Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Aralık '09

 
Kategori
Dünya
 

Pers diyarının bahtsız kardelenleri...

Pers diyarının bahtsız kardelenleri...
 

Kardelen İnsanları...


Uçağımıza son anda bindik... Uçağımız Tahran’a ’a değil de sanki, Rıza Pehlevi dönemindeki Iran’a uçuyor gibiydi. Esmer, güzel gözlü ve şık hanımlar eşleri ve çocukları ile kısa gezilerinden dönüyorlar...

Ben 14 yaşında idim... Şah ve ailesi apar topar ülkeyi terk ediyor ve Humeyni’nin uçaktan indiği görüntüler siyah beyaz ekranlarda dönüyordu... Iran Şahı Rıza Pehlevi, Mısır , Fas, Bahamalar, Meksika, Amerika ve Panama’nın ardından hayata gözlerini yumduğu Mısır’da sürgün hayatını noktalamışdı.

O döneme ait belleğimin art alanlarından Şah’ın son eşi, eski Holywood yıldızları kadar güzel ve ünlü Kraliçe Farah, gözümün önüne geliyor...

Aklımdan bu düşünceler geçerken, Ayetullah Humeyni Havalanına iniyoruz... Uçaktaki tüm bayanlar, örtünme faslını tamamlamış ve kendi gerçeklerine dönüyorlar... Havalanı modern ve temiz , yönlendirme yazıları ingilizce ve Farsça. Görevliler son derece nazik...

Havalanının dışına çıkıyor ve bizi bekleyen araca doğru ilerliyoruz. Aralık akşamının kuru, soğuk ve temiz havasını soluyoruz. Şöförümüz tekno dinlerken buluyoruz. Biz araca bindiğimizde ise müziği değiştiriyor. Ama çalan ezgiler hoş, bizim Kıraç, Duman tarzı rock bir müzik ile otobanda ilerliyoruz. Otoban baştan sona aydınlık ve düzgün. Şöförümüz ise “Fast And Furious” ‘den çıkmış tarzı ile bize ne kadar hızlı gidebileceğini ispat etmeye çalışıyor. Aldırmıyoruz, yorgun ve uykususuz. Otel’in kapısında sert bir fren ile gözümüzü açıyoruz.

Tahran’a çok yakın olan bu sanayi kasabasında kalabileceğimiz en iyi otel burası. Resepsiyonda düzgün İngilizce konuşan bayanlar çalışıyor. Odalardaki dekorasyon şarkta olduğunuzu hissettiriyor.Seccade, kuran ve rahle kolay ulaşılabilir halde.

Ertesi gün fabrikada çok sıcak karşılanıyoruz. Fabrika’da Türk kökenli Iranlılar da olduğundan anlaşmak zor olmuyor. Dinlenme zamanlarında bize; Kemal Atatürk’ü, laikliği ve Tayyip Erdoğan’ı soruyorlar. Başbakanımız Iran’da da büyük bir hayran kitlesine sahip. Türkiyenin dış politikada güçlü ve Avrupa’nın da bir parçası olduğunu belirtiyorlar. Ülkemizin hoşgörülü ve demokrasiye saygılı olduğunu ve şanslı olduğumuzu söylüyorlar...

Aklımdan geçenlerden dolayı içimden gülümsemek geliyor. Daha dün Tekel işçilerinin üzerine gaz sıkılmış ve kaçarken göle atlamamışlarmıydı? Bu demokrasi nasıl bir şeydir ki kimse mutlu olamaz...

İnsanlar kalabalık ortamlarda ülkeleri ile ilgili politik konulardan konuşmaktan kaçınıyorlar. Yerin kulağı vardır ya... İkili ortamlarda, bulundukları hayata sığamadıklarını ve ülkelerinde yaşadıkları zorlukları herkez kendi uslubu ile paylaşıyor.

İran, eski Osmanlı İmparatorluğu gibi bir çok etnik gurubu, mezhebi ve dini barındıran bir ülke. Arkadaşım, ülkede Şii, Sünni, Zerdüşt, Musevi, Hristiyan ve Bahavi yaygın olan mezheplerden olduğu ve nüfusunun; Fars, Azeri, Gilaki ve Mazandarani, Kürtler, Araplar, Lurlar , Beluciler, Türkmenler ve diğer etnik gruplar oluştuğu bilgisini paylaşıyorlar Fabrika’da bahsedilen etnik dağılımı rahatlıkla görebiliyoruz. Iran halkının büyük bir çoğunluğu Şii olmasına rağmen, ülkede sunni’ler de mevcut. Ancak, devlet şii idaresi altında olduğundan sunniler kendilerini baskı altında hissettiklerini, sosyal anlamda geri planda kaldıklarını ve kendi camilerinde ibadet edemediklerini belirtiyorlar.

Örtünmek istemeyenler... , daha fazla demokrasi isteyenler... , dini kimliğini ortaya koyamıyanlar..

Hayatı insanlar için zorlaştırmak ne kolaydır.

İçimi bir hüzün kaplıyor...

Sanki bir “kardelen yazgısı gibi, İran”.

Kardelen, güneşe aşıktır ya. Bu öyle bir aşktır ki, öleceğini bilse de güneşi gördüğünde çiçeğini açmaktan kaçınmaz. Ancak yazgısı ölümdür. Ne zaman güneşte çiçeğini açar ise derhal kurur ve ölür. Bu diyarın insanları da kardelen gibi... Hiç bir şekilde güneşlerini doya doya kucaklayamıyorlar...

Şehri tanımak için, iş çıkışı kapalı çarşıya gidiyoruz. El ele tutuşan sevgililer görüyoruz. Kadınların büyük bir kısmı saçlar yandan görülecek şekilde örtünüyor. En tercih edilen renk siyah ancak daha varlıklı kesim süslü İran şalları ile başını örtüyor. Makyaj çok tercih edilmiyor gibi ancak hanımların hepsinin gözlerinde sürme çekilmiş.

Erkekler daha serbest. Rapçı tarzı giyinenler, saçı beckham gibi yukardan sivriltenler..., her çeşidi var. Erkekler tırnaklarını uzatıyor... Bu İran’da yaygın bir durum. Parmaklarına turkuaz taşı başta olmak üzere her renkten yüzük takıyorlar. Bu bize biraz garip gelse de 300 Spartalı’da tasvir edilen Pers İmparatoru Xerxes'in parmaklarındaki yüzükler bir an için belleğimde canlanıyor.

Kapalı Çarşıda ağırlıklı olarak el işleri revaçta. İran şalları ve eşarpları gerçekten özel ve zarif. Deve kemiğinden oyularak yapılan mücehver kutuları, tavla ve satranç takımları çok etkileyici ve çarşının en pahalı ürünleri arasında. Bizim İznik çinisine benzeyen mavi ağırlıklı seramik tabakları ise dünyaca ünlüymüş. Çok sayıda baharat dükkanı var. Safran, en tercih edilen baharat türü. Dükkanlara giriyoruz. Oldukça şaşırtıcı. Türkçe bilmeyeni yok gibi. En az bileni bile, fiyatları türkçe olarak söyleyebiliyor.Türk olduğumuzu öğrendiklerinde bize övgü, ilgi ve saygı gösteriliyor. Her esnaf Türkiye ile ilgili bir anısını paylaşmak istiyor. Onları dinliyoruz. Türkiye lafı geçtiğinde gözleri parlıyor. Esnaf son derece dürüst. Türkiye’de turiste yapılan muamele, burda hiç bir şekilde yabancılara yapılmıyor. Bir ürünün fiyatı, her mağazada aynı.

Çarşı’dan yakınlarımıza bolca şal alarak çıkıyoruz Şehri biraz daha dolaşıyoruz. Gözümüzü tırmalayan bir görüntü yok. En azından Türkiye’den alışık olduğumuz bir atmosfer mevcut. Taksilerde fiyatlar sabit ve önceden belirlenmiş. Yaklaşık 20 dakikalık bir mesafe için 2 Euro karşılığı İran riyal’i ödeyerek otele dönüyoruz. İlk gece ve sonraki gecelerde tek menü kebap çeşitleri. Et ağırlıklı beslenmeyi sevmesem de etin en iyisi ve lezzetlisini 4 Euro’ya yiyebilirsiniz.

Ertesi gün Tahran’da işimiz var. Yol arkadaşımız Fars ve İngilizce anlaşıyoruz. Yolda dinleyelim diye bize Türkçe CD’ler getirmiş. Kendisi bir, Ebru Gündeş fanatiği. Ebru Gündeş ile ilgili bir sürü asparagas haberler duymuş, çok endişeli, bize bahsediyor. Kendisini şu şekilde rahatlatıyoruz. Ebru Hanım halen bekar ve kimse ile evli değil...

Mahsun Kırmızıgül en çok dinlenenler listesinde ikinci sırada. Ardından İbrahim Tatlıses geliyor. Tahran’daki işimiz tamamlandığında şehirde biraz geziyoruz. Azadi anıtı en prestijli turistik nokta, park yeri bulamadığımız için gezemiyoruz.

Dönüş yolunda 1000 yıllık geçmişi olan Selçuklu Yapımı Mescid-i Cami’sini ziyaret ediyoruz. Kullanıma kapalı ama kısıtlı olarak ziyaretçi kabul edilen camide restorasyon çalışmaları yapılıyor. Bu arada gerek Tahran ve gerek ise bu kasaba’da hiç gözümüze başka cami çarpmadığı aklımıza geliyor ve sebebini yol arkadaşımıza soruyoruz. İran’da ağırlıklı olarak ihtişamlı camiler yapılırmış. Bir kasabaya 10 cami yapmaktansa 3 tane çok büyük ve etkileyici cami yaparlarmış. Tahran’da halen yapımı süren, “Mosallah Main Mosque” ‘nün dünyanın en büyük camisi olacağını gururla ekliyor.

Dört günlük iş gezimiz sona erdi. Eve geri dönüş... Kısıtlı da olsa İran hakkında biraz bilgi edindim. Iran’a mutlaka iş dışı bir amaç ile tekrar gelmeyi, Persepolis’i, İsfahan’ı, Shiraz’ı, Kum kentini doya doya gezmek ve fotoğraflamak istiyorum.

Pers diyarının bahtsız ve canayakın kardelenlerine tekrar görüşmek üzere uçaktan el sallıyorum...

 
Toplam blog
: 62
: 2308
Kayıt tarihi
: 10.12.09
 
 

Üniversite yıllarında başladığım fotoğraf sanatını iş hayatına atıldığım dönemde geliştirdim. Bir..