Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Kasım '06

 
Kategori
Sosyoloji
 

Papa bize özenmiş midir?

Papa bize özenmiş midir?
 

Günlerdir kamuoyunu meşgul eden bir konu var: Papa'nın Türkiye ziyareti...

Hıristiyanlığın en kalabalık cemaatini teşkil eden Katolik kilisesinin (mezhebinin) inanç ve ahlâk alanında otorite olarak kabul ettiği Papa, bir anlamda dünyadaki Hıristiyanların da temsilcisi... Katoliklerin anlayışına göre gerçek Hıristiyanlık, Roma katolikliğidir.

476 yılında Batı Roma (imparatorluğu) çökerken, istilacı kavimlerin karşısında tek güç odağı olarak başında Papa'nın bulunduğu katolik kilisesi kalmıştı. O zamandan beri geçirilen çeşitli evrelere rağmen Papalık, bugün Vatikan'da dünya Hıristiyanlarının temsilcisi olmaya devam etmektedir.

Katolik kilisesi ilk kez sekizinci yüzyılda İspanya'nın ve dokuzuncu yüzyılda Sicilya'nın fethi ile, daha sonra da Haçlı seferleri münasebetiyle müslümanlarla karşılaşmış ve İslâm'ı kendine rakip gördüğü için ona karşı cephe almıştır.

"Kilise dışında kurtuluş yoktur" dogmasına göre, sadece müslümanları değil, diğer dinleri ve Hıristiyanlığın diğer mezheplerini de dışlayan ve doğru yolu sadece kendisinin temsil ettiği iddiasında bulunun Papalık (Katolik kilise), ancak 1962-1965 yılları arasında toplanan II. Vatikan konsilinden sonra kilise öğretisinin iç yapısını çağdaş şartlara uydurmuş, çağdaş hayatla arasındaki karşıtlığı yumuşatma kararı almıştır.

Asırlar boyu Batı'ya hakim olan, İslâm imajına da son derece olumsuz bakan Katolik kilisesi (Papalık), ancak bundan sonra tutumunu biraz değiştirmiş ve "diyalog" sözünü telaffuz etmeye başlamıştır.

Öncelikle kabul etmeliyiz ki, diyalog bir anlamda barış döneminde yapılan bir anlaşma çağrısıdır.

Savaşlarda genellikle yenilen taraf, çaresizlikten teslim olup her şeyi yapmaya hazır olduğunu beyan ederek anlaşma isterken, barışta anlaşma teklifi güçlü ülkelerden gelir. Bunun altında, sahip olunan güce güvenilerek kendi tezini kabul ettirme iddiası ve sevdası vardır.

Elbette karşı taraf sanıldığı kadar zayıf değilse, elindeki argümanları yerli yerinde kullanma becerisine sahipse, sonuç bir tarafın istediği şekilde olmaz. Ancak teklif sahibinin gönlünde her zaman, kendi düşüncesini kabul ettirmek gibi bir aslan yattığını unutmamak lazım.

Dinlerarası diyalog, diğer konulardaki diyalogdan daha zordur. Çünkü bir anlaşma zemini aranan her karışık işlemde, iki tarafın da menfaatine olacak alternatifler ortaya konduğu zaman, taraflar ulaşılan sonucu kolaylıkla benimseyebilirler. Ancak inanç esasına dayanan dinden taviz verilmesi söz konusu olamayacağı için, dinlerarası diyaloğun başarıya ulaşması o kadar kolay değildir.

Aslında bir yanlışı önce düzeltmemiz lazım. "Dinler" tabiri çok yerinde bir deyim değil. Çünkü ilâhi anlamda tek Tanrı'nın ortaya koyduğu bir din vardır. Başka türlü bir anlayış "tek tanrıcılık" mefhumuna da ters düşer. O zaman din anlayışı zaten çığırından çıkmış olur.

Tek bir dinin, zaman içinde uygulanan farklı versiyonları olduğunu düşünerek olaya bakarsak, Hz. İsa'nın peygamber olarak gelmesi ve İncil'le dini bilgileri yenilemesi karşısında, bazıları bağnazlık yapıp yeni peygamberi ve getirdiği kitabı kabullenmeyerek eski alışkanlıklarında ve eski bağlılıklarında devam etmek istemişlerdir.

Büyük bir çoğunluk ise yeni peygamberi ve kitabını tanıyarak kendini bir anlamda güncellemiş ve dini hayatına bu şekilde devam etmeyi uygun görmüştür. Musa'ya ve Tevrat'a olan bağlılığından vazgeçemeyenlere Yahudiler dendiğini biliyoruz.

Aynı şekilde dinin son şeklini ihtiva eden Kur'an'la insanlara tebliğde bulunan son peygamber Hz. Muhammed gelince, yine bazıları bu kez İsa'da ve İncil'de kalmaya karar verip kendini yenilemekten kaçınmış, bazıları da inançlarını âdeta update ederek son peygamberin yolundan gitmeye karar vermişlerdir.

İşte Hz. İsa'ya ve İncil'e bağlı kalmaya devam edenler Hıristiyanlar, yeni peygamberi ve yeni kitabı tanıyanlar da müslümanlardır.

Son peygamberin tebliğini uygulayan, son kitaba bağlılık gösteren bir müslüman gözüyle dinin bu şekilde anlatılması, sanki olayı kendimize yontarmış gibi bir his verse de, gerçek durum budur.

Samimi bir din anlayışında bunun insana ters gelecek bir tarafı da yoktur. Ancak işin içine siyaset girince, güç odakları dini kendi menfeatleri doğrultusunda kullanmak istedikleri için ve zaten dünyadaki dengeleri de bu güç odakları tayin ettiği için, ortaya çok farklı sonuçlar ve sorunlar çıkmaktadır.

Şimdi bu şartlarda İslâmiyet ve müslümanlık hakkında peşin bir hükmü olan Papa'nın Türkiye gezisi dolayısıyla fikirlerinde değişiklik olması, katı tutumundan vazgeçmesi, bazı konularda yumuşaması gibi bir şey sözkonusu olamaz. Zaten gezinin amacı da bu değildir.

Ancak gönlüm ister ki, herkes doğruları gördükçe yanlışlarından vazgeçmeye çalışsın. Bir insan için en büyük erdem, hatasını farkedip yanlışı terkederek doğruya yönelmektir.

Biz geri kalmış bir ülkenin insanları olarak yıllardır Batı'yı beğeniyle izliyoruz. Onların hayatında insana fayda sağlamaya yönelik ne varsa, hiç düşünmeden almaya ve kullanmaya bayılıyoruz. Çoğu zaman onların yaptıkları karşısında hayranlığımıza gizleyemeyip, "adamlar neler yapıyorlar yahu" demekten de kendimizi alamıyoruz.

Bu vesileyle hiçbirimizin aklından din değiştirmek geçmiyor ama, takdir hislerimiz de onları övmemize sebep oluyor.

Diyalog konusunda en çok tartışılan şeylerden biri, Kur'an'a ve Hz. Muhammed'e inanmayan, ama samimi bir Hıristiyan olarak bütün görevlerini yerine getiren ve dinin asıl amacı olan "iyi insan" vasfını kendinde toplayarak bir hayat yaşayan kimselerin, Allah tarafından affedilip affedilmeyeceği, onların cennete girip giremeyeceği konusudur.

Bana göre tamamen Tanrı'nın iradesine bağlı olan ve tartışılması hiçbir fayda sağlamayacak olan bu konu üzerinde vakit harcamak bile abes.

Ama elektiriği icat eden bir Edison'u insanlığa yaptığı bu hizmetten dolayı "cennetlik" olarak düşünebiliyoruz. Asıl amacın "insan olmak" olduğunu unutarak, temizlik, dürüstlük gibi sadece müslümanlara mahsus zannettiğimiz kavramları Batılılar'da görünce, şaşkınlıktan küçük dilimizi yutabiliyoruz.

Bu bağlamda ben şimdi düşünüyorum. Acaba Papa, hayatı boyunca müslümanlara hiç özenmiş midir? Onların yaptığı bir şeyi, insan için artı bir meziyet olarak görmüş müdür? Müslümanlarda gördüğü bir uygulama için, aramızda inanç farkı olsa da bir insan olarak benim bunu yapmam lazım demiş midir?

Eğer müslümanların hayatında Papa'yı imrendirecek bir farklı özellik, takdir edilecek, gıbta edilecek bir meziyet yoksa, işte o zaman günlerdir Papa için söylediklerimizin tek bir anlamı bile yok diye düşünüyorum.

Biz sadece laf ürettiğimiz sürece, hiçbir konuda haklı da olamayız, haklı olsak, başarı da elde edemeyiz.

 
Toplam blog
: 859
: 979
Kayıt tarihi
: 21.06.06
 
 

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, ekonomik..