Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Mart '17

 
Kategori
Kitap
 

Perulu bir sadistle mazoşistin aşkı; Hınzır Kız

Perulu bir sadistle mazoşistin aşkı; Hınzır Kız
 

Gençliğinizde aşık olduğunuz bir kadın, bir çok kez ve birçok farklı isimle hayatınıza girip çıksa ve her defasında sizin hayallerinizi yıkıp geçse, ona ne kadar tahammül edebilirdiniz? Veya bir erkek bir kadın karşısında ne kadar aciz olabilir ve kendisini ona mahkûm edebilir?

Can Yayınları’nın, Mario Vargas Llosa’nın “Hınzır Kız” romanının arka kapak sayfasına eklediği nota göre, Llosa bu romanının “aşka dair ilk romanı” olduğunu söylemiş. Oysa bu kitap, Llosa’nın son romanlarından birisi sayılır. Hem de Nobel edebiyat ödülü almasından 4 yıl önce yayınlanmış bir eser. Büyük olasılıkla Llosa, aşkı bu kadar derinden ve ana tema olarak işlediği başka bir eseri olmadığını dile getirmek istemiştir. Aksi takdirde, bu romanından önce yayınladığı 15 öykü ve romanının aşka dair olmaması oldukça ilginç olurdu.

“Hınzır Kız”ın bir aşk kitabı olduğu doğru ama arka planını beli doğrulmayan Latin Amerika siyaseti ile ona tezat bir görüntü veren batı Avrupa toplum düzeni oluşturuyor. Peru’da doğan ve hayali Paris’te yaşamak olan bir gencin, bu hayalini yakalamasına karşın, bir süre sonra ne Avrupa’da Avrupalı, ne de Peru’da Perulu olamadığı bir araf hayatını gözlüyoruz. Roman, Fransa’da, hem de Unesco’da, sözleşmeli çevirmen ve simültane çevirmen olarak çalışan Perulu bir göçmenin, 1960’ların başlarından, 1980’lerin ortasına kadar Avrupa’da geçen hikayesine yoğunlaşan bir eser.

“Hınzır Kız” sıradan bir aşk hikayesi değil. Çarpık, çarpıcı ve belki de itici bir aşk hikayesi. Zaman zaman pornografik ögelere kadar giren, sadakatsizliği ve bir sadistle bir mazoşistin ilişkisini ele alan bir roman. Ama daha da ilginç olan mazoşistin erkek karakter, sadistin ise kadın karakter olması.

Llosa oldukça akıcı bir dili, ilginç ve dikkat çekici yan konularla ve güçlü arka planlarla besleyerek etkileyici bir roman oluşturmayı başarmış. 1960’ların entelektüel Paris’i, 1970’lerde beat kuşağının öncü gençlerinin merkez edindiği Londra ve 1980’lerde kozmopolitliğin merkezine dönüşen Madrid oldukça iyi işlenmiş. Llosa bizi, bu şehirlerde, dönemin renklerine bulayarak sokak sokak gezdiriyor. Japonya’da geçen macerada ise, sahne önünde muhafazakâr ve tutucu bir toplum olan Japonların, perde arkasında fantezilere bulandığını görüyoruz.

Ama romanda, peşimizi bırakmayan esas coğrafya Latin Amerika ve özel olarak Peru. Hikayenin, Paris döneminden itibaren, Küba devriminin tüm Latin Amerika’ya olduğu gibi Peru’ya da etkilerini, gerilla mücadelesinin bir moda gibi bu ülkeye de sıçradığını görüyoruz. Ama Peru’da başlayan gerilla mücadelesinin bir dönem sonra ülkede darbeye gerekçe olduğunu ve ülkenin bir şiddet sarmalına girdiğini gözlemliyoruz. Uzun süren darbe döneminden sonra ise, bu kez otoriter sivil yönetimlerin, ülkeyi çıkmaz sokaklara sürüklediğine tanıklık ediyoruz.

Bu kadar geniş çerçeveli bir arka planın önünde ise, yoksulluktan kurtulmayı, zengin ama çok zengin olmayı kendisine hedef edinmiş ve bu hedefe ulaşmak için her türlü engeli, her türlü yöntemle aşmaktan çekinmeyen bir kadını izliyoruz. Zenginleşmek adına zaman zaman ortadan kaybolup, sahneden çekilse de, kendine aşık ettiği erkeğin üzerindeki gölgesiyle her okuduğumuz satırda karşımıza çıkıyor. Esas ilginç olan ise, bu kadar baskın bir kadın karakter karşısında, bir erkek karakterin acizliği ve kadının her geri dönüşünde kendisini ona teslim etmesi.

Roman esas olarak iki ana karakter üzerine oturmasına karşın, eseri esas zenginleştiren yan karakterlerin son derece zengin ve derin olması. Örneğin, baş karakter Ricardo Somocurcio’nun, Paris’teki evinde, bir dönem komşusu olan Belçikalı, fizikçi, Yahudi Simon ile Venezuelalı, çocuk doktoru eşi Elana ve çocuk edindikleri Vietnamlı ve konuşma özürlü Yilal o kadar çarpıcı ve etkili karakterler ki, Ricardo ve kaçkın sevgilisinin onlarla kurdukları ilişki ve evlatlığın yeniden konuşmaya başlama hikâyesi bile başlı başına bir roman konusu olabilir.

Kitabın Türkçe edisyonunun ismi “Hınzır Kız” iken, İngilizce basımlarında kullanılan isim “Bad Girl”. Kitabın ismi konusunda oldukça ince ve zeki bir çeviri yapılmış. Çevrinin genel olarak akıcı olduğunu düşünsem de, bazı noktalarda Fransızca ve İngilizce kelimelerin, çevirilerinin değil, orijinalinin kullanılmış olması bana ilginç geldi.    

Dünyanın, 20. yüzyılın 2. yarısındaki önemli dönüm noktalarını, bir Unesco çevirmeni ve onun kaçık ve kaçkın aşkı ile takip etmek isteyenler için, “Hınzır Kız” keyifli ve özel bir rehber olabilir. Ama belki de esas özel olan tüm bu rehberliği ve serüveni Latin Edebiyatı ile takip etmek. En azından benim için öyle oldu.

 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..