Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Nisan '08

 
Kategori
Siyaset
 

Partide "mutlak iktidar"- Türkiye'de "mutlak muhalefet"

Partide "mutlak iktidar"- Türkiye'de "mutlak muhalefet"
 

CHP Dünya siyasal partileri içinde devleti demokratikleştirmenin anıtı sayılabilecek belki de tek partidir.

Buna karşılık, “son Genel Başkan”ı Deniz Baykal’ın “mutlak iktidarı”nı sağlama almak için, kendi var oluş koşullarının anısını çiğneyen bir girdabın içine sürüklenmiştir.

O liderlik, yönetsel ve örgütsel açıdan “halkın Partisi” olma gibi bir iddiayı taşıyamamaktadır.

Sayın Baykal ve ekibi “düşüncelerini açıkladı” diye kendi evlatlarını “ezerken”, bir zamanlar “ne ezen ne ezilen” diyen CHP’nden geriye ne kaldığını sorgulamamıştır.

2007 seçimlerine Gençlik Kolları ve Kadınlarımızın dinamizminden yoksun girilmiş, seçim sürecindeyken, genelgelerle il, ilçe yönetimleri görevden alınabilmiştir.

Sandıklar sahipsiz, örgütler kimsesiz bırakılmıştır.

CHP’nin de savunduğu değerlerin Türkiye’si, 2002 ve 2007 seçimleri izleğinde, giderek gerici akımlarca kuşatılmıştır..

CHP liderliği, R.Tayip Erdoğan’ın Başbakanlık, Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı yolunun açılmasında sergilediği dirayeti, Kitle Partisi olmanın gereğince; demokratik kitle örgütlerinden halkın temsilcilerinin yolunun açılmasında aynı derecede sergilememiştir.

Oysa, CHP, anti-emperyalisttir. Tam bağımsızlıktan yanadır. Ekonomide üretken emeğe, üretimde kamu yararına, her alanda sanayileşmeye ve demokrasi kültürüne önem vermekle de yükümlüdür.

Buna karşılık, son seçimler öncesinde ABD ve Avrupa Birliği çevrelerinden adeta iç işlerimize karışma sayılabilecek kimi demeçlere karşı suskun kalınmış, yine hemen seçim öncesindeki “e-muhtıra” tepkisizlikle izlenmiş, Kuzey Irak’a hareket sırasında ise Türk Silahlı Kuvvetleri ile bir tür “tartışmaya” girilmiştir.

Telekom, Tüpraş, Pektim satılırken Ankara’dan “oval ofisten” demeçler verilmekle yetinilmiştir. Oysa gereğinde “direniş gömleğini” giymek, Anıtkabiri bekler gibi, ulusal ekonomiyi ve işçinin alın-terinin nöbetini beklemek gerekirdi.

CHP yönetimi, terörün yarattığı acıların sarılması için toplumsal ve ulusal sorumluluk anlayışı içinde ekonomik güvenliğe ilişkin çabalar sergilemeli, toprak ağalığına karşı tarım reformunu savunmalı, gençlere eğitim ve iş olanaklarını sağlayacak somut projeleri halkla birlikte yaşama aktarılmasını teklif etmeliydi.

CHP muhalefette olduğuna aldırmaksızın ve yerel yönetimleriyle iş birliği içinde, elindeki tüm maddi ve insan sermayesini, yarınlara güvenle bakabileceğimiz toplumsal sorumluluk projelerinde daha çok seferber edebilmeliydi.

Irkçıdan daha ulusalcı dinciden daha halkçı olduğu böylelikle teyit edilebilirdi.

Bunlar yapılmadığı için Parti, adeta “mutlak muhalefet” konumunda sabitlenmektedir.

CHP’nin bu gün için temel dört sorunu vardır:

    CHP liderliği ülkemizin içinden geçmekte olduğu sancılı süreci sonuçlarına bakarak yorumlamaya çalışmaktadır. Bu durumda “laiklik, demokrasi, sosyal hukuk devleti”nin korunması gibi her birimizin yaşamsal önemde saydığı bir savunmacı duruşla yetinilmesi meşrulaştırılmaktadır. O savunmayı en iyi Sayın Baykal yapar mantığıyla aslında bu temel değerler üzerinden Sayın Baykal’ın parti içi iktidarının sürekliliği savunulmaktadır. Oysa bu duruma gelmemizde ve AKP’nin bu etkinliğinde CHP’nin üst yönetiminin eylemsizliği de belli başlı bir nedendir. Bu öyle bir eylemsizliktir ki, Partiyi demokratik kitle örgütleri ile işlevsel bir dayanışmadan alıkoymakta ve sosyal demokrasinin eşitlik, özgürlük, çoğulculuk, sosyal adalet ve bilim yandaşlığı gibi yapıcı çizgisinin CHP üzerinden Türkiye’ye yansımasını geciktirmektedir. CHP’ninki de dahil aslında hiçbir liderlik, kendi iktidarının değişmesini kolaydan istemez. Bu, onların da hakkıdır. Ancak siyaset sosyal olayların arkasında kalmışsa belli bir değişim gereksinmesi de kendisini bir o kadar dayatır. Bu değişim engellendikçe ve ötelendikçe, baskısını da artırır. Sosyal organizasyonlarda, yapısal, yönetsel, işleyişsel ve denetimsel anlamda zamanında yapılmayan yenilenmeler daha sonra daha sert geçişlere yol açar. Sert geçişler ise gelişmekte olan toplumlarda daha fazla belirsizlik, risk ve bilinemezlikle doludur. Deniz Baykal ve ekibinin çelişkisi buradadır. Bir yandan Türkiye’nin önündeki gerici değişimi ilerici değişimle ikame edecek bir rüzgarı yaratmaktan yoksundurlar ve öylelikle salt savunmacı olarak muhalefet konumunda süregenleşmektedirler, diğer yandan da Türkiye için istediğini Parti için istemiyor- yani daha çok demokrasi, daha olağan bir örgütsel ve sosyal işleyişi istemez noktasında belirmektedirler. Gerçekte Türkiye’nin gündeminin keskinleşmesi ve miadını doldurmuş tartışmalarla adeta gerçeğin gizlenmesi bu günkü iktidarın işine gelmektedir. AKP iktidarının da Sayın Baykal’ın da belki birbirlerinin varlığından özde rahatsız olmadığı da bir başka gerçekliktir. Bu tablo birbirini tamamlamaktadır. Burada zaman boyutu içinde en büyük sakınca ülkemizin karşı karşıya kalabileceği ve faturası halka çıkacağı kesin olan ekonomik ve siyasal kayıplardır.
    Tüm çağdaş sosyal demokrat, sol partilerde, Parti içinde bir “merkez”, bir “radikal” ve bir “gelenekçi” kanadın varlığı görülmektedir. Kitle partileri açısından bu olgu siyaset üretiminde ve toplum kesimleriyle bağ kurmada bir dezavantaj değil avantaj olarak değerlendirilmektedir. Parti içinde kurallılık ve ilkelilik esasına göre üyeler ve yöneticiler düşüncelerini özgürce sergilerler ve ama bir kez karara varıldıktan sonra o konuda uyumlu koronun sesi yükselir. Bu bir dönem CHP için de böyleydi. Bir başka gereklilik de sendikaların ve meslek örgütlerinin belli bir kontenjan dahilinde kendi adaylarını parti yönetimine teklif etmeleri ve onların arasından milletvekilleri de dahil en üst kamusal görevlere siyasal temsilcilerin getirilebilmesidir. Mevcut CHP yönetiminin her iki olguya da oldukça mesafeli olduğu kesindir. CHP yönetimi değil parti içinde çeşitli kanatların olmasına en küçük bir eleştiriye bile dayanaksız görülmektedirler. Onun için de halkın arasına çıktıklarında karşı karşıya kaldıkları eleştirileri karşılama eşikleri düşmektedir. O arada, sendikal ve kitle örgütleri dünyasından zamanla temsilci yapılanların seçiminde kullanılan keyfi ve rastlantısal ölçütler ne Partiye ne o örgüte ne de topluma yeterince güç ve güven vermemektedir.
    Özellikle 1980’lerden sonra ülkemizde de egemen olan serbest piyasacı görüşler kendi kültürünü de dayatmıştır. Bu kültürden kimi sol ve sosyal demokrat çevrelerin bile etkilendiği gözlemlenmiştir. İdeolojik boyutlara varan özelleştirme uygulamalarında siyasal karar süreçlerini paylaşan kimi sosyal demokrat siyasetçilerin yarattığı ve yol açtığı duygular ve küreselleşmenin sosyal seçeneğini üretmekteki atalet, sosyal demokrat, demokratik solcu toplulukları ve örgütleri de olumsuz anlamda etkilemiştir. Çok şeyin giderek tekelleştiği ve adeta paraya endekslendiği ülkemizde “varlıklı sınıflardan gelenlerin temsil noktalarına taşınmasında” gayret gösterilirken, siyaset üretimsizliğini örtbas etmek ve kendi etkin konumlarını devam ettirmek isteyenler, politik rekabetteki devamlılık şartlarını yer yer (ve kuramsal olarak) maddi güce bağlamak sanısına düşmüş olabilirler. Sonuçta Halkın partisi içinde orta kesimlerden ve görece kısıtlı olanakların içinden yetişerek gelenlere kapanan siyasal temsil kapıları, çok da fazla siyasal birikimine ve inanmışlığına aldırılmaksızın kısmen varsıl çevrelerden gelenlere açılmıştır. Bunun CHP’ndeki yansımasının ne olduğunu kavramak için milletvekili listelerinin bileşimine bakmak yeterlidir. O arada, örneğin, partileri de aşan şekilde Türkiye’nin kimi merkez sol örgütlenmelerinde “toprak ağası bulabilmek” toprak reformu savunmanlarını bulabilmekten daha kolaydır.
    CHP mevcut liderliği ülkemizin ve Dünyanın içinde bulunduğu durum ve karşı karşıya olduğu sorunların çözümüne ilişkin somut çözüm önerileri üretmeye yeterince önem vermemektedir. Bu durum liderliğe yakın olabilmiş çevreler tarafından da çeşitli vesilelerle ifade edilmiş, belli bir tercihtir. Ancak ne var ki, siyasetin yapısına baştan koşul aykırı olduğu gibi iktidar aday olması gereken ve beklenilen bir kitle partisi için büyük bir handikaptır. CHP’nin muhalefetteyken bile istikrarlı şekilde oy kaybının en temel nedenlerinden birisi de mevcut sorunlar kadar olası sorunları da izleyip değerlendirmedeki yetersizliğidir. Bu, “küçük güzeldir” ya da “bu kadar büyük bir ülke ancak muhalefetteyken güzeldir” gibi bir yaklaşımdan kaynaklanıyor olabilir. Ancak ne olursa olsun yaşamak için yarışmak, yarışmak için çalışmak ve gelişmek içinse inisiyatif kullanmak gerekmektedir. CHP liderliğinin bu açıdan değişmesini beklemek iyimserliğin ihtiyatlı sınırlarını bile zorlar.

Tüm verili koşullarda CHP için içinde bulunduğu durumdan çıkış çok zor görünmektedir.

Tanrıya şükür yüz yıllarca gelemeyecek bir gerçek öndere sahip olduk: ATATÜRK.

Belki onun ne yaptığını anımsamakta yarar vardır ve belki de soramadığımız ve yanıtlayamadığımız soruları o çoktan zaten yanıtlamış ve kanıtlamıştır.

R.Bülend Kırmacı

İnsancıl Sol Y.K. üyesi
www.insancilsol.com

 
Toplam blog
: 374
: 491
Kayıt tarihi
: 16.08.06
 
 

Merhaba! Toplumsal, siyasal, ekonomik ve kültürel olgularla ulusal ve evrensel düzlemde ilgilenme..