Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Temmuz '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Penceredeki esmer gülücük

Penceredeki esmer gülücük
 

İzmir’ de oteller sokağında gördüm onu…

Pencereye oturmuş, bilmediğim bir dilde kendi kendine konuşup, oyun oynuyordu… Küçüktü, küçücüktü… Zenciydi. Altı yaşında ancak vardı. Durdum, uzaktan uzun süre onu izledim. Kendi dünyasına dalmış gitmişti… Yanındaki hiç bir şeyin farkında değildi. Bedeni penceredeydi ama ruhu çok uzak dünyalardaydı.

Tuhaf olan neydi biliyor musunuz? Kızın oturduğu pencere bir kahvenin penceresiydi… İçeride bir sürü adam oyun oynuyor, sigara içiyor, bağırtılarla konuşuyordu. Adamlar ne kadar çoksa, kalabalıksa, kız o kadar yalnızdı. Kimsenin tahmin edemeyeceği kadar yalnız… Kendi iç dünyasının derinliklerindeydi. Kör bir kuyuda.

Beni çok sonraları fark etti… Önce şaşırdı, utandı, sonra gülümsedi. İnci gibi parlayan dişleri pembe ağzında göründü, kayboldu. Tam da gülümserken ben fotoğrafını çektim. O güzel gülücüğü hatıra kaldı bana. Bir iskemle çekip yanına, pencerenin altına oturdum… Konuşmak istiyordum onunla… O aniden dünyasına girdiğim için, düşlerini böldüğüm için belki de kızgındı bana. Konuşmak istemedi, sonra birkaç kelime söyledi ben anlamadım. Konuşarak anlaşamadık, ama gülüşerek gayet iyi anlaştık. O gülünce ben de güldüm… Çünkü gülümseme evrensel bir dildi. En iyi bu şekilde anlaşabiliyorduk. Küçük kız yabancıydı, çok çoook uzaklardan savrulmuştu buraya. Bir çay söyledim kendime, amacım biraz daha yakın olmaktı ona. Neden bilmem, onu ilk gördüğümde yüreğim titremişti. Bir kahvenin penceresindeydi, kendi kendine yabancı bir dilde konuşuyordu ve hiç arkadaşı yoktu…Çayımı en az onun kadar siyah bir kadın getirdi. Kadın zayıf uzun boyluydu. Teşekkür ettim, o da bozuk bir Türkçe’yle “Ben teşekkür ederim” dedi. Bakışları, tavırları ürkekçeydi… Umutsuz, umarsız bir insanın bezginliği vardı yüzünde.

Sonra kahvenin sahibiyle konuştum. Uzak bir Afrika ülkesinden gelmişlerdi… Amaçları Türkiye üzerinden Avrupa’ya gitmekmiş. Küçük kızın babası bir Avrupa ülkesinde mülteciymiş. Bir kampta yaşıyormuş. Kadın kızıyla birlikte yanına gidecek… Ama paraları yok. Yaşamlarını sürdürmek için kahvede çalışıyor kadın. Bir çaresini bulup gidene kadar… Kahveye gelenlerin çoğu da zaten yabancıymış. Kahveci, kadını hem dil bildiği için hem de ihtiyacı olduğu için yanında çalıştırıyormuş. Kız da mecburen annesinin yanında kalıyor tüm gün. Akranı, arkadaşı yok… Annesinden başka kimsesi de yok. Tam da oyun çağında bir çocuğun akşama kadar köhne bir çay ocağının penceresine oturması yüreğimi titretti. Dilsiz olmak, arkadaşsız olmak hele de çocuk olmak ne zor…. Babası çok uzaklarda, küçük kız onu hiç görmemiş… Ne zaman göreceği belli değil…

Onu penceredeki o esmer gülücüğüyle bir başına bırakıp gidiyorum…

Hani o soğuk pencereden tüm dünyayı ısıtan gülücüğüyle…

 
Toplam blog
: 107
: 1402
Kayıt tarihi
: 01.11.06
 
 

1970 yılında Siverek'te doğdum. İlk ve orta öğrenimimi Tarsus'ta tamamladım. İstanbul Üniversitesi ..