Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Ekim '06

 
Kategori
Psikoloji
 

Pazar psikolojisi

Pazar psikolojisi
 

Efendim, pazar pazar oturdum ne yazsam ne yazsam... Bugün biraz kafam karışık: canım ders çalışmak istemiyor (evet , hala öğrenciyim!), yine bol yağmurlu berbat bir Kanada havası var ve sabahtan beri durmadan kahve içiyorum beni bütün gece uyutmayacağını bile bile. Bunalım, sıkıntı, ders kitapları... sanırım çıldırıyorum.

Psikoloji öğrencisiyim ve yıllardır ''pazar fobisi'' denilen bu iğrenç ruh halinden kurtulamadım. İnsan Pazar günleri vakit geçirecek bir şey arıyor ama sanki her şey üstüme üstüme geliyor. Eşim gezmeye çıkıyor, ben yine bilgisayarımla baş başa. TV desen zaten Pazar günü hiç açma rezalet. Kanada TV’leri dandik diye para verip Türk kanalı aldık ama nafile. Her Pazar her Pazar magazin yeter ama ya. Hangi kanalı açsan Laila’dan kaçarak çıkan tipler. Hep de aynı yorum ''arkadaşız''. Nasıl bir arkadaşlıksa artık bu? Beklentiler farklı. TV sarmadı beni tabi , zaten genelde onu bilgisayarımla aldattığım için beni pek sevmez. E napacaz? Hadi sörfe... Bu havada olur mu demeyin internetteki sörf bu. Giriyorum internete başlıyorum gezmeye. Psikoloji özel ilgi alanım olduğu için onunla ilgili makaleler arıyorum ve son derece canlı bir damar bulup emmeye başlıyorum.

Düşünmeyi , düşündürmeyi seven insanlar genelde benim gibi sosyal bölümlere kayarlar (ya da matematik sevmiyorlardır, bu daha gerçekçi herhalde). Felsefe de bu bölümlerden birisidir. İlginçtir ki Psikoloji de bu bilim dalından doğmuştur. Felsefeci abiler her zamanki gibi kıraathanede otururken bakmışlar her şey konuşarak olmayacak ''biz bu belayı başkasının başına saralım'' demişler ve Psikoloji çıkmış ortaya. Abiler tartışmayı iyi biliyorlarmış ama tedavide biraz kısa kalmışlar. Mesela bir gün bir akıl hastası gidiyor psikologa. O zamanlar tabi terapi falan hak getire. Adama şizofren teşhisi koyuyorlar ama insanların çoğu batıl inanç esiri oldukları için bunun bir in, cin (ve hatta votka) işi olduğunu düşünüyorlar.

Hal böyleyken yaratıcı çözümler gelmeye başlıyor ve ilk psikolojik tedavi yöntemleri çıkıyor ortaya. Benim en yaratıcı bulduğum ''kafatasında bir delik açıp içerideki cinleri kovma'' tekniği. Nasıl ama bilimsel bir çalışma ürünü olduğu çok belli değil mi? Yani şu an birisi çıkıp şizofreni için ''abi kafatasına bir delik açalım belki iyileşir. Belli mi olur in , cin vardır hem hava da alır'' gibi bir yorum yapsa birkaç yüzyıl aynı adama doktor diye tedavi olmaya gidecektik. Hazır yeni bir teknik geliştirilmişken (teknik demek ne kadar doğru?) birkaç ''cinli'' abinin kafayı delip cini kovuyorlar. Artık üflüyorlar mı emiyorlar mı nasıl kovuyorlarsa...

Aradan uzun zaman geçiyor ve hipnoz ortaya çıkıyor. Hipnoz adını Yunan Mitolojisindeki “uyku tanrısı’ndan” alıyor...Birkaç gösteri yapılıyor , ayılanlar , bayılanlar...Bu sefer bütün Psikologlar başlıyor milleti uyutmaya. “Uyu , uyu , uyu...Şimdi çocukluğundayız...” gibi cümlelerle başlıyor ve psikologun ruh haline göre hastanın “sünnet düğününe” kadar gidebiliyor. Ve seans sonunda da “şimdi üç deyince gözlerini açacaksın” denir ve hasta uyanmazsa o zaman tokat gibi eski ama etkili yöntemlere başvurulur. Aslında bizim millet için en popüler yöntem hipnoz , akupunktur gibi mistik şeylerdir. Adam günde üç paket sigara içer sonra akupunkturdan medet umar. O kadar iğne yiyip çile çekeceğine ciğeri toptan aldır kurtul.

Sonuç olarak eski psikolog abiler bakmış hipnoz her hasta üzerinde işe yaramıyor yine almış bir arayış. Bu sefer psikoloji tarihine adını yazdıran bir abi yine parlak bir fikirle çıkmış ortaya. Tedavi yöntemi de şu: şizofreni ve benzeri hastalıklar beyinin ön bölümündeki işlevsel bir bozukluktan ortaya çıkıyormuş ve bu bölümü beyinin diğer kısımlarından ayırırsak sorun kalmazmış. Yani kısaca beyinin ön bölümünü sünnetleme derdinde abi. Nasıl yapacaksın bunu? Efendim , göz kapağının üstüne şu annelerimizin işlediği “tığ” gibi bir şey yerleştiriyoruz sonra bilimsel bir şekilde “dan” diye vurarak onu beyine kadar itiyoruz (Prefrontal Lobotomy). Sonra hava basar gibi “tığ’ı” ileri geri düzenli hareketlerle ittiriyoruz. Bazı hastalarda bu tedavi yöntemi işe yaramasa da diğerlerinde gözle görülür bir düzelme olur ve bu “parlak” fikri bulan ağabey Nobel Ödülü alır. Amerika’da kırk bin denyoyu tıraşladıktan sonra “galiba bu zararlı bir şey ya...Ne bilim öyle beyini kesmek falan...” diyerekten yasaklanır ve yeni bir arayış başlar psikoloji camiasında...

 
Toplam blog
: 128
: 1989
Kayıt tarihi
: 03.10.06
 
 

Gözlerini kapat ve düşün: bir cümle kaç kişide farklı etki yaratır? Birbirimizi anlamanın gittikçe z..