Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Ocak '13

 
Kategori
Edebiyat
 

Pargalı İbrahim olmak

Pargalı İbrahim olmak
 

               Tarih; büyük olayların haricinde şahsiyetlerin hayatlarında gizlenen ibretlik öykülerle doludur. Osmanlı tarihiyle ilgili çocukluğumda ilk öğrendiğim ve anlam veremediğim olayların başında taht kavgaları, kardeşin kardeşi öldürmesi ya da babanın kendi iktidarı için tehlike gördüğü evladını katletmesiydi. Babadan oğla geçen hükümdarlık her geçişte kanlı bir miras bırakıyordu ardında. Devletin bekası adı altında işlenen cinayetler, farkında olmadan sonunu getiriyordu imparatorluğun. Çünkü masum kanıyla sulanan her toprak, çatlatıp kabuğunu bir gün dağılmaya mahkumdur.

                Televizyon kültürüyle beslenen bir toplum olarak her gece ayrı bir diziyle uyuşturulan insanları her ne kadar eleştirsem de arada ekrana düşen emek verilmiş çalışmaları görmezden gelemiyorum. Kanuni Sultan Süleyman’ın hayatından esinlenerek kaleme alınan “Muhteşem Yüzyıl “ dizisi son yılların en başarılı gösterimlerinden biri olarak kabul ediliyor.  Dizide en çok ilgimi çeken Pargalı, Makbul, Maktül, Frenk lakaplarıyla anılan, Damat İbrahim Paşa’nın hayatı oldu.

                O’nun hayatında hepimiz için ibretlik olacak öyküler, duygular ve hazin düşler vardır. Kader daha doğumda belirliyor kimin köle kimin efendi olacağını. Sınır hep önümüzde,  hassas olduğu kadar keskin, aşılır görünse de bir o kadar zahmetli ve çetin bir yol. Değil mi ki sıratı geçmek dedikleri, aşıp sınırlarımızı, unutup kulluğumuzu Efendi’ye varmaktır. Ve ne yaparsak yapalım tüm mevkileri makamları ele geçirip, dünyanın tek hâkimi de olsak kulluk bilinciyle Yaradan’ın kölesi olmadıktan sonra bir adım ötesi Firavun olmaktır. Nefislerin kendilerini Tanrılaştırdığı yerde kulluğu reddeden İbrahim, sıratta kalan, köprüyü geçemeyen İbrahim, hangi erdemleri sırtlayıp hangi duygulardan arınınca dostun gönlünde ebedi kalınır?

                Hırsından, kibrinden, yenemediği nefsinden dosta varamadı İbrahim. Kalbindeki zerre kadar kibir helakiydi insanın. Daha küçük bir çocukken sevdiklerinden, yurdundan koparılıp kaçırılan köle diye satılan çocuklardan biriydi. Tıpkı Hürrem Sultan gibi, aynı yaradan aynı özlemden muzdaripken en çok ikisi birbirini anlayacakken düşman oldular birbirlerine. Biri dostunu diğeri sevgilisini kıskanıyordu. Sevilen bir olunca önemi kalmıyordu aynı zorlu yollardan geçmiş olmanın. Yaradan’dan içimize düşen kordu kıskançlık,  bu nedenle ortak istemiyorduk sevdiğimize…

                Bir fermanla kendinden bile koruduğu İbrahim’ini misafir ettiği yan odada dört dilsiz cellâda boğdururken neler hissetmişti Sultan Süleyman?  Mevzu bahis imparatorluğun bekası olmasaydı tek bir teline zarar gelsin ister miydi? Ve bu kadar sevilmeseydi İbrahim, bu kadar büyütmeseydi egosunu  “ İmparatorluğu yöneten benim, ben ne dersem o olur , ben Aslan terbiyecisiyim” der miydi?

Kader daha doğumda belirliyor kimin efendi kimin köle olacağını

Ve kendi şiirini okuyor herkes sonunda

Ben İbrahim

Cenneti cehennemi hep içinde taşıyan,
kendi şeytanıyla dost, postun şeyhiyle müttefik, ama hep tetik
arafın yüce kapısının sadık bekçisi, kapıkulu İbrahim.
Sultan Süleyman'ın mahreminde, sırrında, ama hep sınırda olan İbrahim.
Hünkârının derin gözlerinde her gün kendi cenazesini seyreden İbrahim
sultanının gözlerine baktıkça ölüme koşarak giden İbrahim.
Ölümüne kaza namazları kılınan İbrahim...

 
Toplam blog
: 70
: 863
Kayıt tarihi
: 18.01.08
 
 

Eğitimci, yazar... Denizin Üvey Kızı ve Hayalbaz şiir kitaplarının şairi... Bilgisayar öğretm..