Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Temmuz '06

 
Kategori
Müzik
 

Paul Weller'la aşkımız, başlamadan bitti şaşkınız!

Paul Weller'la aşkımız, başlamadan bitti şaşkınız!
 

"Perşembe akşamı Paul Weller konserine davetliyiz, ona göre!" buyurdu, sevgili dediği dedik çaldığı düdük eşim. Ne bahane uydursam çaresi yoktu, bu konsere gidilecekti. Ültimatom verilmişti bir kere.

Müzikle hasbelkader dinleyici olarak ilgilenmekten müdahil bir dinleyici olarak ilgilenmeye geçişim, kişisel tarihimde hayli geç bir döneme rastlar. Gerçi hiçbir zaman "Her türlü müziği dinlerim"ci olamadım bir türlü. Sevmediysem bir kere, öldürseler dinleyemem. Ama almıyayım, alana da mani olmıyayım durumu da yoktur bende. Dinleyene "Kapasana şunu, kafam şişti sabahtan beri" şeklinde mani olmasam rahat edemem. Onun için de böyle davetiyeli konserler kasar beni. Gidip de tanımadığım, müzik tarzını bilmediğim sanatçıların konserinden sıkılırsam bir an önce koşarak kaçmak isterim korkusu basar içimi…

Eserekli tabiatım gereği, daha beş dakika önce istediğim bir şeyi bırakıp başka bir şey yapmak istemekten de mustaribim. Evden belli bir yere gitmek üzere çıkıp, bambaşka yerlere savrulmuşluğumuz çoktur. Misal; Yılmaz Erdoğan'ın çok da merak ettiğim bir oyununa gitme niyetiyle yola çıkıp kendimizi Yeniköy'de balık yerken buluşumuz gibi… Yanımdakilere ne kadar sabırlı olduklarını sınama fırsatı veririm her seferinde.

Bazen iyice abartıp, gitmeye bir saat kala su koyverip "Ben gelmiyorum, vazgeçtim" demişliğim de vardır. Ne de olsa ben etkinliğin mümkünse evden, salondaki kanepeden katılımlı olanını severim. Ama bu seferkinden kaçış olmadığı için, bari Weller'ın eski albümlerini falan bulup bir evin bir köşesinden biraz çalışıp gideyim dedim. Tabii ben onları bulup çalışıncaya kadar, konser vakti gelip çatmıştı … Çaresiz, düştük Harbiye Açıkhava'nın kapalı yollarına. Daha önce etkili olduğunu hatırlayarak "Yeniköy’e mi gitseydik acaba?" şeklinde son bir salto atmaktan da kendimi alamadım, ama nifak yüklü bu çabalarım sonuçsuz kaldı.

Yolda alelacele yenen birer dürümle açlığımızı bastırdık. Uygun adım marş marş gittiğimizi zannederken, yanımdakinin yürüdüğünü, benim de ona yetişmek için dilim dışarıda koştuğumu fark ediverdim. "Yordu beni bu kadar faaliyet" deyişimle ayıp bir metreyi bulan adımlarını azıcık kıstı da rahatladım. Vardık Açıkhava'nın kapılarına, giriş kısmını zahmetsizce atlatıktan sonra oturup adamımızı beklemeye başladık. Burada bir parantez açıp, davetiyeli gelen basın görevlilerine ayrılan bir yer olmadığı için beğendiğimiz bir yere oturup konser boyunca "Bu yerlerin sahibi gelip bizi kaldırır mı?" endişesiyle kıvrandığımı belirtmeden edemiyeceğim. Biletlere içi sızlamadan para verip gelecek sosyetik simaların Bodrum'da paparazzilere mesai yaptırmalarından dolayı neyse ki korktuğum başıma gelmedi. Tahminen, 10 YTL'lik öğrenci biletleri de öğrencilerin Paul Weller'a tevellütü yetmediğinden elde kalmış, Açıkhava da bu yüzden pek bir boş kalmıştı. Benim için sevinilesi, İKSV içinse üzünülesi bir durum olduğu aşikardı.

Paul Weller'ı beklerken reggee dinlememiz de ilginçti. "Burası bu kadar boşken ya çıkmazsa?" paranoyam, Weller sahnede arz-ı endam edince ortadan kalkıverdi. Sizi bilmem ama ben ilk kez dinlediğim Weller'in sesini Phil Collins’e benzettim. Seyircilerin çoğu konseri o kadar ruhsuz bir şekilde dinliyordu, daha önce Weller'ı dinlemediğim ve şarkılarına eşlik edemediğim için pek de rahatsızlık çekmedim. Hatta bir ara adamın şarkıları gözümün içine baka baka söylemesinden şüphelendim. Yoksa aramızda bir aşk mı doğuyordu? Herhalde "Bu kadın da hiç tepki vermiyor" diye şarkılarını özellikle bana bakarak söylüyor derken, sebebin üzerimde üç yüz metre öteden dikkati çeken parlak gece mavisi gömleğim olduğunu anlayıp şüphelenmekte haksız olduğumu kabullendim.

Ruhsuz güruhtan ara sıra maziden kalma "Yo do something to me" şarkısına istek yapıldı. Sağolsun Weller da adet olduğu üzere konser bitip alkış ve tezahüratlar sonucunda tekrar sahneye gelince onları kırmayıp söyledi şarkıyı. Bana sorarsanız oturup evimde de dinlerdim Weller'ı. Ya da belki dinlemezdim. Ne de olsa bir tek "Wishing on a star" şarkısına aşinaydım.

Konserin benim için en ilgi çekici kısmı ise sahnedeki "Forza Azzurri" yazılı atkının orada ne aradığıydı. Neden sonra atkının Weller'a sahnede eşlik eden basçı Damon Minchella'ya ait olduğunu öğrendik. Soyadından da anlaşılacağı üzere, Minchella'nın damarlarında babasından gelen İtalyan kanı dolaşıyordu. İtalya'nın 2006 Dünya Kupası'nı kazanmasını kutlamak için atkısını alıp çıkmış sahneye. Tabii biz de bayılırız böyle şeylere, alkışlarımızla sevincine ortak olduk Minchella'nın… Sonra da görevimizi yapmanın verdiği huzur içinde evimizin yolunu tutuverdik. Bizim için konser bahane, Açıkhava şahaneydi… Artık kısmet bir sonrakineydi!

 
Toplam blog
: 8
: 3850
Kayıt tarihi
: 25.04.06
 
 

Okumayı beş yaşında söken blog yazarınız “kendini bildi bileli” okur. Lisede İtalyanca ve İngilizce ..