Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Ocak '18

 
Kategori
Felsefe
 

Paradigmanın Paradoksu

Paradigmanın Paradoksu
 

Auschwitz Kampı’nın giriş kapısı


Aile, okullar, işyerleri, dernekler, sendikalar, partiler…

Yaşamımız, içinde var olduğumuz, üyesi bulunduğumuz “örgütler”in içinde ya da diğer “örgütler”in paralelinde başlıyor, sürüyor, sonlanıyor.

Örgütler, bilinçli ve/veya bilinçdışı süreçlerin ürünleridir. Bizlerin, istemli ya da istemsiz, bu süreçlerden kaynaklanan imge, düşünce ve eylemlerin tutsağı olabileceğimizi hiç düşündünüz mü?

Foucault’ya göre, “Bütün örgütler birbirine benzer ve hapishaneleri model alırlar”. Aslında Ruhların Hapishanesi fikri ilk olarak Socrates’in “görünüş, gerçeklik ve bilgi” arasındaki ilişkileri incelediği ünlü mağara alegorisiyle Platon’un “Devlet”inde karşımıza çıkar.

Söz konusu alegori, ağzı parıldayan bir ateşin ışığına açılan bir yeraltı mağarasını tarif eder. Mağaranın içinde kımıldayamayacak şekilde zincire vurulmuş insanlar vardır. Ancak önlerindeki mağara duvarını görebilmektedirler. Duvar ateşin ışığıyla aydınlanır ve ışık insanların ve nesnelerin gölgelerini duvara düşürür. Mağara sakinleri gölgeleri gerçeklikle özdeşleştirirler, o gölgelere adlar verirler, onlardan söz ederler ve hatta mağaranın dışından gelen seslerle duvardaki gölgelerin hareketleri arasında bağlantı kurarlar. Mahpuslar için hakikat ve gerçeklik bu gölgeler dünyası demektir, çünkü başka bir bilgileri yoktur. Ne var ki, Socrates’in anlattığı gibi, mağara sakinlerinden birinin mağaradan çıkmasına izin verilecek olsa, ona göre dünya çok farklı bir yer olacağı için asla eskisi gibi yaşayamayacaktır. Kuşkusuz, mağaraya kapatılmasını içine sindirmekte zorlanacak ve arkadaşlarının düştüğü duruma acıyacaktır. Ancak edindiği yeni bilgiyi arkadaşlarıyla paylaşmayı denese, görüşlerinden ötürü belki de kendisiyle alay edilecektir. Mahpuslara, mağaranın tanıdık görüntüleri, hiç görmedikleri bir dünyadan çok daha anlamlı gelecektir. Dahası, yeni bilgiyi benimseyen kişi artık gölgelerle ilgili inanca göre davranamayacağı için, diğer mahpuslar dışarıdaki dünyayı tehlikeli bir yer, sakınılması gereken bir şey olarak göreceklerdir. Yaşadıkları deneyim, alıştıkları görme biçimine aslında daha sıkı sarılmalarına yol açacaktır.

İçinde yaşadığımız ve üyesi olduğumuz örgütlerde de algılarımız, düşüncelerimiz, duygularımız duvarlarla kuşatılmıyor mu? “Paradigma” adı veriliyor bu duvarlara. Ya da daha bilindik bir ifadeyle “algı dayanakları”.

Bir paradigmaya başlangıçta iş görebilmek için gereksinim duyulur, evet, ama paradigmanın içine tıkılıp kalma tehlikesi de vardır. O zaman yeni düşünce olanaksız hale gelir. Bu durum “paradigmanın paradoksu”dur. “The Icarus Paradox” (İkaros Paradoksu) adlı kitabında Danny Miller bu sürecin analizini sunar; örgütlerin kısır bir döngü içine girebileceklerini, bunun sonucunda zaferlerin ve güçlü yönlerin o örgütlerin yıkımına yol açan zaaflara dönüşebileceğini ileri sürer.

Bir Yunan mitoloji kişisi olan İkaros mumdan yapılma kanatlarıyla uçarak güneşe o kadar yaklaşır ki, kanatları eriyerek ölümüne yol açar. Kanatlarla yaratılan güç, sonuçta İkaros’un yok olmasına yol açmıştır. Benzer biçimde, güçlü örgüt kültürleri de hastalıklı bir hale gelebilir. Güçlü gelecek vizyonları kör noktalara yol açabilir. Görme biçimleri, görmeme biçimi haline gelebilir. Ve görenler, görebilenler; görmeyenlerin, göremeyenlerin hedefi olarak bulabilirler kendilerini.

Thomas Kuhn, egemen bir paradigma ile çözülebilecek sorunları “puzzle”, çözülemeyen sorunları ise “anomali” olarak adlandırıyor. Bir sistemde anomaliler arttıkça hoşnutsuzluk, eleştiri, çatışmalar ortaya çıkar ve doz giderek artar. Ancak egemen gruplar bu durumun geçici olduğuna inanırlar; anomalileri görmezden gelirler, olumsuz verileri ve bilgileri göz ardı ederler ya da anomalilerin ciddi olmadığına ilişkin kanıt arayışı içine girerler. Bu tutucu tavırlara karşılık, “tetikleyici olaylar” gelişir. Tetikleyici olaylar; sistemin içinde veya dışında gerçekleşen, normal dönemde geçiştirilebilecek, ancak anomali döneminde sistemin dengesini derinden etkileyen, çoğu zaman da küçük sayılabilecek olaylardır ve egemen paradigmaya ilişkin sorgulamaları tetikleyerek hızlı bir artışa yol açarlar. Bu durum, “kriz dönemi”ne işaret eder. Sistemdeki dengeler alt üst olur. Egemen paradigmanın sadık savunucuları ile “alternatif”i deneme girişimindeki azınlık arasında çelişkiler ve çatışmalar başlar; baskı altına alınırlar, toplum dışına itilirler. Söylemleri ve eylemleri yanlış, sapkın, art niyetli olarak nitelenir.

Çoğumuza tanıdık gelebilecek bu fotoğraf, hasta bir örgütün fotoğrafıdır.

Varsayımlarımızı, inançlarımızı, duygularımızı ve algı dayanaklarımızı gözden geçirerek ötelememize işaret eden “hasta” örgütlerin tedavisini ya da “kriz” yönetimini bir diğer yazıda ele alalım.

 

 
Toplam blog
: 10
: 222
Kayıt tarihi
: 07.12.17
 
 

Kimya Mühendisi, Yönetim Doktoru ..