Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Mart '08

 
Kategori
Güncel
 

Peki, biz Başbakan Erdoğan’ın yaptıklarını nereye koyacağız?

Peki, biz Başbakan Erdoğan’ın yaptıklarını nereye koyacağız?
 

Geçenlerde de yazmıştım, yine aklıma geldi, sinir oldum!

Atatürk, ki dese hakikaten yeridir, “Halkım” dememiştir bildiğim kadarıyla…

“Türk milleti” demiştir… “Türk halkı” demiştir… Ya da demişse de mutlaka övgü dolu, cesaret dolu bir cümlenin başında ya da sonunda kullanmıştır…

“Halkım” diye sesleniş bana oligarşiyi çağrıştırıyor! Kralların halkı olur, başbakan ya da cumhurbaşkanlarının değil!...

Böyle bir hak verilmedi henüz, bildiğim kadarıyla… Yoksa, kaş göz arasında bu da mı onaydan geçti?

Uzlaşma çağrısına verilen yanıt bana pek itici geldi, ne yalan söyleyeyim.

Bana, partime yapılan eleştiriler derken, aslında uzlaşmanın olanaksızlığı ile birlikte uzlaşamamanın nedenini de şıp diye ortaya koydu.

Eleştiri olmasın…

Karşı fikir olmasın, çünkü yüzde kırk ile geldiler…

Yasalar da “enter” tuşuna basılarak yapılacak hale getirildi neredeyse… AKP istesin, yeter, bas tuşa, değişsin yasa!

Eeee…

Emekli de olamadan ölsün gitsin insanlar…

Hoş, tarikatlarda aş da var iş de…

Emeklilik yaşı konusunda Avrupa baz alınıyorsa, yıllarca ihracat sektöründe olan bir kişi olarak, bir çok ülke insanları ile, dolayısıyla da yaşantılarıyla iç içe oldum.

İtalyan şirkette de çalıştım, Türk-Yunan ortaklı şirkette Yunanlı asistanım da oldu, bir çok ülke ile iletişimimin yanında.

Sonuç olarak, yaşadığım ülkem ile diğerlerini, kendi standardım ile diğer standartları karşılaştırma durumunda kaldım.

Bir onların 65 yaşındaki kadınlarına, adamlarına baktım, bir bizimkilere…

Bir onların sosyal güvencelerine, bir de benimkine…

Çalışma saatlerine… İnsan haklarına…

Örneğin Yunanistan, değişmediyse eğer, her yıl kendi ülkesinde, iki yılda bir de yabancı bir ülkede tatil yapabilmesi için vatandaşının para ödüyor…

Al diyor sana para, çık yurt dışına, tatil yap, hem de kültür öğren bu arada, sonra da gel, sağlıklı, mutlu olarak çalış işinin başında…

Aleka, asistanım, Thessolanika, yani Selanik’te oturuyordu, Türkiye’ye gelmeden önce, ki geliş nedeni, eşi çalıştığım şirketin genel müdür yardımcısıydı, kışın da mı öyleydi, tam anımsamıyorum ama, yaz aylarında saat dört gibi iş saatinin sona erdiğini ve ardından denize gittiklerini söylemişti…

İtalyanların da siestası vardır, bilirsiniz.

Bizdeki gibi yarım saatlik, bir saatlik değildir onların öğle tatili…

Bizler gibi iki büklüm de durmazlar patronlarının karşılarında! Ikınıp sıkılmazlar da!

Yok ayak ayak üzerine atmayalım yanlışlıkla, yok yanlış bir laf edersem…

Aman, yoksa düğmemi iliklemedim mi?

İtalyan genel müdür ofiste ayakta, önemli bir sevkiyatı konuşuyoruz, ben masanın üzerinde! Hani yorulunca beyniniz ve bedeniniz yaslanırsınız da ayaktayken masaya, sonra da hop oturursunuz masaya…

Rica ediyor, acil mal istiyor İtalya’dakiler… Hem de şirketin genel binası orası, diğer ülkelerdeki şirketlerden değil… Bakıyorum programıma, yok, mümkün değil diyorum, kıpırdayacak durumum yok, alamam bunu programıma!

Ne yapacağız diyor, elime alıyorum beş on dosya, her birinin sevkiyat getirisi kabarık,

“Seçin Sinyor De Santis, hangisini ertelememi istersiniz?

“Si” diyor, tamam Gülgün, olabilecek en yakın zamana al lütfen…

Biliyor ki, olabilecek olsa yaparım zaten… Saygı duyuyor, yaptığım işe, çünkü mantık aynı…

Bir de bunun bizdeki versiyonunu düşünün lütfen…

Anladınız siz onu!...

İtalyan adamlar, Noel de adını şu an anımsayamadığım keklerinden getirdiler bize, tüm ithalat giderlerini ödeyerek, her bir personele, her bir işçiye.

Ramazanda oruç tutanlara yemek paralarını ödeyip, muazzam bir iftar yemeği verip, kişi ayırt etmeksizin herkese ramazan paketi hazırlayıp, yine kişi ayırt etmeksizin, tutar mı tutmaz mı, her akşam yolda oruçlarını bozsunlar diye kumanya tedarik ettiler…

Fazla söze ne hacet!... Anlayanlar anlamıştır nasıl olsa!...

Amerika’da caddeye bir yaya attığında, geçen araba durmak zorunda!

Durmaz ise, cezayı da yer, kaza yapmasa bile…

İşten atıldığında, ya da işsiz kaldığında, yaşamını idame ettirecek aylık bağlanıyor insanlara…

Hoş, bizde de başladı bu uygulama, ama adamlar en az yedi tane iş göstermek durumunda mağdura…

Sağlık ücretsiz…

Kuyruklarda yaşlanmıyor insanlar üstelik!

Üniversiteye girecek diye debelenmiyor gencecik bireyler…

Ne bileyim, süt bu kadar pahalı değildir oralarda muhtemelen!

Her ne ise, derdim, orası burası olayı değil, derdim, koşullarımızın aynı olmaması!

Irklarımızın da…

Toplumsal hayatımızın da…

Bir zar parçası uğruna evlenip, bir zar parçası uğruna öldürmeyi düşünmüyorlar mesela, kızlarını…

Bir zar parçası için kafalarının içi fıldır fıldır değil…

Basit yaşıyorlar yani beyinsel olarak anlayacağınız!

Cinselliklerini yaşıyorlar…

Bastırıp bastırıp, bir popo, bir göğüs gördüler diye değişmiyor dünyaları…

Saç teli mi? Allah aşkına, güldürmeyin beni…

Sonuçta arkadaşlar, bizler aman o muydu, aman bu muydu derken…

Tüpümüz var mı diye düşünürken, hani her istediğimizde duşa bile belki giremezken, ya da seviştik kocamla, aman koştur hemen banyoya… Eksi bilmem kaç derece mi, tüp de bitmiş mi, gir canım soğuk suyun altına, günahtır, zatürre mi oldun sonunda, gir canım kuyruklara… Bal yemen, et yemen lazım, asgari ücret, zamlanmadan önce ekmek, kaç ekmek alıyordu ki?

İç canım ilaçlarını, Avrupa’nın reddettiği ilaçlar nasıl olsa bunlar!

Hadi, çalışın ama aileler, en az üç çocuk doğuracaksınız!

Nasıl olsa göremeyecek emekliliğini hiç kimse!

Devlet de buna para ödemeyecekse…

Eee… Nereden bakılsa, bu söz karşılığında doğan her bir çocuk potansiyel bir oydur!

Ahhh… İçim acıyor, ne olur, ya standardımızı bilelim, ona göre kararlar alalım, ya da standardımızı yükseltelim!

Ona göre kararlar alalım!...

Ama… T.C. Başbakanı sayın Erdoğan, biz kayıplarımızı nereye koyalım?

Hadi, sizinki eleştirisel boyutta, hani keşke beni eleştirsinler, feyz alsam eleştirilerden de keşke, ama… İş….

Ama… Aş…

Ama türban…

Ama ya laiklik?

Ama cumhuriyet…

Halkın değiliz hocam, Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşıyız!...

Biz kayıplarımızı, hani, nereye koymalıyız?

Gülgün Karaoğlu

Mart,27/08

(Yazı epey uzun olmuş, sonuna kadar okuyan herkese peşinen teşekkür ederim, sevgilerimle…)

 
Toplam blog
: 1269
: 1343
Kayıt tarihi
: 18.09.07
 
 

İzmir, 1963 doğumluyum. Dokuz Eylül Üniversitesi İngilizce bölümü mezunuyum ve özel bir şirkette ..