Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Haziran '07

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Paris Terzisi

Paris Terzisi
 

Yıllar önceydi. Beyşehir Gölü kıyısında, gözlerden ırak, tabiatla baş başa kaldığımız bir bölgede, çadır kurmuş, kamp yapmakta idik.


Yanımızda getirdiğimiz erzakımız da vardı ama genelde gölden tuttuğumuz balıklarla ve gölü çepeçevre saran ormanlardan avlandığımız av hayvanları ile besleniyorduk.


Çayımızı, çorbamızı biraz açılarak doldurup geldiğimiz göl suyu ile yapıyor, geceleri yaktığımız ateşin etrafında; doğayla, yıldızlarla, çekirge ve kurbağa sesleri, suda şıp şıp atlayan balık şapırtıları ile sarmaş-dolaş oluyorduk.


Akrep ve zehirli yılanlardan korunmak için yatmadan önce çadırlarımızın etrafını mazot ya da gazyağı dökerek çembere alıyor, sivrisinekler için de cibinlik ve sineksavar spreylerimize müracaat ediyorduk.


Bir gün, sabah kahvaltılarımızı yapıp kendimizi göl sularının serinliğine bıraktıktan sonra araçlarımıza atlayıp Beyşehir Gölü’nün batı cephesini, Şarkikaraağaç’a kadar dolaşmaya karar verdik. Özellikle, ülkenin en nadide mavi sedir ormanı olan Çaydere ormanlarını merak ediyorduk.


Sürekli yükselen eğimdeki dar ve virajlı orman yolundan, yavaş yavaş tırmanmaya başladık. Beyşehir Gölü’nü, Toroslar’ın uzantısı olan Amanas Dağları ve yaylasına bağlayan müthiş etkileyici bir coğrafi kesitin içinden geçiyorduk.


Etrafımız; kuşburnu, kekik, ıhlamur gibi organik ve aromatik bitkilerle ve onların sarhoş edici rayihaları ile sarmalanmıştı. Yükselti seviyesi arttıkça, hayatımda daha önce görmediğim düzgünlük ve uzunluktaki, kalem gibi mavi sedir ağaçlarından oluşan son derece sık orman adeta bizi içine almaya başladı. Güneşi görememeye başlamıştık.


Tam tepemizde uçan, aslında uçmayan tam anlamıyla sabitlenip süzülen dağ kartalını fark ettik. Doğal ortamda ilk kez bu kadar yakından bir kartal görmenin heyecanını yaşamaktaydım. Bölgede, Manyas Kuş Cenneti’nden sonraki en önemli kuş cenneti olan Kız Kalesi Adası’nın varlığını hatırladım.


Bir patika yoldan ormanın içine, buz gibi suların aktığı vadiye doğru indik. 15 km.’lik mesafesiyle Türkiye’nin en uzun mağarası konumundaki Pınargözü Mağarası ve dünyanın en büyük yer altı ırmağı niteliğindeki, Beyşehir Gölü-Manavgat Çağlayanı arasını kateden alt akıntı hep bu bölgede bulunmaktaydı.


Muhteşem bir dere kenarında durduk. Ağustos ayı sıcaklık ortalamasının dahi 5 santigrat derece olduğunu sonradan öğrendiğim buz gibi pınar suyundan kaçar litre içtiğimizi hatırlayamıyorum. Sanki içtiğimiz su midemize gitmiyor da içimizde bir yerlerde buharlaşıp yok oluyordu.


Orada rast geldiğimiz iki köylünün ellerinde, muhteşem güzellikte bir alabalık ve bir de aynalı sazan vardı. O kadar soğuk ve berrak akar suyun balığının nasıl da lezzetli olacağını sanırım söylememe gerek yok.


Hemen orada düzeni kurduk. Mangal yakıldı, karpuzlar ve rakı şişeleri suyun içine bırakıldı soğuması için, yine köylülerden aldığımız süzme yoğurtla muhteşem bir cacık yapıldı ve yaklaşık 2800 metre rakımlı, muhteşem orman havası içinde adam başı birer ekmekle karınlar doyuruldu. Rakı-balık-pınar suyu-cacık harman oldu.


Bugün ismini hatırlayamadığım bir köyün içinden geçmekteydik. Yenişarbademli’den hemen önce ya da Isparta ilçesini çıkar çıkmaz idi. Köy belki de 30-40 haneli oldukça küçük bir dağ köyü idi. Ortalıkta in-cin top oynuyordu. Evler yıkık-dökük ve boyasızdı. Bir arabanın bile zar zor geçebildiği, taşlı yollarından ilerlerken, gözüm bir tabelaya takıldı.


Boyasız, hatta yer yer sıvaları dahi dökülmüş, belki 9-10 metrekarelik küçük bir dükkandı. Kapısı kapalıydı. Küçük bir penceresi, tahtadan kırık-dökük bir kapısı vardı. Ve kapının üzerindeki, yer yer paslanmış, önceden mavi olduğu zor anlaşılabilen boyası solmuş tabelada, soluk kırmızı renkli harflerle “Paris Terzisi” yazmaktaydı.


O zamanlar, yanımda fotoğraf makinesi taşıma alışkanlığım yoktu. Kameralı cep telefonları ise uzay filmlerine bile girmemişti. Ama aracımızı durdurup uzun uzun bu dükkana, tabelasına, terk edilmiş bir köy havası olan evlere baktığımı hatırlıyorum.


O anda “Paris Terzisi”nin sahibi ya da sahibesiyle tanışmayı çok istemiştim. Çok hoşuma gitmişti. Ve hayatım boyunca da hafızamdan silinmedi o görüntü. Bir gün yine yolum düşerse o bölgeye, mutlaka “Paris Terzisi”ne gideceğim. Kim bilir, belki de son Paris modasının çizgileriyle, bir takım elbise siparişi bile veririm.

 
Toplam blog
: 898
: 3759
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

İzmir'de yaşıyorum.    Çok uzun yıllar öncesinden başlayıp, hiç ara vermeden bugünlere kada..