Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Nisan '07

 
Kategori
Anılar
 

Paris' te Türk İstanbul' da Ermeni olmak

Paris' te Türk İstanbul' da Ermeni olmak
 

Ikibinli yillarin hemen basindaydi...

Ilk Paris maceram.

Asiklar sehrinde asksiz mesksiz ve amacsizca, oylesine dolasiyordum... O methede methede bitirilemeyen, sehrin neresinden bakarsan bak mutlaka gorulen Eyfel Kulesi’de hayallerimi yikmisti. Koca bir metal yiginindan ote birsey degildi. Ya benim o gun genel anlamda keyfim yoktu, ya da gokyuzunu kaplamis kapkara bulutlarin altinda isiklar kenti Paris de pek bi somurtgandi !

Kim bilir ?

Insan ilk kez geldigi bir sehirde, yol iz bilmeden nasil dolasir. Nerelere gider ? Hangi sapaklardan doner, hangi kavsaga ciktigini nereden bilir ? En onemlisi, memlekete dondugunde gezip gorduklerini hangi sekle semale sokarak anlatir?

Koca sehirde boyle amacsizca gezip dolasirken, gunluk bir metro bileti alip butun sehri metro istasyonlari araciligiyla gezmeye karar verdim. Birinden binecek, oburunde inecek ama mutlaka ilk basladigim noktaya geri donmus olacaktim. Londra Metrosundan tecrubeli oldugum icin, metro haritasi okumayi biliyorum Allahtan! Aslinda insan salak olsa yine yolunu sasirmaz bu labirenti andiran yerin yedi kat dibindeki metrolarda ama... Metroyla henuz tanismis bir ulkenin cocuklari olarak tedbiri elden birakmamak gerektir...

Tikkidi tikkidi yol aliyoruz. Bilindik metro manzaralari. Sikis tepis vagonlar, mutemadiyen ellerindeki kitap dergi gazeteleri okuyanlar, inenler, inenlere yol veren binenler... Hangi istasyondan girdim, simdi hangisinden cikmak uzereyim bilmedigim bir hatta, vagonda uc kisiyiz. Yanyana oturmus, yaslari hayli ilerlemis ama yuzleri akca pakca iki kasketli adam. Birbirlerinin dizlerine dokunarak konusuyorlar. Ve oyle ki, kulaklari iyi isitmediginden olsa gerek (hem de metro gurultusunden mutevellit) soylediklerini defalarca tekrarladiklari, zaman zaman da cok yuksek sesle konustuklari oluyor. Hemen karsilarinda oturuyorum. Neredeyse diz kapaklarimiz birbirine degecek. O kadar yakin. Adamlarin konusmalarina dikkat kesiliyorum. Cunku zaman zaman ne dediklerini anliyormusum gibi geliyor, sasiriyorum.

Fransizca, zaten bilmiyorum. Ama ses ahengine alisik kulaklarim. Ama arada sanki Turkce ve bir baska dil daha konusuyorlar.

-...................................

-Olur mu canim? Cocuklari da alir gelirler belki.

-................................................ -.................................;

-Sen yine de isi sansa birakma. -.............. ..............

-Ararlarsa sen soyle..

Yok yok! Bal gibi de Turkce konusuyor bu adamlar. Paris sehrine ilk kez gelmis, dilini disini anlamadigi bu ulkede yapayalniz metrolarda dolasan bir zavalli turist tarafim kabardi ve kendimi tutamayip, bu iki sevimli ihtiyara Turk olup olmadiklarini sordum.

Turkce!.

Once kotu kotu baktilar yuzume. Sonra da birbirlerinin yuzune.

-Yok. Turk degiliz.

-Ama Turkce konusuyorsunuz.

-Ermeniyiz. -.....

Hic ara vermeden devam ediyorlar. Biri birakiyor, digeri aliyor sozu.

- Dedelerimiz Sivas’ta oturuyorlardi. Ali Baba mahallesi derler, guzel yerdi. Buyukce tas avlusu olan iki katli bir evimiz vardi. Cocuklugumuz hep o avlularda, mahallelerde gecti.

Tesadufe bak ki, ben de ayni mahallede bir Ermeni evinde dunyaya geldim ve butun cocuklugum o tas avlularda kiraz agaclarinin tepesinde gecti. Bunu onlara soyleyip soylememek konusunda kararsiz kalmistim ki;

-Sen neresindensin?

-Ben Istanbul’dan geliyorum.

-Istanbul’da iki tane torunum var benim. Sisli de oturuyorlar.

-Bizim kimsemiz kalmadi. Kac seneler oldu Istanbul’u gormeyeli.

Allahim ne tatli iki ihtiyar. Ne de guzel anilari var. Onlar konustukca kendimi surukleyici bir romanin satirlari arasinda gibi hissediyorum. Ruya gibi. Suratima yerlesmis tebessumle, kendimi kaptirmis bu gecmis donem hikayelerini dinliyordum ki, sol kolumda bir aciyla irkildim !. Adamlardan biri kolumu kavradigi gibi bukmus ;

-Siz, diyordu.

-Siz. Iki milyon insanimizi kestiniz. Hem de coluk cocuk demeden. Hamile kadinlarimizin karinlarini destiniz.

-Aman ne munasebet canim. Birakin kolumu. Canimi acitiyorsunuz. Hem atalaramizin arasinda gecmis bir olayi biz simdiki kusaga maledip, suclamanin ne anlami var diye kolumu kurtarmaya ugrasirken, bu sefer de digeri yumruk yaptigi sag elinin isaret parmagini bukmus dizime dizime vuruyordu.

-Katilsiniz katil. Katil ruhlu insanlarsiniz. Bosuna barbar dememisler size. Yerlerimizden surulup, yasadigimiz topraklari terk etmemiz isteninceye kadar sizlik bizlik olmamisti aramizda. Cocuklar mahallede hep birlikte oynar, annelerimiz degis tokus ettikleri tencerelerde yemek yapar, elinde olan olmayanla paylasirdi. Boyle buyuduk biz. Ayrim kayrim bilmeden. Bak simdi bu yaban ellerde memleketimize hasret, olumu bekliyoruz.

O gune kadar uzerinde hic dusunmedigim Ermeni meselesinin canli taniklarinin, Paris metrosunda yolumu kesecekleri varmis demek ki...

Canimin acisini unutmus, anlatilanlara kaptirmistim kendimi yine. Hem zaten onlar da azicik itip kakarak bedenimi, rahatlamislardi galiba. Laf donup dolasip, Paris’de ne aradigim sorusunda odaklandi. Yalnizca bir turist oldugumu, uc arkadasimla geldigimi ama onlarin baska planlari oldugu icin ben de bugunu yalniz gezerek gecirmeyi tercih ettigimi soyledim. Tren durdu.

-Istersen bizimle gel, bir cayimizi ic.

Hani insanin basiretinin baglandigi, kaderinin yazilmaya basladigi anlar vardir. Aslinda bilirsin o anda o seyi yapmaman gerektigini ama bir sey seni durter ve engel olamazsin olanlara. Sanki hersey senin disinda gelisiyormus gibi olur. Bana da aynen oyle oldu. Hikayeleri ne kadar ilginc olursa olsun, son on dakikadir beni itip kakan bu iki ihtiyarla hic bir yere gitmemeliydim.

Ya atalarinin hincini benden almaya kalkarlasa. Ustelik, nerede oldugumu da benden baska kimse bilmiyor.

Aklimdan bunlar gecerken, kendimi iki adamin arasinda, onlarin evlerine dogru yol almis buldum.

Cift tarafli, koyu yesil boyali koca bir kapinin onunde durduk. Soldaki duzenekten ilgili sifre yazildi, kapi tik diye kendiliginden acildi.

Yuzleri birbirlerine donuk, alti apartmanin yer aldigi kocaman genis bir avluya girdik. Seksek oynayan cocuklar, kapi onlerinde oturmus el isi yapan kadinlar. Mutfak penceresinden gorunen, yemek karistirirken sarki soyleyen, ben yaslarda bir genc kiz. Yasli bir cinar agacinin altina kurulmus bir plastik masa etrafina dizilmis, yaslari hayli ilerlemis adamlarin domino ve tavla sesleri. Kendi dunyasina dalmis, nargile fokurdatanlar...

Sanki, Paris’in o aristokrat sokaklarinda dolasip da bulmamisiz burayi gibi. Arnavutkoy’de bir mahalle, ya da Uskudar’da bir aile kahvesi...

Inanilir gibi degil.

Icime su serpiliyor. Boyle bir ortamda, kitir kitir kesemezler bu adamlar beni.

Ortasinda kucuk bir eros heykelinin yer aldigi minik bir havuz basinda duruyoruz. Apartmanlarin arasindan gunes avluya vuruyor. (Sehrin ustundeki kapkara bulutlar buraya hic ugramamis, ugramiyormus gibi bir sevimli hava var avluda) Uzeri el isi ortulerle kaplanmis, hasir yastiklarin oldugu bir somyaya oturuyoruz. Az sonra yakinimizdaki apartmanlardan birinden bir kadin cikip, yanimiza geliyor. Boya gormemis bembeyaz saclari ensesinde topuz yapilmis siki sikiya. Yasini gostermeyen purussuz bir ten, oldugundan daha yasli hissi uyandiran, huzunlu iri siyah gozler. Tanistiriliyoruz.

-Madam Eleni bu.

Az once kendileriyle geldigim yasli adamlardan birinin esi, digerinin de kizkardesi.

Istanbul’dan. Istanbuldaki yasamlarindan. Yirmidort yasindaki kizinin, bir gun okudugu universiteden bir daha donmediginden. Olusunun ya da dirisinin bir daha bulunamadigindan. Istanbul’un artik kendileri icin dar geldiginden. Uzerinden yillar gecmis bu olaya bile neredeyse alisildigindan ama Istanbul ozlemlerinin bir turlu dinmediginden bahsederken, bir yandan da avludaki minik masaya ogle yemegi hazirliklari yapiyorduk birlikte. Sanki bu isi ezelden beridir birlikte yapiyormusuz gibi sicak, icten, samimi...

Ana- kiz gibi.

Taze demlenmis caylarimizi yudumlarken, bir yandan da avluda kosusturup duran cocuklara havuclu kek servisi yapiyorduk.

-Ne iyi geldin bana, dedi. Sanki Istanbul kokuyorsun. Kizim kokuyorsun. Onun yoklugundan beri gitmedim Istanbul’a, gidemedim.

Hemen atiliyorum;

-Belki artik gelirsiniz. Sizi misafir etmek isterim Istanbul’da. Dilediginiz her yeri gezeriz.

Cok heyecanla soylemis olmaliyim ki butun bunlari, o guzel yuzunu yuzume cevirip, gulumsuyor. Sonra da, hic beklemedigim bir anda, boynuma sarilip yanagimdan opuyor.

-Neden olmasin. Bakarsin bir gun...

Paris deyince ilk aklima gelen anidir bu. O insanlarla tanismis olmaktan kivancliyim.

Ben o tarihten sonra yalnizca bir kez Paris’e gidebildim ve o zaman da cok kisitli bir sureligine orada oldugumdan, kendilerini ziyaret edemedim.

Ama mektuplastik.

Eleni bana anilarini yazdi. Ozlemlerini...

Ben, “artik zamanidir, Istanbul’a gelin” diye israr ettim.

En son sevgili Hirant Dink’in haince oldurulmesinin ardindan telefonlastik. Agliyorduk telefonda. Ailemizden bir yakinimizi kaybetmiscesine, derinden, aciyla...

-Ne olur israr etme. Artik hic gelemem, buna dayanamam, dedi.

Urkek beyaz guvercinlerin de haince vuruldugu bu sehri, icimde ask acisi gibi tasiyacagim bir ozlemle ardimda birakarak, ben de terk ettim.

Tipki Eleni gibi...

 
Toplam blog
: 7
: 758
Kayıt tarihi
: 07.03.07
 
 

24 yaşımda dünyayı gezme hevesiyle İngiltere’ye doğru yola çıktım. O gün bugündür, yani 10 yıldır kı..