Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Eylül '07

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Pastırma yazı, bahane

Pastırma yazı, bahane
 

Tarhana’ları kurumağa bıraktık. Domatesleri, pastırmaları da. Önümüz yaz.(Pardon)‘Pastırma yazı’. Eee, boş durmayalım dedik. Değil mi ya? Kuşadası’na vardık. İzmir’den tam bir saatlik yol

Benim Leylek, Selçuk’ta peri bacası üzerinde durur daima. Ana yol üzerindedir. Geçerken baktım. Yerindeydi. Otobüsten resim çektim. Baktım resmine, ’Keltoş’ çıkmış. Buraya koyamadım. Beğenmezsiniz diye. Var bu sıralar bir alışverişi amma, bakalım. N’olacak? Rotamı, bu leylek belirliyor yıllardır.. Daha göç etmemiş henüz. Ehh. Belli ki, o da pastırma yazına kalmış! Beni dinlemiş sağ olsun. Ne pastırmaymış be! Bu leylek on beş yıldır aynı yere gelir. Aynı mevsimde, aynı saatte. Ben de aynı saatte o evceğizinin dibinde, ’’Hoş geldin’’ partisi düzenlerim ayak üstü. Sonra da vazife taksimi yaparız.

Turizm mevsimini de birlikte açarız. Herkes, y az bitene kadar yolunu seçer. İyi mi?! Seneye, birbirimizin yolunu gözleriz.Telefon gelir bana Selçuktan: ‘’Senin leylek ufukta göründü’’Selçuk Belediyesinin yerinde olsam, bu vefakar leyleği, ’Fahri turizm elçisi’’ seçerim. Şehre ‘Havadan’ her ayak basışında, bando-mızıka ile karşılarım.

Hiç çocuğu olmadı garibin. Etrafta hısım akrabası da yok. Takıntısı yok!.O yok, bu yok.Böyle b.k’tan leyleke mi olur be yav! ’Selçuklu’ların da simgesi bu leylek .İsmi: '‘O leylek'' Gel leylek, gitti leylek, geldi leylek, Leylek oğlu leylek.Tak tak tak…Ama, leyleğin Allahı var.Hiç yamukluğu bu zamana kadar görülmemiştir. Geceler dahil, yuvasına bir başka aşna fişne leylek almamıştır. Onun için ev kavgalarında Selçuklu karıkocalar kavga ederlerken: ‘’O leylek kadar olamadın!'' Demeleri de, bundandır. Evin kadını, kocasına böyle söyler

Kuşadası’ndaki beton yığınlarının arasına girmektense, yol üzerindeki, Otel Adakule’ye attık kendimizi.K.Adasına 4 Km. mesafede.

Güneş bu mevsim, gıdım gıdım ısıtıyor. Yakmadığı için de; uzun kalıp, güneşin de, denizin de tadını çıkarıyorsunuz. Deniz sımsıcak. Çıkınca da üşüyorsunuz. Pastırmalar da, sucuklar da, tarhanalar da böylece güneşleniyor zahir. Onun için ‘’Ballı’’ oluyorlar. Tadından yenmez.

Şu pastırma yazı, iyi bir yakıştırma. İşe de yarıyor. Bir nev’i turizm’in ‘Uzatmalı sevgili’ si oluyor. Pastırma bahane, deniz şahane, dolce vita, oh ne ala, ne ala! O la la la!…

İranlı kızlar gördük.Rus kızlarından cesurlar. Gördükleri baskı nispetinde de açılmışlar, saçılmışlar, yerlere saçılmışlar. Topla toplayabilirsen. Bikini, tanga’, yokini ve ipkili’li mayolar resmi geçidi vardı. Bu sonuncular ne oluyor derseniz o da şu: ‘’Mayo, formatı küçüle küçüle ‘İp’e’ dönüşmüş. Nasıl desem, iplerle, avuç içi kadar bez tutturulmuş. İpler, ’Tutturgeç’, yani ‘Sahan tutacağı’ gibi.Yeni doğan çocuğun ismini ‘Eyüp’ koyalım demişler ama, kabul etmemişler.Niye? ’Söylene söylene ‘İp’ olur sonra demişler de ondan. İşte söyleye söyleye mayolar ‘İp’leşti. O ipleri sarıp sarmalayıp engebelerin arasından yanlarda, ortalarda düğümlediler. O ipler viyadüklerden geçirildi, tünel gibi dehlizlere sokulup , tepelerin kıyısından, orman kenarlarından geçirilip bir hal yoluna sokuldu, yani! İpin ucundan bir çekseniz, üstte bir şey kalmayacak!

Bu ‘Tehran’ lı kızlar, Rus kızlarından daha cesurlar, atak’lar.Gelir gelmez otele, disko soruyorlar.Türk erkeklerini çok methediyorlar. Ne bileyim! Yalnız, resimlerinin çekilmesinden hoşlanmıyorlar. Başlarını çeviriyorlar. Basında okuyoruz. Ahmedinecat’ları, bunları buralara saldığına bin pişman. Emir buyurmuş:’Uçaklar sadece Adana’ya inecek . Bodrum, Marmaris, Antalya yasak kabilinden. Ama onlar uçak ve otobüslerle ulaşıyorlaryine de varacakları yere. Hey gidi hey! Bizde de bir cüppeli Ahmet Hoca vardı.Elin memleketlerinde, elin ski’sine binerdi. jet-ski ile sefalar sürerdi. Foyası meydana çıktı çıkalı, ortadan toz!

Bu filmi, Marmaris’te görmüştüm.Yüzü peçeli bir kadın, çarşıdan Turban Tatil Köyüne kadar yaya yürüdü. Kapkara çarşaflarla.

Ben de peşinden . Kumsaldaki arkadaşlarının yanına varınca da, tepesinden tuttuğu gibi çarşafını çıkarıp attı. İçinden bikinili bir kadın çıktıydı. Elimde makine, kalakalmıştım. İranlı imiş. Doktormuş. İşte böyle.

Şu dünyanın işine bakın. İranlılar başlarını açmak için savaş veriyorlar, bizde de, o bir tutam saçı örtmeğe çalışıyorlar. ‘Simge’ olsun diye o turbanı bayraklaştıranların bu marifeti, ’Simgelik’ değilmiş. Efendim? Külahıma anlat sen onu. Ört ki, ölem!

Adakule. İki dağın arasında kurulu. Önü, Kuşadası’na bakıyor. Kale ve Samos Adası gözüküyor. Şehre 4 kilometrelik. Sahibi Şefik Yaman. Eski, 19 Mayıs Mağazaları sahibi.Torunu Şefik Beyle birlikte çalıştırıyorlar bu beş yıldızlı oteli. Şefik Bey burayı bana ilk gösterdiğinde, ’Burada otel olmaz’’ diye geçirmiştim içimden. Ortası yarık bir dağ, uçurum gibi aşağılara uzanıyor. Dipte bir avuçluk deniz.’Otel olur muymuş!’’ demiştim. Bu gidişimde bu anımı hatırlattım kendisine: ‘Ya ya, öyle’’dedi. Dağlara asansörler kurulmuş çifterli çifterli. Tepesinde kulesi olan beş yıldızlı bir otel olmuş. Her katında olduğu gibi, restoranlara, havuzlara, plajlara kadar uzanıyor bu asansörler. Denizinde ‘Mavi’’ bayrak asılı.

Deniz sıcak mı sıcak. Sıcağı sıcağına Adakule güzeli seçtik.(Kapakta, soldaki resim) Belgratla Jelena, memleketinde zaten ‘Yüz güzeli’ imiş. Arkadaşı Srdjan için: ‘’Mostar Köprüsü’’ nden atlamazsa, evlenmem diyor.

Az ötede masatenisi oynayan İngiliz ikizler gördük. Oya sunduk havuz başındakilerle birlikte. Onlar da ‘''Ping-pong'' güzeli seçildiler. (Kapakta sağdaki resim)

Kuşadası’nın dağları taşları betonlara karışmış. Yokuşlara dolmuş minibüsler sefer yapıyor. Ada’ya, büyük turist gemileri yanaşıyor. Bu gemiler, birer geceleme yapsalar, Türkiye’nin turizmi kurtulur. Yunan gemileri bu işten yan çiziyor. ’Adalarımız’ diyorlarmış. Bizimkiler de rıhtıma bir Türk bayrağı dikip, levhasına da ‘’Türkiye’ye hoş geldiniz!’’ yazmışlar. İyi mi?!

Oradan, Öküz Mehmet Paşa Kervansarayına geçtik. Buranın işletmecisi, yıllar yılı turistlere Türk kültürünü sahnelerinde sunan Ali Acundan ve ortağı Ferdi Bey. Bu ikili, buranın ayaklı kütüphanesi. Her eski şey, onlardan soruluyor. Tarihi yapının alnında ‘Kervansaray’ yazılı.Sordum:’’başındaki ‘’Öküz’’ ü, niçin kaldırdınız?!’’ Ali Bey diplomatik cevap verdi: ‘’Sadeleştirdik’’ dedi.Tanıtımda bu ikili çekiyor başı.Türk gecelerinin hakikileri sunuluyor tertiplenen gecelerde.Diğerleri ‘Uyduruk’’..Madalya verilmesi lazım bu ikiliye. Eski Turizm Bakanı, uykudan gözünü açamadı.Nereden görecek ki bu durumları.Di mi? Ört ki, ölem!

Milli Park, nefes alınacak yer. Deli deli esen rüzgarı yok öğleden sonraları. İşte tam mevsimi buranın bu! Hava dingin. Tahta masalarda kahvaltınızı sincaplarla yapabilirsiniz. Domuzlar da evcilleşmiş.Onları da buyur edebilirsiniz sofranıza.

Milli Parkın bu ‘Kalamaki Ormanları’, korunuyor. Sahilde kayrak taşlar, sanki denizin içine kadar döşenmiş. Maviliklere doymuş bir deniz

Baharı yaşatıyor size havası. Savrulan sarı yaprakları ile. Tatlı bir serinlik bedeninizi kaplıyor. Tahta banklarda, çatal elinizden kayıp düşüyor. Göz kapaklarınız kapanmak üzere. Denizin hışırdayan sesi , ninni sesi gibi geliyor size


Yanı başınızdaki sincaba:’’Accık öteye git de, uzanacağım’’ diyebilir ve tatlı bir sonbahar kestirmesi yapabilirsiniz. Oldu olacak , rüya da görürsünüz, peşin fiyatına, 48 ay taksitle.Buralarda ‘Vade farkı’ da aranmıyor.

Ört ki, ölem!

RESİMLER: Objektifimizden.

 
Toplam blog
: 1616
: 918
Kayıt tarihi
: 13.08.06
 
 

Hayatın dikenli yollarından geçmenin  sırrı, aralarından çabuk geçmektir. Ümit, naylon çorap giyd..