Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Ağustos '07

 
Kategori
Sivil Toplum
 

Paranoya ve sol toplum

Paranoya ve sol toplum
 

Türkiye’de son dönemlerde yaşanan siyasal çekişmenin ve daha da önemlisi bu çekişme neticesinde yaşanan toplumsal kamplaşmanın, perde arkasını açıklamakta çok zorlanmıyorum.

Cephelerin esas aktörlerinin duruş noktaları son derece net; Bir kesim, küçük bir grubun yaşam tarzı ve çıkarına uygun faaliyet gösteren sistemin kendilerini dışlayan anlayışını red edip, kendi yaşam kültürleri ve siyaset yapma talepleri ile yeni bir düzen önerirken, diğer kesim ise mevcut düzenin ve kendilerine sunduğu imtiyazların ortadan kalmasına itiraz ediyor.

Siyaset biliminin incelikleri ile bu güçler çatışmasını çok farklı şekilde tahlili yapılabilir. Gerek aktörlerin niyetleri, gerek sahip oldukları güçler, dayandıkları toplumsal kesimler, ekonomik altyapı, tarihsel kökler, geleceğe dair öngörüleri bir ölçüde bu satranç oyununun hamlelerini belirliyor.

Ancak benim esas çözmekte zorlandığım nokta, bu esas aktörlerin çatışması esnasında, özellikle düzenin bekaasından taraf olan ve anlaşıldığı üzere güçleri gittikçe azalan kesimin etki alanında yaşayan toplumun yaşadığı ruh hali.

Bu kesimi, genel anlamda sol camia olarak tanımlayabiliriz. Gerçi, cepheyi geniş tutma amacı ile daha apolitik bir tanım olan “laik cephe” ismi kullanılsa da, bu karşı koyuşu ciddi anlamda dile getirenler genel anlamda toplumun sol cephesi. Elbette içinde, kendi siyasal kimliğini merkez sağ olarak tanımlanabilecek insanlarda var. Ancak bu kesimin, "laik cephe" içindeki payının son seçimle birlikte önemli ölçüde eridiği gözleniyor.

Şimdi itiraz edilip, ülkenin milliyetçi siyasal kimlik taşıyan kesimlerinin de, bu cephenin bir üyesi olduğu söylenebilir. Özellikle “ulusalcılık” adı ile oluşturulmaya çalışılan koalisyonda onlarında yer aldıkları ifade edilebilinir. Ancak bu kesimin, milliyetçi politikalara oy veren tabanı, aslen sol camia ile yan yana durmaktansa, inançlı-sağ kesimle yan yana durmayı tercih eder. Yukarıdan kendilerine bu şekli ile sunulan şablonu olduğu gibi kabul edebilecek bir taban değildir.

Biz tekrar ana konumuz olan, sol camiaya gelelim. Bu camianın, şu an için ciddi bir paranoya yaşadığına şüphe yok. Üzerlerinde sürekli bir tehdit hissediyorlar ve sahip oldukları yaşam kültürünün ellerinden zorla alınacağını düşünüyorlar.

Bu korku kültürünü yaratan gerçek risklerin olmadığını söyleyemeyiz. Dünyada Müslümanların çoğunlukta yaşayıp da, demokrasi ile yönetilmeye çalışılan tek devletin vatandaşı olmaları başlı başına bir riskin göstergesi elbette. İnancın, beşeri kanunları değil de ilahi kanunlara öncelik tanıyan bir sistem olması ve inançlarını siyasetin önüne çıkaran kesimlerinde yönetimde söz sahibi haline gelmesi elbette tedirginlik gerekçesi.

Ancak, ben bu paranoyayı yaratanın, temelde var olan risklerden çok, siyasal mücadelenin esas aktörleri tarafından topluma zerk edilen komplo teorileri ile süslü korku senaryoları olduğunu düşünüyorum. Yaklaşık üç yıldır, başta CHP olmak üzere, “ulusalcı” politikaların fikir babaları ve militanları tarafından, ülkenin yöneldiği rotadan koparmak için, toplumda ciddi bir paranoya yaratma çabasının olduğunu kolaylıkla gözlemleniyordu.

Büyük olasılıkta bunda, korku kültürü derinleştikçe, insanların ne kadar beğenmeseler de kurulu düzene sahip çıkacakları fikri yatıyordu. Son tahlilde bu halkın hep korku ile eğitildiğini, korku ile hizaya getirildiğine inanıyorlardı ve duruma göre kullanılan argümanlar değişse de, korku edebiyatı her zaman işe yarıyordu. “Din elden gidiyor”, “vatan eden gidiyor” sloganlarının son versiyonu da “laiklik elden” gidiyor oldu.

Cahil insanlar topluluğuna, ellerindeki en kıymetli varlık olarak gördükleri dini kaybetmekte olduklarını söyleyerek galeyana getirmek, dışarıdan ne kadar komik bir görüntü ise, diğer yanıyla da “laiklik elden gidiyor” sloganı ile bu ülkenin en eğitimli kesiminin korku dağlarını bekler hale gelmesi de en az bir o kadar komik aslında. Ancak ülkemizde ki, sol kesimin -bence alevi toplumun ağırlığı oldukça fazla- bu ülkede siyaset yapıp kendi yaşam alanlarını korumak ve akla dayalı bir düzeni kurmak için çabalayacaklarına, kendilerine zerk edilen korku edebiyatının etkisi ile paranoya kapılıp ölümlerini bekler hale gelmesi son derece ilginç.

Ve bence esas ilginç olanda, ülkemizde solun, son derece kolay bir şekilde, hiçbir sorgulamada bulunmadan bu paranoyaya kapılması. Bu durum, aslında solun, oldukça uzun bir süredir sağlıklı düşünme kabiliyetini kaybettiğini düşündürtüyor bana.

Sol fikriyat ve fikriyatın etkisi altında yaşayan toplum, beynine oksijen gitmeyen bir varlığa dönüşmüş durumda. Bu durumda da ortaya kafatasının içinden komut almayan bir bünye çıkıyor. Kendisini koruyan ve kollayanlarca, dış tehditlere karşı korkutmalarla korunmaya çalışılan ve kendisine sunulan hazır reçeteleri kabullenen bir aciz görüntü sergiliyor sol camia.

Peki, bu beyine oksijeninin gitmemeye başladığı dönem ne diye soracak olursanız size kolaylıkla 12 Eylül tarihini verebilirim.

Siyasetin yaşam damarları ile bağları koparılan, okuması, düşünmesi, sorgulaması, red etmesi, çözüm üretmesi ve alternatif geliştirmesi yasaklanmış bir fikriyatın ve camiasının da bu hale gelmesine şaşmamak gerekir elbette.
Artık, düzenin yeni güçlerinin bu hasta topluluğa iyi davranması ve korkularını beslememesini beklemekten başka da elden bir şey gelmiyor ne yazık ki.
 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..