Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Eylül '09

 
Kategori
Mizah
 

Para-dikme

Para-dikme
 

Resim: Netten alıntı


Şimdi değerli hocam Pirmete bir soru atmış ortaya. Sorunun muhatabı belli olmadığına göre, kendimi feda edip, belki cevaplayabilirim diye, kendi çapımda irdelemeye çalıştım sorunun cevabını. Hocam ne der bilmen gari... :))

http://blog.milliyet.com.tr/Rahaaat!!!____Zzroooll!!!/Blog/?BlogNo=205691

Mesela…

Anlamamış, anlaşılmamış, anlaşılmadığı içinde huysuzluk yapan, vardan yoktan anlamayıp, istediği şey veya şeyler alınıncaya kadar kendini yerden yere atan, huysuz, histerik, bencileyin bir çocuk olabilir mi (?) paradigma.

Belki de…

Para para para diyen Napolyon’un kılıcının kıvrımında saklıdır ha...

Bu fikir daha bir gizemli gibi geldi sanki bana ve aradığım cevabı bulmak için aldım dikdim parayı karşıma. O bana, ben ona baka, çok yönlü düşünmeye, dökmeye, görmeye çalıştım. Neydi bu paradigma olayı?

Tüm yönleriyle görmek! Ciğerine kadar görmek! görebilmek için ölesiye paraladım kendimi. Yılmadım. Yorulmadım. Çok çalıştım. Görmeye… Baktım, baktım, baktım!

Sağından bakıyorum olmuyor, solundan bakıyorum olmuyor, önünden, ardından, yanından, yöresinden, çevresinden, çepeçevresinden ama tık yok. Ne yandan baksam da olmuyor. Bir türlü göremiyom tamamını. Bir türlü tutturamıyom kıvamını. Tutti furutti gibi sırıtıyor, nanik yapıyor, dil çıkarıyor karşımda meret. Göremezsin ki… Göremezsin ki…

Al dedi şeytanın biri, çal duvara. O kadar yani... O kadar delirdim. Delirmesem de deliresiye oldum. Yok, yok, yok. Her yanını görebilmenin imkanı yok.

Baktım böyle giderse delirecem! Paraya kıydım, gözlükçüye gidip üç boyutlu bir gözlük aldım kendime. Hem de Rayban! Dikdim parayı karşıma. Sağından baktım, solundan baktım, yanından, yanı başından. Yok, yok, yine yok! Öncekine göre ehhh biraz daha iyi ama yine de ciğerini, dalağını göremiyom gözü kör olası paranın.

Acaba oturduğumdan mı böyle deyip, amuda kalktım, çift parende attım, göbek attım, cimdik attım. Yine yok!

Tam o sırada ultrason cihazı gelmez mi aklıma. Ultrasona sokarsam belki her biyanını görürüm bu meretin dedim ama... ultrason cihazı dediğin de git gözlükçüye al rayban'ı değil ki... Anasının nikâhı!

En iyisi hastaneden birini ayarlayıp, neyse parası vereyim, çektireyim diyerek hastaneye gidip, tanıdık bir hemşire buldum ve durum böyle böyle diyerek izah ettim, anlattım kendisine.

Önce, sen deli misin, ne misin, kafayı mı yedin (?) dercesine uzun uzun baktı yüzüme ama ısrarlarıma dayanamayarak, iyi gidip bi soralım en azından diyerek ultrasonografinin yolunu tuttuk beraberce...

Ultrasonografist; “radyoloji uzmanı” :)) şöyle garip garip yüzümüze baktıktan sonra, biz derdinize derman olmayız ama belki emar isteklerinize cevap verebilir diyerek bizi emar çekim merkezine yönlendirdi. Biz de hay hay diyerek, 300 papel bayılıp sonucu aldık ama bu defa da sonucu aydınlatacak bilim adamı yok ortalıkta.

Dört döndük, dörtgen olduk, gönye olduk, pergel olduk, bu sevda uğruna yok yok yine yok. Ne paranın, ne digmanın tam karşılığını açıklayabilen bir paradigmatist yok.

O sinirle çıkıp dikeni de dikmeyeni de diye söylenirken tesadüfen bulduk çözümü. Hani Türkler hep tesadüfen bulur muş ya… Bu da öyle oldu. Tesadüfen!

Onca aranıp durduğumuz şey, zurnanın son deliğiymiş meğer…

Zurnanın son deliğinden bakıp, kurdun midesinde acıdan kıvranan kırmızı başlıklı kızın çürüyen dişini tek hamlede çekebiliyorsan eğer, para-dikme olayının da sırrını çözmüş, ciğerini, midesini, dalağını görmüş oluyormuşsun. Sonunda gördük biz de! Ne mide kaldı, ne dalak, ne farz-ı çözülmedik mahal.

Bir para-dikme maceramız daha burada son bulurken, paradigmanın sırını da çözdüğümüze göre (!) zurnanın son deliğini kapatabilir, sonbaharın ahesteden ahesteden kendini göstermeye başladığı şu günlerde, masmavi bir gökyüzünü arkada bırakmanın hüznüyle, nispet yaparcasına... arkada bıraktıklarını düşünmeden (!) gökyüzüne zül rengi bulutlar ekip, ardına bakmadan giden , göynü gırık turnalara el edip, baharın er geç yüzümüze gülümseyeceğini düşünerek, hüznün vuranını tarumar eden, gulyabanisine son (!) verip, davetkar bir kadın gibi… kucağını açmış sizi bekleyen, yumuşacık tüylü, kadife soylu, kaplan huylu, çukulata tadında bir battaniyenin davetkar sıcaklığıyla motive edin, üşütmeyin sakın düşlerinizi…

Göynügüzden sevgi, yüzünüzden gülücük, dilinizden aşk nameleri eksik olmasın. Kalın, yediveren gül tadında…

Olmuş mu hocam? :))

 
Toplam blog
: 669
: 1503
Kayıt tarihi
: 19.01.07
 
 

Bir on dört mart sabahı güneş henüz arz-ı endam ederken üzeri yongalarla kaplı, küçük pencereli, ..