Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Nisan '08

 
Kategori
Siyaset
 

Partiler ve demokrasi yalanı!

Partiler ve demokrasi yalanı!
 

Bir süredir CHP Kurultayı ekseninde süregelen tartışmaları izlemekteyim. Ancak, CHP’de hep eleştirilen anti-demokratik uygulamalar maalesef sadece CHP’de değil ama Ak Parti dahil tüm partilerde vardır. Bu durum değişmediği takdirde ülkemizde demokrasinin yerleşmesi ve gelişmesi tamamen bir hayal olarak kalacaktır.

Mevcut durumu ile Siyasi Partiler Yasası’nın ülkemizde siyaseti tıkadığı, siyaset yapmak isteyenleri siyası partilerden uzak tuttuğu ve her seçim öncesinde siyasi partiler tarafından değiştirileceği sözü verildiği ancak bir türlü değiştirilemediği için ülkemiz siyasal yaşamında parti genel başkanı ve etrafındaki dar kadroya dayalı bir “Genel Başkan vesayeti rejimine” yol açtığı açıktır.

Ülkemizde aslında siyaset parti genel başkanlarına ve yakın kadrolarına serbest, vatandaşlarına ise yasaklıdır. Hiçbir vatandaşın kendi vekilini seçme hakkı yoktur. Hiçbir vatandaş parti liderlerinin iki dudağı arasından geçmeden, partiye üye olamaz, partide görev alamaz, milletvekili adayı olamaz ve halkın karşısına çıkamaz. Bu nedenle ülkemizde tam anlamıyla işleyen bir demokrasiden kesinlikle söz edilemez.

Türk ulusu böyle bir “Genel Başkan vesayeti rejimi” düzeninde ne yaşamak ne de taraf olmak durumundadır. Ülkemizde demokrasinin tam anlamıyla kurumsallaşması ve işleyebilmesi için tek seçenek vatandaşları tarafından doğrudan seçilecek parti örgütleri ve milletvekilleri ile olabilecektir. Bu şekilde oluşacak Siyasi Parti örgütleri ve Meclis ülkemizin yıllardır içinde bulunduğu kısır döngüyü kıracak, demokrasimizin sağlam temellere oturtulmasını sağlayacaktır. Lider sultasından kurtulacak olan böyle bir sistemde ülkemizin bütün meseleleri özgürce konuşulup, tartışılabilecek ve çözümler bulunabilecektir.

Hiçbir zaman unutulmamalıdır ki, Cumhuriyetimizi kurarken Atatürk ve silah arkadaşları tarihimizin en zor günlerinde hem de memleketimiz işgal altındayken bile “seçilmiş milletvekillerinden” oluşmuş Meclis’i açık tutmuş ve kararlarını ona dayandırmıştır.

Bugünlere nasıl gelindiğini tam anlamıyla bilmeden demokrasimizin önündeki bu büyük engelden kurtulmamız imkânsızdır.

12 Eylül 1980 askeri müdahalesi ertesinde 1983 yılına kadar süren ara bir dönemin ardından Milletvekili Genel Seçimleri ile yeniden çok partili ve seçimli bir döneme geçilmiştir. 12 Eylül öncesinde yaşananları dikkate alan askeri idare 2820 sayılı Siyasi Partiler Yasası’nda yaptığı düzenlemelerle, tüm parti üyelerinin seçmen olarak katılacağı bir ön seçimle milletvekili adaylarını belirlemesini zorunlu hale getirmiş, merkez adaylığını da koyduğu katı kurallarla kısıtlamıştır. Ayrıca, parti üye kütüklerinin ve delege seçimlerinin hâkim teminatı ve kontrolü altında yapılmasını şart koşmuştur. Böylelikle geçmişten ders alınarak, Siyasi partilerin lider ve çevresindeki küçük bir grup tarafından rehin alınması önlenmek istenmiştir.

Geçiş döneminin Milli Güvenlik Kurulu tarafından kontrol altında tutulmak istenmesi nedeni ile bu uygulama 1988 Milletvekili Genel Seçimleri’ne ertelenmiştir. Ancak, 1983 yılında seçimi kazanarak işbaşına gelenler ilk iş olarak 3270 sayılı kanun ile önseçim şartını kaldırmışlar ve 1986 yılında aynı kanunda yaptıkları diğer değişiklikler ile de parti içi demokrasiyi yok etmişler ve “sivil darbe” yapmışlardır. Evet bu tam anlamıyla bir “sivil darbedir”!!!

Burada Siyasi tarihimizdeki acı bir gerçeğe özellikle dikkat çekmek gerekmektedir. 12 Eylül askeri rejimi son derece demokratik bir düzenleme getirmişken, parti üyelerinin kendi adaylarını önlerine sandık koyularak ve hâkim teminatı altında seçilmelerini sağlarken, kendilerine sivil demokrat diyenler ise bu sistemi yok etmişlerdir. Bu düzenin mimarı da demokrasinin yıldızı olarak takdim edilen Turgut Özal’dır. Ondan sonraki tüm hükümetler ve Siyasi partiler bu düzeni daha da pekiştirmişlerdir. Demokrasimiz o günden bu yana üniformasız olup sivil/demokrat olamayan liderlerin ve ekiplerinin elinde bir oyuncak haline getirilmiştir. Bu konuda o kadar ileri gidilmiştir ki parti genel başkanları sadece milletvekili adaylarını belirlemekle yetinmemiş, aldıkları yetkiyle resmen tek başlarına Cumhurbaşkanı’nı belirleme yetkisine sahip olmuşlar ve Cumhurbaşkanı’nı da seçmişlerdir. Böyle bir düzende “katılımcı demokrasi”den bahsetmek ne kadar doğrudur?

Çağdaş anlamda demokratik bir ülke olmak istiyorsak bu düzenin değişmesi gerekmektedir. Pekiyi ne yapılmalıdır da bu “Genel Başkan vesayet rejimi”nden kurtulmalıdır?

Hepimizin bildiği üzere bir zincirin gücü en zayıf halkası kadardır. O zaman tüm halkaları sağlam olan bir sisteme geçilmelidir.

Siyasi Parti üyelerinin kayıt edildiği kütükler Genel Seçimlerde ki gibi fiiliyatta hâkim teminatı altında değildir. Bu üye kütüklerinden hareketle yapılan delege seçimleri de yine hâkim teminatı olmadan yapılan seçimlerle belirlenmektedir. Bir sonraki aşamada yapılan parti ilçe kongreleri ise hâkim teminatı altındadır. Ancak, yandaş üye yazımları ile adeta tayin edilen delegelerle yapılan meşru bir seçimin sonucu önceden bellidir ve asla demokratik değildir.

Böyle çarpık bir sistemden bir an önce kurtulmanın en pratik yolu 2820 sayılı Siyasi Partiler Yasası’nın değiştirilmesidir. Siyasi Partiler Yasası’nın 24 Nisan 1983 tarihindeki orijinal haline gelecek şekilde değiştirilmesi ile bu çarpık düzenden kurtulunacak ve gerçek anlamda demokrasiye geçilebilecektir.

İşte o zaman Siyasi Partilerin Kurultayları bir anlam ifade edecektir. Yoksa yıllardır izlediğimiz ve yaşadığımız üzere hangi “Kral” daha iyidir diye tartışmalarımıza devam edip, hayıflanacağız.

Çağdaş filozof Koeppler’in dediği gibi “Küçük ülkeleri kimin yöneteceği, büyük ülkelerin ise nasıl yönetileceği” konuşulur.

 
Toplam blog
: 115
: 586
Kayıt tarihi
: 29.01.07
 
 

Tarsus Amerikan Lisesi (1984) O.D.T.Ü - İnşaat Müh. (1989) SUNY at Buffalo - Yüksek Lisans (1992) 19..