Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Temmuz '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Pastırmayı doğramam da mı yasak?

Pastırmayı doğramam da mı yasak?
 

Bilmecelerde “Özlenen yer” olarak sorulan ”Sıla”, ya da bir başka adıyla doğduğun yer, memleket hasreti hiçbir şeye benzemez. Hele bizim gibi önünde ömrün daha kırk yılı (!) kalanlar için.

Doğduğun yerle de eğer ilişkilerini kesmemiş ve “Merhaba” diyeceğin birileri varsa, daha bir başka olur memleket hasreti aklına gelince…

Gerçi ben, hemen her gün gazete ile söyleşiyorsam da, karşımda Fatma Hanım ya da Canan Bey ile zaman zaman da Caner, Sabri ve Murat, eskiden ufaklık idi, şimdi biraz büyüyen Tarık ile sohbet ederiz. Sohbet dedimse, ben “Yazıyı atıyorum… Huuu.” Diye elektronik ortamda bağırırım, onlar da “Aldık.” Derler sadece. Ben bazen sorarım “Yav kardeşim, bir konu yok mu” diye. Onlar cevap verirler “Vallaha abi yok. Top haberleri istersen verelim” derler.

Siz “Top” deyince yeni deyimlerden olan “Top”ları veya en önceki ilk “On” sıradakiler değil tabi, onları anlamayın. Hani gazetemiz “Spor” ağırlıklı ya… Bayağı “Spor” amaçlı oynanan oyunların olmazsa olmazı yuvarlak, dışı genellikle deriden yapılan, içinde belli miktarda hava taşıyan, havasının ağırlığı, dış çapı filan yönetmeliklerle belirlenen “Top”tan söz ediyoruz tabi… Bizimkilerin “Siyaset” ile ne yazık ki ilgileri yok. Patronlarının da oldum olası “Siyaset” ile ilintisi olmamıştır, sevmemiştir. Gazete de çıkarınca da adını buna uygun olarak “Kayseri Maç” koydu zaten. Zorunluluk olmasa, bırakın cümleyi, bir kelime bile “siyaset” koymaz gazeteye.

Bazen de yine elektronik ortamda Ömer Ağabeyim ile sohbet ederiz. Genellikle siyaset ağırlıklı bu kez…

Geçen gün bana “Döndün mü?” diye soruyor. Anlamazdan geldim tabi…

İşte elektronik olmayan ortamlarda sohbete de bazen ihtiyacım olur. Geçen hafta bunlardan birini yaptım. Açtım telefonu Kayseri’ye…

Telefona çıkan görevli ile başladık görüşmeye…

- Alo… Kızım Fikret Abin (Ergindoğan) orada mı?

- Bağlayayım efendim…

Şimdi beni Fikret’e bağlayacak. Fikret, gerçek bir dosttur. Yaklaşık 30 yıl beraber çalıştık. Bir gün daha ağrınıp incinmedik birbirimizden. Ama onunla telefonda konuşmanın bir başlangıcı vardır. Olmazsa olmaz. Hal hatır sorulur ama, onun usulünden.

Soracaksınız biliyorum “Onun usulü de neymiş” diye…

Söyleyemem ki…

Neyse, bağladılar Fikret’i ve mutat ve malum selam kelam faslı bittikten sonra, telefonu kapatırken sordu.

- Abi… Kayseri’den istediğin bir şey var mı?

Olmaz mı, çok var. Ama istemeyle olmuyor ki… Orada, kendi memleketinde, doğduğun yerde olmak, başka bir şey.

- Yok Fikret. Teşekkür ederim, sağlığını isterim…

- Yav abi… Tamam, başka bir şey, sucuk, pastırma filan…

- …

- Tamam abi… Görüşürüz, kendine iyi bak…

- Sen de Fikret…

Telefonu kapattık. Bir süre sonra evin kapısına kargo görevlisi dayandı.

- İbrahim Pekbay…

- Evet…

- Bir kargonuz var…

Aldım kargoyu ve içini açtım ki Fikret Pastırma ve sucuk göndermiş Kayseri’den… Ellerine sağlık, teşekkür ederim Fikret…

Ama…

Ben yiyemem(miş) bunları. Kırmızı et miş, doktor “Yeme” demiş. Diyetimde bunlar “Yasaklı” sınıfından mış…

Peki, yiyemem, kabul…

Pastırmayı doğramak da mı yasak, sucuğu soymam da mı yasak, bunları yaparken, kokusunu almam da mı yasak?

Onların yasak olmadığını biliyorum ve pastırmayı da doğrayarak işe başlıyorum.

Ve bu yazıma, o fotoğrafları da iliştiriyorum.

27 TEMMUZ 2007

Fotoğraf: Pastırmayı doğrarım arkadaşlar...

 
Toplam blog
: 1104
: 918
Kayıt tarihi
: 28.01.07
 
 

Emekliyim ama “Tekaüt” değilim. 1961 yılından beri değişik “Anadolu” gazetelerinde yazdım. 1984-8..