Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Temmuz '11

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Penceremden hayat manzaraları

Penceremden hayat manzaraları
 

Herkesin penceresi farklı


Herkes kendi penceresinden bakar hayata. Bazen insan kendi iç yolculuğuna çıkmak için bir pencere açar kendine. Kendini eleştirel bir gözle izlerken, içinde yer aldığı kendi dışında akıp giden hayata da çevirir dikkatini, sadece bakmak değil aynı zamanda da görmek, kavramak, tanımak ve içinde olmak ister hayatın. 

İnsan manzaralarıyla ilgilenirim ben ve yüzlerinden karakter analizleri yaparım içimden. Her sabah elime kahvemi alır ve penceremden dışarı bakarım ve süzülürüm insanların arasına. Yüzlerine bakarım, onlarla konuşurum bazen içimden. Yaşamı içselleştirmek adına algılamak isterim etrafımı. 

Hüzünlü insanlar görürüm kimi zaman, çevresiyle ilgilenmeden yürüyen, telaşlı adımlarla koşturan, bazısı dalgın, bazısı yüzü düşmüş adımları yavaş. Kimisi var ki neşesi ve enerjisi etrafında bir çember oluşturmuş, doya doya yaşıyor hayatı. Kimisi de var ki genç yaşına rağmen çöplerin içinde kısmetini arıyor. Yaşlı insanlar var, hayatın kendine sunduğu şeylerle yetinmiş ya şükredip yaşıyor ya da şimdiye kadar ulaşamadıkları ile kahrediyor. Hep bir yere yetişme telaşı, hep bir savaş verme, hep bir cebelleşme hayatla. Hepsinin ayrı bir hikâyesi vardır kim bilir ve herkes kendi seçtiği hayatı yaşıyordur. 

Naif orta sınıf hayalleriyle süslü bir sürü yaşam kendi akışına bırakılmış veya kaybolmuş. Ve herkes kendi hikâyesinin kahramanı olmuş, kendi ruh halinin ruh ikizini kahramanlaştırıyor benliğinde. Ve her kahraman aslında gölgesinin iz düşümü. Gidip sorsan o an itibariyle “ben” diye başlayıp da uzayıp giden tümceler sıralayacak birbirinin peşi sıra. Tabii ki hikayesinin merkezinde kendisi vardır ya da etrafında dolanıyordur. 

Durmuş penceremden seyrediyorum her sabah ki gibi sokağı. Henüz sabahın erken saatleri ve duyguların duygular içinde kaybolduğu bir saat bu an. Ve hızla akıp gidiyor hayat dışarıda. Sokaktaki yürüyen insanlardan bazıları “hayatımı sevdiklerime adadım” modundalar ve bu da çok belli. Bazıları da aksine “bu hayat benim hayatım, ben değerliyim” modundalar. Birkaç da “bu küçük tepeleri ben yarattım” modunda dolaşanlar, küçük burunları havada gezenler var. Bazı bazı da “aman boş ver günümü geçiriyorum işte” tarzında hiç bir şey umurunda olmayan ellerli cebinde yürüyenler. Spordan dönenler, birazdan gidip ev işlerine dalacak olan kadınlar. Ve hepsinin içinde sıra dışı hayatlar yaşama arzusu olduğunu biliyorum. 

Havada da yoğun bir yağmur kokusu var, ardından sert bir rüzgar ve ilk damlalar. Kaçışan insanlar ya da korkusuzca istifini bozmadan yürüyen birkaç genç görüyorum bu sefer. Arabalar geçiyor yerdeki su birikintilerini sıçratarak. Kocaman bir çöp arabası geçiyor önce, ardından kediler eşlik ediyor. Karşıda birkaç köpek oynuyorlar çimlerde. İşlerine giden kızların yoğun parfüm kokuları arkalarından geliyor. Arkadaki okuldan yükselen neşeli çocuk çığlıkları alabildiğine hoyrat. Gam kasavet biriktirmemiş masum oyun çığlıkları. Ve gökyüzünde özgürce uçan kuş sürüleri. 

Balkonumdaki sardunyalar bir bir açıyor rengârenk, saksılardan birisinin içine bir kumru yuva yapmış, iki yumurtası var, üstünde yatıyor günlerdir. Onu tedirgin etmemek için balkonuma bile çıkamıyorum. Çıktığımda da sessizce hareket etmeye çalışıyorum ama sonunda birbirimize alıştık. Artık benden korkmuyor. Ben balkondayken o da yumurtalarının üzerine rahatça serilip oturuyor. Bazen eşiyle guguklaşıyorlar karşıdan, sonra o geliyor diğeri kalkıp gidiyor. Hayat ne garip. Herkesin öncelikleri farklı. 

Bezgin bir adam geçiyor yoldan belli ki yorgun, elinde market torbaları var. Belki evine günlük yiyeceği için bir şeyler alabilmış, o günkü kısmeti neyse artık, belki karısı ve çocukları akşam sofrasında hep birlikte oturup o günün hesabını yapacaklar. Belki yalnız, belki çocukları uzakta onları özlemekte. Ama dik yürümeye çalışıyor bükülen beline inat. Görmüş geçirmiş bir adam belli yüzündeki çizgiler anlatıyor yaşadıklarını. 

Bir anneyle çocuğu geçiyorlar hızlı hızlı, çocuğun elinden çekiştiriyor durmadan anne. Kendi işine gidecek belki çocuğunu kreşe bıraktıktan sonra. Aklı da hep arkada çocuğunda kalacak bütün gün çalışırken. Ne yaptığı işten hayır gelecek ne aldığı paradan. Hep bir yanı eksik başlayacak güne hayatın peşinde koşmaktan tamamlanamayacak. 

Karşımdaki binada evlendirme memurluğu ve nikâh salonu var. Nikâh kalabalıkları dışında evlilik başvurusu yapmaya gelen çiftler de var. Bazıları el ele geliyor, bazıları arka arkaya yürüyorlar. Başvuru sonrasında ellerinde dosyaları ile çıkanların arasında kavga edenleri de gördüm. Kimbilir ne kadar gidecek evlilikleri. Şimdilik tek hedefleri mutlu bir evlilik olan çiftler teker teker imza atıyorlar her gün gözümün önünde. Mutlu görünüyorlar. 

Zaman biteviye koşuyor. Ve hayat birbirinden bağımsız hikâyelerle akıp giderken ve herkes kendi hikayesiyle meşgulken, tek bağlantıları aynı havayı solumaktan başka bir şey değil. Bir yönetmen herkese farklı roller biçmiş ve herkes kendi rolünü büyük bir ustalıkla oynuyor ve bazıları da başkalarından rol çalıyor. Kimisi hırslı olacak tabiî ki kendisine biçilen rolde, kimisi de kendine verilenle yetinecek ve hikâyesinin belli bir yerinde tıkanıp kalacaklar da var. Başrolünü kaptığımız kendi hayat yolculuğumuzda, diğer figüranların etkisiyle savrulup giderken, başrolü paylaşacağımız diğer bir kahramanı arayıp bulma arzusuyla da kıvranabiliyoruz. Ve başka hikayelerde başrolü kapma yarışına içgüdüsel bir şekilde hazırız. Hayat çok garip olsa da yaşamak güzel. 

Çok sevdiğim Cahit Sıtkı Tarancı’nın şiirindeki gibi; 

Ne doğan güne hükmüm geçer 

Ne halden anlayan bulunur 

Ah aklımdan ölümüm geçer 

Sonra bu kuş, bu bahçe, bu nur. 

Ve gönül tanrısına der ki; 

- Pervam yok verdiğin elemden 

- Her mihnet kabulüm yeter ki,  

Gün eksilmesin penceremden. 

 

Şükran Demirtaş 

 
Toplam blog
: 249
: 3042
Kayıt tarihi
: 19.03.11
 
 

Doğup büyüdüğüm şehirde, İstanbul'da yaşıyorum. Emekliyim. Gezmeyi, görmeyi, keşfetmeyi sevdiğim ..