizinin açılımı çok her ne kadar görmeseler de ama bu ilk bölüm ve takip bölümler için insanları yakalamaktan uzak olduğu gerçeğini de değiştirmez. Fanları yakalar fanların önüne sevdiği oyuncuyu koyun sessiz sinema modunda izletin yine izler yine izler bıkmadan.  Zaten fanlar denek olsaydı hiçbir dizi yayından kalkmazdı.

Bir de şunu unutmayalım Engin Akyürek bu ülkeden fan sevgisi dışında da izleyicinin kalbinde farklı bir yerde. Magazin gündemiyle, baklavalarıyla değil yeteneğiyle ve hayat duruşuyla bir yere gelmiş bu denli kirli bir piyasanın içerisinde adam gibi adam olarak kalan sadece işiyle var olan bir isim.

Böyle bir oyuncuyla çıkıyorsanız yola her şeyi onun omzuna yükleyerek kolaya kaçamazsınız. Kanal ve yapım olarak üzerinize düşeni de yapmanız gerekirdi işte bu ayakta sınıfta kalıyorsunuz hem de en ağırından. 

Yalnız bu demek olmasın ilk bölüm ve sonrası yapılan eleştirilere de katılıyorum. Belli yere kadar evet ama pek çok noktasıyla da hayır.

Başta söylemiş olduğum denenmiş konu meselesi ve bir de hani şu haberini de yaptığım The Nigt Of dizisi üzerinden yapılan ağır eleştiri meselesi mesela.

İlk bölümün mahkeme sonunda “özgürsün Dağhan” sahnesinin dışında The Night Of’la tek bir benzerliği dahi olmadığı halde taklit diyerek ağır eleştiri yapmak çok fazla insafsızcaydı örneğin. Evet, konu özgün değil ancak taklitte değil. Kaldı ki The Night Of dizisinde arabasına aldığı tanımadığı bir kadınla beraber oluyor Naz. Ve bu kadın o gece ölüyor yani Naz cinayetin olduğu mahalde.

Naz’ın suçsuzluğunun ispatlanmaya çalışıldığı yolda bir Müslüman’ın Amerikan yasaları karşısında yargılanma şekli de anlatılıyordu. Vatandaşlık sorgusu yapılıyordu. Avukatlık mesleğindeki dejenerasyon da sorgulanıyordu. Tüm kurgusu bu eksen içerisinde dönen üstelik Criminal Justice’nın başka bir uyarlaması olan yani uyarlamanın uyarlaması bir işken The Night Of Ölene Kadar’a The Night Of  taklidi demek eleştiriden çok bir anlık hissetmenin acımasız dışa vurumudur sadece.

Ne kurgusuyla ne de konusuyla cilveleşmezken “özgürsün Dağhan” yerine “serbestsin” demediği için mi cilveleştirdik benzettik. Kaldı ki Engin Akyürek’in Dağhan’a kattıklarıyla son sahne Naz’dan (The Night Of ‘taki karakter) çok daha inandırıcı ve duygusaldı. Özgürlüğün yıllar sonra gelmesinin şaşkınlığı, inanama, boşluk ve özgürlüğün dünyasından gelen bir dokunuşa tutunup tutunmama arasındaki çelişkiyi, yeniden boşluğa düşer miyim korkusunu Engin Akyürek repliksiz sadece bedenen anlatırken daha bir şey göremedik diyenler ne görmek istiyorlardı acaba. Buradan da tutturamadık.

Temposunun ağırlığı, siyaha yakın renklendirmesinden mi? Benzettik.

Neredeyse tüm psikolojik-cinayet-polisiye işlerinde bu yapılıyor insanın ruhu karanlıksa ortada da kan varsa pembe ışık mı süzeceklerdi? Ha şunu söyleyebiliriz bu renklendirmeyi bizimkiler yapmış ama başarısız yapmışlar. Karanlık anlatım hikâyenin önüne geçince kasveti izleyici dışarıya atmış. Ama bunu üçüncü bölümde aştılar zira Dağhan’ın ruh hali de o grilerden arındı. Zaten amaç da onun ruh halini anlatmaktı.

Temposunun ağırlığıysa bizimkinin temposu The Night Of’tan çok daha hızlıydı oradan da bir benzerlik yok yani.

Katılacağım tek şey konunun denendiği özgün olmadığıdır ama ne taklit ne benzerlik ne de başka bir durum vardır.

Üstelik uyanık Koreliler bizim Yeşilçam hikâyelerimizi rahatlıkla araklayıp sizlere parayla satarken, sizler de ayıla bayıla üstüne kendi hikâyelerimize para verip alırken sessizliğe bürünmüşken taklidin taklidi bir işi övüp bir de o taklide hak etmediği halde Ölene Kadar’ı yamalayınca ben de sessizliğimi koruyamıyorum üzgünüm.

Yani Elif Usman Ergüden The Night Of’dizisi gibi ya da Esaretin Bedeli gibi cezaevine giren suçsuz bir adamın çıkış sürecini ele almamıştır ya da Günahkâr ve Ezel gibi sevdikleri kadınlar tarafından cinayet suçu üzerlerine atılmamıştır.

Elif Usman Ergüden haksız yere cezaevine giren birinin yine onu haksızlığa uğratan vicdanla özgürlüğe kavuşmasını sağlayarak “Ya Sonra” sorusunu sormuş konuyu işleniş tarzıyla kendisine özgünleştirmiştir. Yani yorumuyla farklılaştırmıştır ancak konu özgün değildir. Bu anlamda eleştirmek yerine aksine kendisini kutlamak gerekir. Çünkü tüm bu saydığım işlerin hepsinde denenmiş bir konuyu yeniden ele alarak risk almıştır.

Ya sonra sürecini yani Dağhan’ın psikolojisini adım adım ilmek ilmek işleyerek vermeye çalışmak sabırsız izleyici için fazlasıyla risktir. Nitekim de birinci bölüm de tek bir soruyla baş başa kalan izleyici ikinci bölümle psikolojik çöküşün kasvetinde kendine yer bulamamıştır.

Ama bu işleyişte yer bulamamıştaki neden hikâye ile rejinin dillerinin birbirine olan uzaklığı sebebiyle izleyiciyi yakalayamamasıdır. Repliksiz beden diliyle Engin Akyürek psikolojik hasarlarını izleyiciye geçirirken sahnelerdeki derinlik sadece oyuncunun kattıklarıyla sınırlı kalmış birkaç küçük vurucu sahnenin içinde izleyiciye anlatılmaya çalışılmıştı. Başka bir oyuncu oynasaydı o kadarı da anlaşılmazdı. Hani bir şey görmedik diyenlere…

Şayet o sahneleri Murat Saraçoğlu’nun ekibi çekmiş olsaydı insan psikolojisi ağırlıklı bölümlerle izleyiciyi 140 dakika nasıl içerde tutarımı daha iyi aktarırdı.

Ya da Cevdet Mercan ve ekibi bu işi yapsaydı 140 dakika senaryo pürüzlerini izleyici anlamadan temposunu yükseltir soluksuz sona ulaşırdı izleyici. Ne demek istediğim Paramparça’nın ilk bölümlerine bakılırsa anlaşılır. Küçük açılımı tek bir noktayla sınırlı hikâyeleri izleyicinin algısında büyüten ve onlara geçiren bir yönetmendir kendisi.

Her iki yönetmende bugünün panelini çözmüş kafa tutan yönetmenlerdir. Ellerindeki anlatıyı ekipleriyle izleyiciye hem geçirip hem de yürüyüp gidiyorlar.

Ölene Kadar’ın dünyasını kuran Umur Turagay çok iyi bir yönetmen olabilir Suskunlardaki başarısı da su götürmez bir gerçek ama bizim televizyon izleyicimizin dilinden uzak bir dünya kuruyor hele de şimdiki panel bu dünyaya hiç uymuyor. Zaten o da televizyon işi yapmayı sevmiyor. Bu yüzden dizinin dünyasını kurdu ve çekildi. Haklı olarak.

Bu kurulan dünya ile hikâyenin birleşimi deneklerin algılayacağı bir dünyadan uzak. Yine aynı dünyayla bu iş sürdürülürse hikâyenin anlatmak istedikleri izleyiciye yarım yamalak geçer. Evet, Feride Kaytan’ın dokunuşlarını üçüncü bölümde hissettik. Kendisini tanımadığım için ileriye dönük ne verir bilemem. Yeni senaristler ne yapar onu da bilemem ama Elif Usman Ergüden’in bıraktığı yerden ve anlatmak istediklerine yeterince vakıf olamazlarsa aynı dünyanın içerisinde ne yönetmen ne de değişen ekibin fazlaca etkisi olur diye düşünüyorum. Ayrıca onun kaleminin başka bir tadı ve doğallığı var. Entrikalardan uzak, usul usul süzülen gerçek dünyanın hem içinde hem dışında. Ama aynı yerden bakan bir reji-yapım ve de kanal olmayınca haliyle anlattıklarınız da sinemayla dizi arasında bir yere sıkışıp kalıyor. Ölene Kadar’ın yaşadığı tam da böyle bir şeydi.

Gelelim bir diğer ilk bölüm de eleştirilen noktaya avukat Selvi’nin ilk cezaevi ziyaretinin uzun yürüyüş sahnesi ve güvenlikteki iletişim şekli. Bu sahnenin fazla Amerikan vari oluşu meselesine.

Sizler değil miydiniz “yıllardır koğuş tipi cezaevlerinin dışına çıkamıyoruz hala Tatar Ramazan’dan kalma cezaevi sahneleri yazıyoruz.” Diyen.

İşte o sahne F Tipi cezaevine çoktan geçmiş Yeni Türkiye’nin cezaevleridir. Aynen de avukat Selvi gibi uzun koridorlardan geçilir, güvenlik avukatta olsan aynı titizlikte işlenir gıkını çıkaramazsın. Çok bilmişlik taslayamazsın. Avukatım diye burnunu havaya dikemezsin. Bu tip cezaevleri Amerikan modeli olduğu için de korkutucu ve ürkünçtür. Duvarları soğuk merdivenleri upuzun yorucudur. İşte o sahnenin Amerikan vari soğuk olması da bu yüzdendir. Yani eski Türkiye dizilerinden alışkın olmadığınız için tuhaf gelmesi normal. Çiçeği burnunda bir avukatın ilk davası, üstelik yıllarını çaldığı adamın karşısına çıkacak. Vicdanken umut olacak, nabzında atacak bu psikoloji içerisinde hala çocuk yüreğindeki anlayamamazlık elbisesi üzerindeki bir genç kızı anlatan birine başka nasıl bir sahne çekilebilirdi.

Hem F tipi cezaevlerini anlatacaksın hem de bu psikolojiyi repliksiz göstermeye çalışacaksın bilen varsa anlatsın 30 sn de.

Fahriye Evcen de bu karakterin tüm duygularının dışa vurumuyla gayette başarılı anlattı. Yıllar içerisinde oyunculuğuna çok şey kattığını dizi de fazlasıyla gösteriyor. Engin Akyürek’le de iyi bir ikili olmuşlar ama bu yeter mi? Yetmez. Aşk hemen başlasa ne olur?

Fragmanlarda gördüğüm yanıltıcıdır umarım. Umarım reyting kaygısı ile bu hataya düşülmez. Zira henüz bunun için çok erken evet küçük kız çocuğu platonik bir aşkın içine düşmüş. Vicdanındaki sızının peşinde adama dair yıllarını vermiş o bilmese de o yıllarda duyduğu hayranlıkla zamanla hem kızı hem de duygularını büyütmüş aşka sürgün olmuş. Ama daha adamın hayatından çalınanların hesabıyla yaşadığı dönüşüm tam anlatılmadan aşk ayağı alelacele başlatılırsa dizinin kalitesine bir çizik de oradan vurulur. Diğer işlerden bir farkı kalmaz.

Oysa diziyi diğerlerinden ayıran en temel fark tüm özgürlükleri bir günde çalınan bir adama o özgürlüklerini geri vermekle her şey kaldığı yerden yürür mü? Sorusu. Yani ya sonra? Vicdan umuda ilaç olur mu? Kaybedilen hayatın, çalınan onurun ilacı olur mu yoksa hayat kurtarmaya kendini adayan adam kendi hayatının katillerine mi benzer o karanlığa mı hapis olur zamanla?

Ergenekon- Balyoz gibi davalarda suçsuz yere içerde yatan bu ülkede meslekleriyle onurlarıyla yaşayan pek çok kişinin özgürlüğü çalındı. Üstelik o davaların pek çoğu okyanus ötesinin açtığı yaralardır. O çalkantının içinde boğulan o insanlardan çıkanlar ve çıkacaklar özgürlerine yeniden kavuşsa da çalınan onurlarını nasıl onaracaklar. Elbette içlerinde suça bulananlar da yok değil ancak hiç de suçu olmayanların birilerinin yolunu tıkadıkları için içerde olanların var olduğu da bir gerçek.

Yine aynı çalkantının hasarlarında yaş ve kurunun tek bir görgü tanığı gibi kuşkularla bugün bile tam sorgulanmadan cezaevlerine alındığı da başka bir gerçeklikken tam da böyle bir zamanda bu dizinin yayınlanmasını önemsiyor ve işleyişte bu noktalarda vurgular yapmasını bekliyorum.

Çünkü sıradan hayatı olan insanların özgürlüklerine kavuştuklarında yeniden hayata karışma becerileriyle bir doktorun, bir polisin, bir öğretmenin ya da bir askerin hayata karışma becerileri aynı değil. Hasarları öyle kolay kolay geçmeyen yerde. Bir de suçsuzlarsa bu çok daha ağır.

Dizinin en önemli karakteri Dağhan işte tüm bunları yüklenmiş üstüne bir günde sadece nefes alma özgürlüğünü kaybetmedi.

Evine ailesine dönme özgürlüğünü kaybetti beraberinde.

Nişanlısıyla yeni bir hayata gitme özgürlüğünü kaybetti.

Baba olma özgürlüğü çalındı.

Uzmanlığını tamamlayıp iyi bir doktor olma özgürlüğü elinden alındı.

Tüm bunları çalan ise adalet mekanizmasına bulaşan düzmece güçlerin kirli elleri ve o eller bu sefer küçük bir kız çocuğunun tanıklığında tüm bu özgürlükleri çalıyor.

Tıpkı özgürlükleri elinden alınıp onuru çalınan gerçek yaşamdaki Dağhanlar gibi.

Eğer bu hikâye izleyiciye iyi geçirilirse gerçeğini yaşayan hayatlara da dokunmuş olacaktır bir nebze diye düşünüyorum.

İşte bu yüzden Selvi’nin hikâyesini önemsiyorum. Birine çocuk yaşta iftira atıyorsunuz, o yaşlarda bunun tam karşılığını anlamını bilmiyorsunuz, zamanla büyüyerek öğreniyorsunuz vicdanınızdaki baskıya dayanamadığınızda beyninizdeki çığlıklarınızı susturmak için ellerinizle mahkûm ettiğiniz adama özgürlüğünü geri vermek için avukat oluyor yeniden umut oluyorsunuz. Peki, geç uyanan vicdanın verdiği umut ona kaybettiği hayatını geri verir mi? Onurundaki hasarı iğleştirir mi? Hasarlı kalbiniz suçsuz bir insanın ruhundaki hasarları onarır mı? Mesleği sadece hayat kurtaran bir adamın insaniyetten adım adım uzaklaşmasını engellemeye yeter mi?

Dağhan hayatını çalanlardan intikam alırken asıl kendisinin hayatını çalan kızı öğrendiğinde bunun hesabını küçücük bir kız çocuğuna mı yoksa Selvi’ye mi soracak?

Selvi’nin vicdanı yeni bir hayatta ikisine de umut olmaya yetecek mi?

Elif Usman Ergüden’in anlatmak istediklerine vakıf olup işte tüm bu çatışmayı iyi anlatırlarsa, merak unsurlarını diri tutarak, tempoyu yükselterek, aksiyonu dozunda üzerindeki ölü torağından kurtularak verebilirlerse o zaman perşembe gecesinin çekişmesine ciddi anlamda ortak olurlar.

Yoksa erken gelen aşkla belki bir miktar ilgi yaratılır ama geçici süre meyvesi yenir. Bunun pek çok denenmiş örneği mevcut sosyal medya coşkusuyla bu gazı alıp o çembere sıkışmamalarını umuyorum.

Ve kötü adam olarak yazılan eski tefecileri andıran kötü adam Ender’in sopsoğuk kötü adam halleriyle başka bir esarete mahkum edilen Beril’in gelgitleri arasına sıkışan bir öykünün izleyiciyi kuşatmasını da bekleyemezsiniz. Sarp Leventoğlu ve Gülcan Arslan karakteri iyi kuşanmışlar orda sorun yok sorun olan Ender karakterinin çok robot olması.

Bu cephenin içerisine Şahika karakterinin gelmesi bu nokta da fazlaca iyi oldu bu karakterle atak, merak, tempo biraz da tebessüm yaratılarak izlenirliği sağlanırsa bu cephenin izleyiciye yakınlığı da sağlanmış olur.

Yani özetle vicdanların köreldiği böyle bir zamanda körelen vicdanların kapılarını açamasa da umuda açılan bir kapısı olduğu için önemsiyorum diziyi.

Tıpkı Yüksel Aytuğ gibi benim de tercih listemde Ölene Kadar ama tek tercihim değil ve de onun cinsiyetçi yaklaşımının ardındaki diğer dizileri hiçe sayış nedenleriyle değil bu hikâyenin vereceklerine bakarak ve gerçekten izlemekten keyif aldığım Engin Akyürek gibi bir starın böyle bir hikâyenin başrolü olduğu için tercih ediyorum. Ha o yaklaşımlı yazısına da bir sonraki yazımda daha detaylı dokunacağım elbet zira ne Vatanım Sensin ne de Cesur Güzel o denli ağır bir eleştiriyi hak etmeyen işler. Tıpkı Ölene Kadar’a yapılan tek taraflı yapıcılıktan uzak eleştiriler gibi. 

oyatekin@gmail.com                                         

https://twitter.com/#!/oyatekin (@oyatekin)

http://yurthaber.mynet.com/yazarlar/tum/1/o.tekin35

OYA TEKİN / MEDYABEY.COM

Oya Tekin/ Yaşadıkça.com köşe yazarı

Not: Burada yazılan tüm yazılarım elektronik imza ve zaman damgası güvencesi altında yasal hakları korunmaktadır. Hiçbir şekilde basılı ya da elektronik bir ortamda (CD, Internet vs.) kaynak gösterilmeksizin izin alınmadan kullanılamaz.

 
Toplam blog
: 295
: 3718
Kayıt tarihi
: 01.10.06
 
 

Milliyet Bloğa nasıl geldim ve nasıl yerimi aldım bilmiyorum. Sanırım uzun yıllar okuduğum bölüml..