Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Mart '10

 
Kategori
Kitap
 

Paul Auster-Ay Sarayı

Paul Auster-Ay Sarayı
 

Paul Auster ‘ın Ay Sarayı kitabını bitirdim dün gece. Uzun uzadıya kitaptan ya da bu dil ustası yazardan bahsetmek istemiyorum; korkum başlayıp bitirememek aslında. En eğlenceli kitabı olduğu söyleniyor Ay Sarayı için ama ben eğlenmekten daha öte bir şey yaşadım okurken. Tesadüfler (rastlantılar ?), olayların birbirine bağlanıp ardından çözülmesi, insanın önceden bilinemeyen doğasının başına gelen olayların sonucunda nasıl ortaya çıkabildiğini anlatıyor bu kitabında da. Sanatın gerçek amacının ne olması gerektiği ile ilgili benim için çok önemli bir ayrıntısı var bu kitabın. Kitap dan alıntılar yaparak anlatmak zorundayım bu ayrıntıyı da.

Effing bir ressam, ulaşılması zor bir mağarada saklanmak zorunda kalıyor bir müddet çünkü herkesi öldüğüne inandırması gerekiyor. Mağaradan çıktığında ise yeni bir kimliğe bürünmesini gerektiriyor yaşadıkları. Bu mağarada geçirdiği yaşantının ikinci ya da üçüncü haftası yeniden resim yapma isteği duyuyor. Bir akşam, gün boyu yaptıklarını yazarken birden karşı sayfaya karşısında ki dağın resmini çizmeye başlıyor ve ne yaptığını fark edinceye kadar resmi bitirdiğini anlıyor.Yarım dakikadan fazla sürmüyor ama o ani bilinçsiz atağının sonucunda öteki resimlerinin hiçbirinde olmayan bir anlatım gücünü yakalıyor o resimde ve o günden sonra iki buçuk ay boyunca kırk tablo çıkarıyor ortaya. Hayatının en mutlu dönemi olarak bahsediyor bu günlerden daha sonra. Bu resimlerini yaparken yaşadığı iki ayrı baskı var. Birincisi, yeni bir kimlikle insan içine çıkması gerektiği için hiç kimsenin bu resimleri görmeyeceği gerçeği. Bu şevk kırıcı sonuç ona umutsuzluk yerine özgürlük duygusu veriyor. Kimsenin ne düşüneceğini, ne diyeceğini düşünmeden yalnızca kendisi için resim yapıyor ve bu kadarı bile sanatsal yaklaşımında bir farklılık yaratmaya başlıyor. Ömründe ilk defa sonuçları merak etmekten kurtuluyor ve buna bağlı olarak da “başarı ve başarısızlık” kavramları bir anda anlamlarını yitiriyor. En önemli kısmı ise kavradığı şu gerçeklik;

"Sanatın gerçek amacının güzel nesneler yaratmak olmadığını kavradı. Sanat dünyayı anlamanın, dünyanın özüne inmenin ve o dünyada kendi yerini bulmanın bir yöntemiydi ve bir tablodaki estetik değerler, nesnelerin özüne inme çabasının neredeyse rastlantısal bir yan ürünüydü. Çevresinde görüp resmettiği o boşluktan ürkmeyip, o boşluğu kendine ait bir şey gibi görüyordu. Yaptığı resimlerin güzel olup olmadıkları konusunda hiçbir fikri yoktu, işin o yanı belki de önemli değildi. Önemli olan bu resimlerin onun olmasıydı ve o güne kadar gördüğü resimlerin hiçbirine benzemiyordu”.

İkinci baskı unsuru da boyalarının bitmesiydi ama boyaları da bitince beklediği gibi karamsarlığa kapılmak yerine içine kapanmanın, resim yapmak ve yazmanın yerini alabileceğini fark etmişti.Yalnızlığına öylesine gömülmüştü ki aklı almasa bile giderek çevresinde ki dünyanın ona yettiğini anlamaya başlamıştı. İşte bu kadar bu kitap ve üzerinde durmak istediğim ayrıntısı hakkında anlatabileceklerim. Beni en çok etkileyen kitaplarından biri olduğunu yazarken fark ettim aslında. Sanatın amacının ne olması gerektiği ile ilgili uzun süredir düşünüp, hissedip ama kelimelere dökemediğim tarifi bulunca şeker bulmuş çocuk gibi sevindim. Paylaşmak ve sanat var-oluştur demek istedim birde.

 
Toplam blog
: 13
: 503
Kayıt tarihi
: 07.03.10
 
 

“Kendimden başka hiçbir eksiğim yok” demiş Kafka. Görmek, duymak, hissetmek, konuşmak, okumak..