Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Ekim '07

 
Kategori
İlişkiler
 

Peki ya siz?...

Kalemim tükenmişti…

Karalamak istiyordum önümdeki defteri sayfalarca ….

Tıkanmıştım yazamıyordum. O akşam hüzünlüydüm ama hüznümü her zamanki gibi kağıda dökemiyordum.

Dışarıda alabildiğince yağmur vardı.

Bir solukla kendimi yağmurun kollarına bıraktım dışarıdaydım ve delice yağan yağmura aldırmaksızın özgürce dolaşmanın keyfini sürüyordum.

Yoruldum önüme çıkan ilk parkta soluklanmak ve yağmurun ıslaklığına aldırmaksızın sigaramın ciğerlerimi delen dumanından yoksun olmak istemedim.

Oturdum bir banka sigaramı yakmak üzereyken parkta yalnız olmadığımı bir genç kızın oturduğunu fark ettim.

Gözleri o karanlığın mayhoşluğunda bile o kadar belirgindi ki…

Kapkara siyah gözleri vardı. Derin manalar yüklüydü gözlerinde ve bakışlarında…

Buğuluydu bakışı belliydi o da benim gibi bu gece yasa, hüzne boğulmuştu…

Yaralı bir yüreği vardı belki, belki özlediği biri ya da canını yakmış biri….

Ya da kırık bir hayat hikayesi, kırık bir tarihi vardı…

Sebep neydi bilmiyordum ama yüreği sıkışıp kalmıştı bunu görebiliyordum…

Çakmak isteme bahanesiyle yanına yaklaştım benimkisi merak mıydı yoksa bir şeyler beni ona mı çekti bilinmez ama ben artık yanındaydım…

Sohbete başladım hemen karşılık verdi belli ki ihtiyacı vardı anlatmaya…

Beni tanımamanın ve anlattıklarının birgün önüne çıkmayacağından eminliği miydi bana içini döküşünün nedeni anlamadım.

Bildiğim tek şey o gece çok doluydu yağmurun şiddetle kendini boşaltma ihtiyacını giderdiği gibi o da bana dökmüştü güzel ve ince yüreğini.

Beş yaşlarında kaybetmişti babasını…

Ölümün soğukluğunu gidiş bileti olup dönüşü olmayan bir geminin hayali , ruhani bir geminin varlığını daha o yaşlarda yüreğine kazımıştı…

Artık öğrenmişti ölümün sessizliğini…

Ve vazgeçmişti her doğan güneşin doğuşuna uyanıp , o güneşin babasını ona getirme ümidinden…

Sonra bu gelmemezliğe dayanabilme gücünü gösterebilmek için , bir hayal büyütmüştü küçük dünyasında , sevebilirdi belki… yarımdı … aşkı bularak şu yalan dünyada eksik , yarım yanını o aşkla bütünleyebilirdi….

Daha o yaşlarda and içmişti , bu aşkı bulacağına ve bulana kadarda evlenmeyeceğine…

Onu hayata bağlayan inanç buydu ?

Yaşam için umut lazım, hayal lazım, inanç, sabır ve başarı …

Hepimizin yaşama dair sabrettikleri, bekledikleri vardır …

Kimimiz, zengin olmayı düşler, bu inançtır bizi ayakta tutup, heveslendiren…

Kimimiz, kariyer isteriz, çıkabileceğimiz en üst düzeylere ulaşmak için …

Kimimiz anne olmak isteriz...

Kimimiz baba...

Kimimiz yaşamı unutur, cenneti kazanmak için dünyaya kendimizi kapatır, iman ederiz gece gündüz…

Kimimiz evet kimimizde bu genç kız gibi, aşkını arar ve onu bulmaya yemin eder.

Çünkü yarımdır ve tamamlanmak ister güzel bir yürekte.

Onunla nefes alıp , onunla son bulmak ister. Gerisi boş hikayedir onun için…

O inandığı ve yıllarca beklediği aşkı bulmuştu ama çıkmazı olmayan ….

Sabrettiği ve gelmesini hep beklediği nefesin, imkansız oluşunun farkına varmış bu gerçek ona ağır gelmişti…

Şu cümleler dökülmüştü yüreğinden…

“Ben şimdi nasıl yaşarım sabrettiğim ve gelmesini hep beklediğim nefesin, imkansız oluşunu bilerek”…

Aradığını bulduğunu düşünüyordu ama asla onun olamayacak bir varlıktı bu…

O gece bu yaralı insanın yüreğinden dökülen cümleleri dikkatle dinlerken…

Bir insanın umutlarının tükendiğini düşündüğü anlarda ne tahribatlı ve hastalıklı hallere büründüğünü fark ettim…

Güzel gözlü , ince yürekli bu genç kızın aşk sarhoşluğunda yüreğinde yarattığı tamiri zor hayatında iz bırakacak yaralarını düşündüm. Sonsuz ve evrene sığmayan bir sevgisi vardı o sevgi şimdi yerini sonsuz ve evrene sığmayan nefrete bırakmış aşkıyla ilgili anılarını ve yüreğini nefret sarmaşıklarıyla doldurmuştu…

Ondaki nefreti gördükçe içten içe bende sevdiğine inandığı ve yüreğinin kapısını sonuna kadar açıp sonsuz bir sevgiye boğduğu adama kızıyordum. Hiç bu kadar kızgın olmamıştım kimseye!

Meğer aşk bazen sevgi duygusunu büyük nefrete, kine, bırakabiliyormuş.

Onu dinlerken mantık sınırlarımı zorlayan, inanası zor, anlatımı masalsı ama bir o kadar da gerçek olan sevgisinin tükenişine ve onu yavaşça sevgi kıvılcımlarından sıyırıp yerini nefret sarmaşıklarına bırakmasına an be an şahit oluyordum…

En az onun kadar içim acıyordu…. Canının can çekiştiğini , eridiğini gördükçe …

Tıpkı yardıma muhtaç bir dilenci gibi öksüz , cehennem ateşinde yanan bir günahkar kadar dökülen derisine muhtaç ve sancılı hallerdi bunlar….

Belli ki ; ölesiye sevmişti…

Acaba sevdiği adam bu kadının, yerleri, gökleri inleten ahının ve nefretinin farkında olsa ….

Bu nefret ve aha bir anlam yükleyebilecek miydi ?…

Yoksa bir çok insan gibi kendi haklılığını savunan bir edayla karşısına dikilip içten içe aslında kendini kendine temize çıkarmaya, azıcıkta olsa bu hale getirdiği kadının dudaklarından dökülecek onun haklılığına dair ufak bir cümle duyup , kendince vicdanının sadece , çeyrek milimini rahatlatır mıydı ?

Acaba kadının onu haklı görüşü, onun kendisini affetmesi için yetecek miydi?…

Ben ; sıcacık, tertemiz, önünde daha çok yılları olan birine , bu duyguları yaşatıp , onu enkaz yığını haline getirdiğimi bilseydim ….

Kendimi asla affetmezdim o beni affetse bile….

PEKİ YA SİZ ?.....

 
Toplam blog
: 73
: 717
Kayıt tarihi
: 17.10.07
 
 

1979 D.bakır doğumluyum. AÖF bankacılık bölümü okumaktayım. Yazmayı çok seviyorum, hayata bağlayıcıl..