Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Temmuz '10

 
Kategori
Öykü
 

Park Mağdurları

İki arkadaş önlerindeki işlere o kadar dalmışlardı ki midelerinden gelen gurultu da olmasa öğlen olduğunu farketmeyeceklerdi.

Serap kendinden kıvırcık uzun saçlarını tutturmak için kullandığı kurşun kalemi ve gözlüklerini masanın üstüne koymuştu. Ayağa kalkarken koltuğa yapışmış eteğini ve belinden çıkmış bluzunu düzeltti ve hemen çantasından çıkardığı ruju dudağına sürüverdi ve;

- Nesrin hadi ama bırak şu işi! Bak ben son noktayı koydum. Gelince devam ederiz.

Nesrin:

- Tamam benim tezcanlı arkadaşım. Miden birinci önceliklidir senin bilirim. Mesaiye en çok uyduğun saat öğle tatilleridir zaten!

- Bak şimdi! Sabah geç geldiğimi, akşam da erken gittiğimi mi vurgulamaya çalışıyorsun!. Ay neyse! Gerçi dediklerinin doğruluk payı yok değil ya neyse.. Boşver şimdi. Acıktım yahu!

Nesrin Serap'a göre daha sadeydi. Kısacık modern kesimli saçlarını hep arkaya doğru tarardı. Gösterişli kıyafetleri pek sevmezdi. Temiz ve ütülü olması onun için yeterliydi. Masmavi gözleri sadeliğine bir renk katıyordu.

Çantalarını omuzlarına atarak odalarından çıktılar. Sanki bir arı kovanından çıkan arılar gibi bir anda koridor cıvıl cıvıl olmuştu. Herkes birbirine "afiyet olsun" diyordu. Serap Nesrin'in koluna girdi ve;

- Bugün değişik bir şey yapalım. Hep yemekhanede yiyiyoruz. Dışarıdan ekmek arası bir şeyler yaptırıp geçenlerde önünden geçtiğimiz havuzlu parkta yiyelim. Olmaz mı? Nesrin biraz düşündü sonra;

- Sokak ortasında atıştırmak pek cazip gelmedi arkadaşım ama madem istiyorsun... Seni mi kıracağım.

- Park sokak ortası mı? Lütfen yani!

Tıklım tıklım olan dönercilerden birinin kuyruğuna girmişlerdi. Garsonun;

- Burada mı yiyeceksiniz yoksa paket mi yapalım? sorusuna bir ağızdan;

- "Paket olsun" derken birbirlerine bakıp gülüşmeye başladılar.

İlk kez oturmak için geldikleri parkta oturacak bir bank bulamamışlardı. Üstelik hiç de bayan olmaması onları biraz tedirgin etmişti. Nesrin güneş gözlüğünü saçının üzerine koydu ve;

- Serap beni buraya sen getirdin! Yer bulmak da senin görevin. Gerçi yer olsa bile bu kadar adamın yanına oturacak değiliz ya! Biz dönerleri yerken millet de bizi yer gözleriyle sonra.. Bir yandan da saatlerine bakıyorlardı. Serap küçük bir çığlık attı:

-Buldum hem de ağaç altında. Çocuk parkına da yakın.. Rahat rahat yeriz..

Güzelce oturdular ve sırtlarını yasladılar banka.. Önce ayranlarını çalkaladılar. Sonra kağıda ambalaj edilmiş içinde aç bir insan için ganimet olan ekmek arası dönerlerine kavuşmak için sabırsızlanıyorlardı ki: İri yarı, güneşin yakma konusunda epeyce bonkör davrandığı yüzünün neredeyse yarısını kaplayan pala bıyıklarını buran bir adam yaklaştı yanlarına ve yarım ağız gülerek;

- Hadi kızlar gidiyoruz! Nesrin ve Serap'ın ağızları açıkta kalmıştı. Önce birbirlerine baktılar. Her ikisinin de kaşları çatılmıştı birden. Birbirlerine bakan gözleri sanki "tanıyor musun" der gibiydi. Boş ve anlamsız gözlerle adama odaklandılar ve;

- Bize mi diyorsunuz? Anlamadık da.. Adam dudağının birini yukarı doğru kaldırarak;

- Başka bayan var mı? Ne kadar da şakacısınız. Ama bunun yeri ve zamanı değil.. Hadi gidiyoruz. Kızlar şoku üzerlerinden atamamışlardı bir türlü..

- Ya siz deli misiniz? Sizi tanımıyoruz, rahat bırakır mısınız? deyince adam dişlerini gıcırdatarak Nesrin'in kolunu kavradı ve:

- Paranızı peşin ödedim parktaki şu adama.. Naz etmeyin. Saf ayağına da yatmayın. Gidiyoruz deyince:

Serap ve Nesrin'in dizleri titremeye başlamıştı. Kalpleri gümbür gümbür atıyordu. Bağırmaya başladılar "imdat" diye ama adam daha da kabalaşıp bir de küfürler savuruyordu. Nesrin adamın dizine tekme atıp Serap'la kaçmaya çalışıyor ama adam "para verdim sizin için" diye bağırıp duruyordu.

Çevredeki insanlar meraklı gözlerle bakmaya başlamışlardı. Çok geçmeden polis memurları yaklaşmıştı olay yerine.. Ne oluyor burada deyince Serap ve Nesrin ağlayarak:

- Biz matbaa bürosunda çalışıyoruz diyerek işyeri kimliklerini gösterdiler. Öğle yemeğimizi parkta yiyelim dedik bu adam bizi rahatsız etti. Adam hala bağırıyordu.

-Memur bey! Parkta pazarlık yaptım bu kadınlar için. "Parayı ver, kızlar senin" dediler bana.. Ama bunlar zorluk çıkarıyor bana.. Polis hemen anlamıştı olayı.. Çünkü benzer olaylar çok yaşıyorlardı o günlerde. Bayanları teskin ederek "gidebilirsiniz siz" demişti. Ardından;

- Davacı mısınız bu adamdan? sorusuna her ikisi de "Mesaimize geç kaldık zaten. Hem siz gelip kurtardınız ya bizi.. Allah sizden razı olsun. Teşekkür ederiz" diyerek koşar adımlarla ayrılmışlardı.

Polisler adamı sorguya çekmeye başlamışlardı. Ama polisler dinledikçe adamın ne kadar saf olduğunu anlamakta gecikmemişlerdi. Polis memuru adamın gözlerine içine bakarak;

- Seni kandırmışlar dostum! Burası dağ başımı.. Öyle kolundan tutup kadın götürmek var mı? Adam neredeyse ağlıyordu. Yani ben kandırıldım mı? Gitti paracıklarım gitti!

- Günaydın! Bir daha da böyle işlere kalkışma.. Yeni gelmişsin şehire.. Dua et kızlar davacı olmadılar. Korkup kaçtılar. Bir daha böyle bir şey yaparsan atarız seni içeri bilmiş ol! Serap ve Nesrin işyerlerine giderken gözlerinden yaşlar akıyordu her ikisinin de.. Başlarına ilk kez gelen bu olay onlara ders olmuştu. Bir daha "bilmedikleri yerlerde yemek yemek mi? Allah korusun" diyorlardı..

Aysel AKSÜMER

 
Toplam blog
: 334
: 482
Kayıt tarihi
: 22.03.10
 
 

Halkla İlişkiler bölümü mezunuyum. Iki çocuk annesiyim. "Bir Öykü Kadar Kısa Bir Roman Kadar D..