Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Ocak '07

 
Kategori
Psikoloji
 

Papatya'nın hikayesi

Papatya'nın hikayesi
 

Bir haziran akşamıydı güneşle karşılaştığında papatya. Nerden bilirdi ki o akşamın hayatının geri kalanın da çok önemli bir rol oynayacağını, silinmesi zor derin izler bırakacağını.

Normal de papatyanın bahar da boy verip, açması, çiçeklenmesi, gerekiyordu fakat yeterli ışığı olmadığından, dal budak verememiş, nazlı, nazlı salınamamıştı varlığına anlam katan yemyeşil sevinçlerin üzerinde. Üstelik acı hatıraları vardı papatyanın dağarcığında güneşe dair.

İki defa çalmışlardı güneşini ondan, zamansız bastıran bulutlar. Henüz çocuktu ilk güneşini kaybettiğinde ve kapkara izler düşürmüştü yüreğindeki çocukça sevinçlerin aklığına. O yüzden her bahar bir yaprağını toprağa bağışlardı papatya, onu hiç unutmadığını bilsin diye... İlk öğretmenin acısıydı, papatyanın yüreğinde unutulması zor, derin kapkara izler bırakan. Bir veda bile edemeden gitmişti çiçeklerine!

İkincisin de ise henüz hayatının baharındaydı. Onu da zamansız çıkan eylül fırtınaları almıştı elinden. Ardından uzun bir süre hayata küstü papatya, birçok kez ölümün soğuk nefesini hissetti ensesinde, birçok kez karanlığın zifiri koridorlarını arşınladı. Fakat içinde kalan son ışık kırıntıları ve güneşe olan tutkusu, çekip çıkardı onu her defasında zifiri karanlığın soğuk koridorlarından.

Sonra yeni sevinçler üretti kendi kendine, yaşamını daha kolay kılmak için. Küçücük ışık huzmelerinden bile yararlandı. Aradan yıllar geçti, geçen yıllarla birlikte acılarını küllenmeyi de öğrendi papatya. Zaman zaman mutluluğu da yakaladı. Ta ki o haziran akşamına kadar.

Hiç beklemediği bir anda çıkmıştı karşısına bu güneş. Ne kadar da benziyordu hayatının baharında kaybettiği güneşine. Tıpkı onun gibi gülüyor, onun gibi bakıyor, onun gibi sarı sıcak ışıklar saçıyor etrafına. Kucağında tuttuğu bağlamanın telleri arasında kayboluyordu adeta türkü söylerken.

Kendini zamansız karşısına çıkan bu güneşin büyüsüne kaptırdı papatya.

Heyecanlanmıştı!..

Hesapsız, kitapsız, çocukça sevinçler üretti kendi kendine. Tüm benliğini de ortaya koyarak, kendini tamamen bu ışığa endeksledi papatya. Ondan aldığı ışıkla belki de hiç açmadığı, açamadığı kadar parlak rengiyle açtı papatya, tenini çepeçevre saran bembeyaz bedeninin tam ortasında.

Oysa gözünden kaçan birçok şey vardı papatyanın. Bu güneş hiçte onun zannettiği gibi bir güneş değildi. Güneş evrim geçirmiş, belki de bir başkasının ona verdiği zarardan dolayı kocaman bir delik açılmıştı güneşinin kalbinin tam ortasında. Oluşan bu boşluktan olsa gerek oldukça zararlı, tehlikeli ışınlar yayıyordu etrafına.

Papatya bunu fark etti, etmesine ya, iş işten çoktan geçmiş, maruz kaldığı bu ışık tüm ruhunu esir almıştı. Oysaki tek isteği vardı papatyanın. Onunla biraz olsun sohbet etmek, onu anlamak ve kendine çok fazla gelen bu sevinçleri onunla da paylaşmak. Ama güneşi, onun hiçte anlamak istemediği bir biçimde aralarına bir çizgi çekiyor ve ne o çizginin fazla içine girmesine, nede dışına çıkmasına izin veriyordu. Belki de yaydığı ışığın ne denli tehlikeli olduğunun bilincinde olan güneş, papatyanın zarar görmesinden korkuyor ve ona zarar vermek istemiyordu. Çünkü oda papatyadan aldığı ışıkla besleniyor ve kendisinin ilham veren bu ışığı idareli kullanıyordu. Güneşsiz nefes alamayan papatya için ise bu durum katlanılması oldukça çok zor bir işkence haline dönüşüyordu.

Bu esnada defalarca küstü güneşine papatya, defalarca uzaklaştı. Fakat ne zaman uzaklaşsa, ne zaman yüzünü çevirse güneşten, güneş bir biçimde papatyaya ulaşıyor, tekrar tekrar ona geri dönmesini sağlıyordu. Papatyanın gün ışığına olan tutkusu ve ihtiyacı da bu dönüşleri kolaylaştırıyordu. Defalarca canını yaktığı halde, olanları bir çırpıda unutup, kendini güneşin o yakıcı ışınlarına siper etmekten alıkoyamıyordu. Bu gelgitler sırasında bir hayli çözmüştü aslında güneşi papatya.

Güneş, aslında birçok papatyaya aynı ışığı gönderiyor, istediğinin kendine dokunmasına izin veriyor, istemediklerini ise çizginin dışında tutuyordu. Ona dokunanları bir daha görme olasılığınız yoktu. Bu konuda kendini o kadar geliştirmişti ki, öncelikle tüm papatyaları gözlemliyor, her birine ait özel ışıklar keşfediyor, sonrasında dâhice kullanıyordu onları her birinin üzerinde.

"Çok acı bir tecrübe yaşamış olmalı diye düşündü papatya, " bunun başka bir izah tarzı olamazdı çünkü.

Papatya her şeyin farkına varmıştı varmasına ama tüm farkında lığına rağmen bir türlü ondan kopamıyor, onun çekim alanının dışına çıkamıyordu, tıpkı diğerleri gibi. Çünkü papatya da ondan aldığı ışıkla besleniyordu.

Fakat için de öyle bir his vardı ki, aslında güneşte etrafına yaydığı bu zararlı ışıklardan rahatsızlık duyuyor, fakat içinde taşıdığı çift kişilikten bir türlü kurtulamıyor, içinde bulunduğu koşullar da onun bu durumdan kurtulmasını zorlaştırıyordu.

Fakat papatyanın ne bunlara dayanacak, ne de güneşin yaptıklarını mazur görecek hali kalmamıştı. Çünkü yaşanan her gelgit olayı papatyaya büyük zararlar veriyor, sonrasında oluşan yaralar ise, onun zaten zayıf olan bedeninin daha da zayıflayıp, çelimsizleşmesine neden oluyordu.

Ne istiyordu ki tepesinde zamansız dolanan bu güneş ondan. Papatya çok yorulmuştu! Nazım'ın deyimiyle, "Şarkı dinlemek değil, şarkı söylemek" istiyordu artık.

Papatya bu işe bir son vermesi gerektiğini biliyordu artık. Bir karara varmalı ve ona sadık kalmalıydı. Ya daha az ışıkla yaşamayı öğrenecekti, ya da tüm hayatında köklü değişiklikler yapacaktı.

Biliyordu ki oldukça zorlu bir süreç onu bekliyordu. Ama yine biliyordu ki, her ne kadar zorlu olsa da gideceği yol, her ne kadar içi yansa da, acısa da, o yine yeni sevinçler bulup, yeniden başaracaktı. Her defasın da olduğu gibi!...

Nede olsa onun kalbinde oluşmuş kocaman bir delik hiç olmamıştı bu güne kadar, bundan sonrada olmayacaktı!...

A.Sarıkaya....25...Haziran...2005

 
Toplam blog
: 669
: 1503
Kayıt tarihi
: 19.01.07
 
 

Bir on dört mart sabahı güneş henüz arz-ı endam ederken üzeri yongalarla kaplı, küçük pencereli, ..