Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Mart '09

 
Kategori
Siyaset
 

Peki Sol Ne Demek?

Peki Sol Ne Demek?
 

Düş peşinde...


Küçük çocuk annesine sordu: “Sol ne demek?”

Anne bir süre düşündükten sonra yanıtladı: “Sol; sokakta seksek oynamak demek, korkudan öleyazsan da lunaparkta zincirli sandalyeye binmek demek, gece yatağından gökyüzünü izleyip gözüne kestirdiğin bir yıldızla sır paylaşmak demek, küçük fokları gaddarca öldüren fok katillerini hiç unutmamak ve kürk giymiş bir bayanın üstüne, 'Yaşasın foklar' diyerek kalıcı boya atmak demek, yunusların bazen bir insan olduğunu düşünmek ve onların o muhteşem özgürlüklerini kıskanmak demek, Afrika'da bir ay sonra 700 bin yaşıtın çocuğun susuzluktan öleceğini öğrenip kumbaradaki parayı koşarak acil yardım kurumlarına götürmek ve bundan böyle diş fırçalarken musluğu kapalı tutmak demek, yemeğini bitirip geri kalanını üşenmeden bir torbaya koyup en yakın hayvan barınağına götürmek demek, köpeğini gezdirirken bir poşete onun bıraktıklarını almak ve çöp kutusuna atmak demek.

Kesilen her ağaç, yanan her orman için ne yapıp edip mutlaka ve mutlaka ağaç dikmek demek, kimselerin bu orada ne yapıyor demesine aldırmadan insanların kumsalda bıraktığı çöpleri toplamak demek, çok meraklı olmak demek, şu yaşadığımız dünyada kaç dil konuşuluyor, farklı kaç renk insan var, neden Çinliler sütle yapılmış yiyecekleri yiyemezler, Güney ve Kuzey Kutbu'na kaç kişi gitmiştir, onların bu yolculuklarda başına neler gelmiştir, şu bizim oturduğumuz kentin kaç kapısı var, şu bizim oturduğumuz kentte kaç müze var, yazıyı ilk bulan kavim Sümerlerin kaç tanrısı varmış, Hititlerin kaç tanrısı, Hint mitolojisiyle Yunan mitolojisindeki tanrılar birbirine ne kadar benzer, güçlülerin tanrısı Apollon'un da, Hint tanrılarından en sevilen insan başlı fil tanrı Gadeş'in de yardımcıları neden faredir, bir karınca bir kilometreyi ne kadar zamanda kat eder, sesten hızlı giden uçakların hızı saatte kaç kilometredir, neden erik ağaçları erken açar, dünyada kaç çeşit kurbağa vardır, insanın en yakın akrabası gerçekten susineği midir, Freud neden herkesin bildiği bir bilim adamıdır, karpuz neden soğuk suya bırakılır, dünyada parfüm yapılan kaç çeşit çiçek vardır, çöllerde kum fırtınaları neden hâlâ insanların korktuğu bir doğa olayıdır, kırlık alanlarda neden ay ve yıldızlar daha parlaktır, aşk nedir, bu neden başımıza gelir, kalbimiz sık sık neden kırılır, vicdan nedir, neden yalan söylerken yüzümüz kızarır...”

Küçük çocuk “Anne dur biraz” dedi, “kafam karıştı.”

“Elbette karışacak” dedi annesi, “Dünyanın en zor sorusunu sordun, devamı var. Sol demek; her yaptığın işin neye yarayacağını bilmek demek, okuduğun her kitabı, denizlerin tuzunu, göklerin mavisini iyi bilmek demek, bir ormanda pusula olmadan Kuzey Yıldızı'na bakıp yolunu bulmak demek, herkes birinin karşısında mum gibi dururken kendin gibi durmak demek, geceden ölesiye korkmak ama geceyi sevmek demek, gün batımlarını sevmek demek, ormandaki tüm sesleri sevmek demektir; kendin için dans etmek demek, ağız dolusu gülmek demek, her yenilgiden sonra şöyle bir silkinip kendi küllerinden yeniden doğmak demek.”

Küçük çocuk birden bağırdı, “Şimdi anladım” dedi, “Sol demek hiç durmadan düş kurmak demek!”

DÜŞLERİMİZ GERÇEK OLACAK!!

BİRGÜN MUTLAKA !!!

DÜŞLERİN PARLADIĞI SİLİVRİ...

Yukarıdaki yazı, 28 Aralık 2008 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde Işıl Özgentürk imzasıyla yayınlandı.

CHP Silivri Belediye Başkan Adayı Özcan Işıklar’ın seçim konuşmalarını dinlerken, sürekli olarak beynimin içinde bir melodi gibi dönüp durduğu için paylaşmak istedim.

Ne diyordu Özcan Işıklar: “Önce İnsan! İnsanın öncelikli olmadığı bir kentte boş boş binalar yapsanız neye yarar?” Tam da böyle bir şeydi yani Işıklar’ın anlatmaya çalıştığı. Belediyecilik hizmetleri dendiğinde akla dört tane taş binayı dizmek gelmemeli. Rutin belediye işlerini mevcut personel zaten başarılı bir şekilde yürütüyor. Belediye Başkanı, vizyonuyla, bilgisiyle, yeteneğiyle birlikte yeni ve güzel şeyler üretebiliyor, bunu kent yaşamına katabiliyor, toplumun temel ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra sosyal gelişimini de sağlayabiliyorsa anlamlıdır o başkanın varlığı. Kenti yönetmek demek, Büyükşehir’den rica minnet asfalt alıp sokaklara asfalt dökmek kadar basite alınacak bir şey olmamalı.

Hüseyin Turan’a bu yüzden kızıyor Özcan Işıklar. Turan’ın bir vatandaşa, “Ambulans göndermek belediyenin işi değil” şeklinde cevap verişine kızıyor ve ekliyor hemen: “Belediyenin işi değil, ne demek! İnsanın sağlığını düşünmek, onun sağlıklı bir gelecek hakkını düşünmek belediyenin işi değilse, o belediyenin ve o koltuğun anlamı ne!”

İşte doğalgazı getirmiş olmak yeterli oluyor AKP zihniyeti için ama solun kaygısı, o doğalgaz faturasını ödeyemediği için evinde battaniye altına girerek ısınmaya çalışan üç çocuklu inşaat işçisi babanın gözyaşları oluyor.

AKP zihniyeti, asfalt dökmüş olmakla gururlanarak “Artık ayaklarınıza poşet geçirmek zorunda kalmayacaksınız” demekle yetinebilirken, ayağına ayakkabı alacak parayı bulamayan emekçinin çaresizliği yakıyor solun ciğerini.

Lüks bir adliye binası başlı başına büyük bir hizmet mesela AKP zihniyet için. Ama solun önemsediği şey şatafatlı bir taş binadan çok, adil bir şekilde işleyen hukuk sistemi oluyor. Çünkü sol biliyor ki, o adliye sarayında dokunulmuyor AKP’lilere. “Yargıya güvenmiyoruz” diyerek neredeyse tüm Türk Hâkimlerine hakaret etme sınırına gelen bir Başbakan, muhalif gördüğü tüm kesimleri ‘çete üyesidir’ diyerek hapse attırabiliyorsa eğer, hukuku kendisi ve partisi için işletmiyorsa, dışı şatafatlı bir adalet binası koca bir komediden öteye gidemiyor bu memlekette. Yani biz diyoruz ki; Adalet Sarayı yaptırmakla övüneceğine Sayın Turan, Danıştay’ın aldığı yargılama kararlarını kendi İçişleri Bakanlığı tarafından üstünü kapattırıp yargıdan kaçmamakla, o yapılan adliye sarayında tüm diğer vatandaşlar gibi adil bir şekilde yargılanmakla övünsün. İşte bu nedenle o taş binalar anlamsızlaşıyor sol için. Önce insanın adalet önünde eşit olmasını, sadece ‘insan’ olabilmesini istiyor sol.

AKP zihniyeti için dört tane taşı üst üste koyup adına okul demek yeterli olabiliyor mesela. Ama sol diyor ki; içinde nitelikli bir eğitim olmadıktan sonra, okulu altın suyuna batırsanız neye yarar! Çünkü sol biliyor ki; ay sonunu bir türlü getiremediği için onca borcun altından nasıl kalkacağını düşünüp kafasında bin bir dertle okula gelen bir öğretmen, o çocuklara verimli bir şekilde ders anlatamaz. Kaldı ki, tamamen bilimsellikten çıkarılıp din eksenli bir yapıya kaydırılan müfredatı o çocuklara dayatarak yapılacak bir eğitimin niteliği de olamaz! Eğitimi gitgide özelleştiren bir AKP zihniyeti, okul giderlerinin neredeyse yarısını veliler üzerine yıkmışken, okullarda hemen herşey için çocuklardan para toplanır hale gelmişken, okul yapmış olmakla övünenlere tepki gösteriyor sol. Çünkü solun eğitimden anladığı; geçim sıkıntısın yaşanmadığı, alım gücünün yüksek olduğu bir toplumda sabah zengin bir kahvaltı ederek çıkmalı evden çocuklar, kapılarına kadar ücretsiz gelen servislerine binip ulaşmalı okullarına, yakıt parası vermedikleri için kaloriferlerinin kesilme derdi olmadan sıcacık sınıflarına girmeli, kadrolaşma sonucu gelmiş gerici öğretmenlerin bilimdışı saçmalıklarına maruz kalmadan, nitelikli ve bilimsel bir eğitim alabilmeli sınıfında.

AKP zihniyeti, her geçen gün daha da fakirleştirdikleri toplumda, bir önceki yıla oranla daha fazla aileye yiyecek ve kömür yardımı yaptıklarını övünerek söylerken, bunun aslında daha fazla sayıda insanın yardıma muhtaç hale getirildiğini söyleyip, övünç değil utanç tablosu olduğunu hatırlatır sol. Çünkü sol ister ki; bu memleketin insanı, sadaka alarak insanlık onurunu ayaklar altında ezdirmek yerine, kendisi kazanabilsin kömür ve yiyecek parasını. Kimse yardıma muhtaç kalmasın ister, başarı olarak bunu gösterir.

Yani bizim düşlediğimiz bambaşka bir toplum modeli, bambaşka bir yaşama şekli var. Öncelikle insan olmanın onuruyla, kendinden başka diğer insanları, hatta bitkileri, hayvanları düşünerek, yaşadığımız dünyayı daha güzel ve yaşanabilir bir hale getirmeyi; yaşadığımız kente sevgiyi, barışı, hoşgörüyü, demokrasiyi hakim kılabilmeyi düşlüyoruz.

Solun ne olduğunu anlayamayıp garip garip sorular soranlara özenle duyurulur.

Ve hani diyor ya Işıl Özgentürk, “Düşlerimiz gerçek olacak; bir gün mutlaka” diye, biz de diyoruz ki; bu düşümüz gerçek olacak, çoook yakında mutlaka!

Velhasılıkelam: “Düş peşindeyim, düş peşime…”

 
Toplam blog
: 70
: 1618
Kayıt tarihi
: 23.07.06
 
 

Milliyet Blog'un ilk yazarlarındanım. Uzun yıllar gazetecilik yaptım, sonra bir sabah uyandım ki ..