Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Meltem Kaynaş Kazezyılmaz

http://blog.milliyet.com.tr/meltemkaynas

27 Şubat '19

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

Peynir Peynir Olalı…

Hani derler ya; “her şerden bir hayır doğar” diye, işte o sözün hayat bulduğu bir köyü ve o köyde yaşayan bir kadını tanıtacağım şimdi size. 
 
Sözünü ettiğim kişinin adı, Zümran Ömür. İlkokul mezunu, 47 yaşında. Tam bir köy kadını… Türkiye’nin taaa ucunda, Kars’ın Boğatepe (eski adıyla Zavot) Köyü’nde yaşıyor. Hayatı ahırla ev arasından öteye geçmemiş. Yemek yapıp çocuklarını büyüten klasik bir köy kadınıyken, her şey 2000 yılında elim bir trafik kazasıyla başlamış. Aynı köyden 22 kişinin yaşamını yitirmesiyle, köyün kaderi değişmiş. Bu kazadan sonra orada kalmak istemeyenlerin göç etmesiyle, köy boşalmaya başlamış ve haliyle peynir üretimi de durmuş.
 
Kazada ağabeyini yitiren İlhan Koçulu’yla birlikte, köylerini hayata döndürmek adına ne yapabileceklerine kafa yorarken, “Boğatepe Çevre ve Yaşam Derneği” ni kurmaya karar vermişler. Zümran Ömür, İlhan Koçulu ile birlikte, bu derneğin başkanlığını yürütüyor.
 
Ee, ne var bunda demek için acele etmemenizi tavsiye ederim. Bundan sonrasını onun ağzından dinledikçe, sırf Zümran Ömür’le tanışmak için bile Kars’a gitmeyi isteyebilirsiniz. Biz gittik tanıştık. O anlattı, biz ağzımız açık dinledik. 
 
Neler mi anlattı? 
Önce derneğini tanıttı…
“Derneği 2007 yılında kurduk.  45 Kadın 15 erkek üyemiz mevcut. Dernek, “tıbbi bitkiler” üzerine… Köyümüzde 650 tür bitki çeşidi var. Bunun farkındaydık ve bunun için uzman hekimler getirttik; onlardan eğitimler aldık…”
 
Sonra da bu süreçte neler öğrendiklerini paylaştı.
“Sahada da uzman hekimlerden öğrendik bitkileri. Endemik bitkilerin yağ oranının kıymetli olduğunu, bu eğitimlerin sonucunda 35 tür tıbbi bitkiden krem yapımını, yağ çıkarmayı ve hangi bitkinin hangi hastalığa şifa olduğunu öğrendik. Bitkilerin önemini, bağışıklık sistemimizi güçlendireceğini, ama ilaç kullanırken bitkilerin kullanılmaması gerektiğini de öğrendik. Çünkü bitkilerle ilaçlar aynı etkeni taşırsa, etkisi artar ve insan sağlığına zarar verir.
 
Bitkileri güneşte toplayıp gölgede kurutuyoruz, bu yüzden kurutma atölyeleri kurduk.
Çoğu kadınımızın gelen uzmanlarla iletişim kuramadığını görünce, iletişim kursu aldık.
 
Ayrıca sağlık ve beslenme kursları da aldık. Beslenme kurslarında, doymakla beslenmenin arasındaki farkı gördük. Burada yapmış olduğumuz ürünlerin bizi beslediğini, aldığımız ürünlerinse bizi doyurduğunu görünce almayarak, küçük küçük seralarda sebze yetiştiriciliğine başladık. Etin yanında sebzenin tüketilmesi gerektiğini öğrendik. Artık sadece kendimiz için üretmiyoruz. Bunları yaparken köyümüz biraz olsun duyulmaya başlamıştı. 
 
Sıkı durun, bu kısım bomba!
“2400 rakımlı bir köy burası. Yüksek olduğu için çok da soğuk bir iklime sahibiz. Ağaç bile yetişmez. Yazı da kışı da soğuktur. Kışın eksi 40-45 leri görüyoruz burada. Soğuktan dolayı eklem ağrısı çok görülüyor. Bu konuda ne yapabiliriz diye araştırma yaparken, yoganın eklem ağrılarına çok iyi geldiğini öğrendik ve bir hoca bulup, yoga eğitimleri aldık. Eklemler nasıl çalışır, nasıl hareket etmemiz gerekir, bunları öğrendik. Sabah hareketlerini yapıp, çakralarımızı çalıştırıp, yolumuz devam ettik. :)
 
Burada eğitim hiç bitmiyor çünkü bizler ilkokul mezunuyuz. Bilgisayar kursu aldık artık internet üzerinden kendi ürünlerimizi kendimiz satış yapıyoruz.
 
Fransa’dan gelen “Tamadi” adındaki bir dernekle kardeş dernek olduk. Bu dernek; ‘dil öğrenirseniz size misafirler göndeririz’ deyince, bir yıl Fransızca kursu aldık, dil öğrendik. Dil eğitimimiz hala devam ediyor. Sonra ekoturizme başladık. Önce Fransızları ağırladık; hem dilimiz gelişsin hem de kültür paylaşımı olsun istedik. Bunları yaparken köyümüzde 32 tür peynir çeşidi olduğu ve çoğunun kaybolmaya yüz tuttuğunu öğrendik ve 2010 yılında bu müzeyi kurmaya karar verdik.”
 
Gravyer peynirinin hikâyesini şöyle anlatıyor Zümran Ömür…
“1880’li yıllarda,  Gürcistan’da gravyer yapan İsviçreli işadamı David Mosser, İsviçre’ye giderken, bir gece burada bir kışlada mola vermiş. Sabah olduğunda, doğanın çok güzel olduğunu görüp, burada yaşayan;  Duhaborlar, Ruslar ve Malakanlar ile konuşup gravyer yapmaya karar vermiş. 1902 yılına kadar bu binayı bitirmiş. Üst katı imalathane, alt katı depo olarak kullanmış. 1917 yılına kadar burada gravyer yapmış. 1917’de gitmek zorunda kalınca, 2 yıl köyümüz boş kalmış. 1920 yılında Gürcistan’dan bizim akrabalarımız göç etmiş buraya. Bizler Kıpçak Türküyüz. Kıpçak Türkleri oradaki devrimi kabul etmeyerek buraya göç etmişler. Onlar da ustalardan gravyer öğrenmişler sonra tüm akrabalarını getirerek, 30 yıllık kooperatifçilikle gravyeri devam ettirmişler. Gravyer süreci Türkiye’de ilk bizim atalarımızla başlamış. David Mosser’ den kalan kültürdür. Hala aynı gelenekselle üretiyoruz. Gravyer asıl İsviçre’nin peyniridir, guriyere denilir. Ama biz onlardan çok sahip çıkıyoruz çünkü biz gelenekseli bozmadık ki; probiyotik bakteriler canlı kalsın, insan sağlığına zarar vermeyelim.”
 
Kaşarın hikâyesini anlatırken, Atatürk’ü anmadan ve ona olan minnettarlıklarını ifade etmeden geçmiyor Zümran Ömür.
“Atamıza minnet borcumuz var kaşarı onun sayesinde öğrenmişiz. Atamız, Mustafa Kemal, sınıf arkadaşı Filibeli Fehmi Beyi Kars’a göndermiş ve ‘Kars’ta çok güzel hayvancılık var, süt var, sen git onlara kaşkavalı öğret’ demiş. Filibeli Fehmi Bey tarafından kaşkavalı öğrenmişiz. Kaşkaval günümüze gelene kadar isim değiştirip ‘kaşar’ olmuş. Asıl Balkanların peyniridir kaşkaval.”
 
Ağzından bal damlıyor Zümran Ömür’ün. Kurdukları peynir müzesini de şöyle anlatıyor.
“Binamız atıl bir duruma gelmişti. Birleşmiş Milletler’ den alınan fonla 4 proje yürüttük ama aldığımız fon yetmeyince köylü işin içine girdi. Köylünün desteğiyle, Türkiye’de ilk, dünyada ikinci eko peynir müzesini kurduk. Müzemizin hedefi 32 tür peynirimizi kültürümüzü gelecek nesillere taşıyabilmek.”
 
Öyle güzel mesajları var ki; insan onu dinleyince eğitimin, öğrenimle sınırlı olmadığını anlıyor bir kez daha…
“Yöresel yemekler, yöresel kahvaltılar hazırlıyoruz ve kendimize bir hedef koyduk. Hedefimiz; kırsaldaki kadının toplumda yer alması, aile içerisinde söz hakkı olması. Eşinin arkasında önünde değil, yanında yer alması ve gelecek nesillere doğru bir yaşam bırakabilmek. Yöresel yemeklerle ve yöresel kahvaltılarla kadını güçlendiriyoruz. Kadının parası olursa, aile içerisinde söz hakkı olur diye düşünüyoruz.
 
Gençlerimize de kapılar açmak istedik. Yürüyüş ve bisiklet parkurları, çadır kampları hazırladık. Oyunlar, etkinlikler düzenliyoruz. Bu etkinlikler sayesinde tekrar göç başladı köyümüze. Çadır kamplarının başına gençlerimizi yerleştirdik ki farkındalıkları artsın, çünkü bu süreci onlar devam ettirecekler.
 
Topraklarımıza kimyasal gübre girmemiş ve çok temiz, çok kıymetli. Köyümüz temiz ve organik sertifikalı.
 
Köyümüzün eski adı Zavot. Rusça’da; “fabrika, mandıra, üretici demek”. Atalarımızın elde ettiği bir hayvan ırkı zavot… Sütü hem gravyere uygun hem de soğuğa dayanıklı et verimi yüksek bir ırk. Bizim için çok önemli olduğu için koruma altında bu hayvan ırkı. Sağlıklı üretelim ki yaşamımız güzel olsun. Doğru gıda üretelim ki doğru beslenebilelim, gençlerimize örnek olalım.
 
Köyümüzde kaybolmaya yüz tutmuş tohum çeşidi olan kavılca buğdayını sofralarımıza koymaya başladık. Dedelerimiz faydasını gördüğü için yararlanmak istedik. 50 kilo tohumdan tonlarca buğday elde ettik. Bölgemizde coğrafi işaretleme yaptırdık ki ürünlerimizin Kars’a ait olduğu bilinsin.
 
Hem köyümüzde, hem de ve çevre köylerle tohum takası yapıyoruz. Birbirimizle paylaşıp çoğaltmaya çalışıyoruz. Yöresel tohumuma ihtiyacımız var. Tohum temizleme makinelerini çevre köylerle paylaşıyoruz. Paylaşarak herkesi sürece katıyoruz.
 
Düğünlerde şenliklerde imece usulü çalışırız köy kadınları olarak. İmeceyi hiç bırakmadık. Üretmeye devam ediyoruz. Üreten bir köyüz. Üretmeyen toplum yok olmaya mahkûmdur.”
 
İşte böyle Zümran Ömür’ün anlattıkları… Bu sözlerin üstüne diyecek pek bir şey bulamıyorum ben. Özellikle büyük şehirlerde doğal gıdadan uzak yaşamaya mahkûm olan bizlere göre, ne kadar büyük lükse sahipler, gıpta etmemek mümkün değil! 
 
Tarımın her geçen gün zafiyete uğradığı, üretmek yerine dışa bağımlı hale geldiğimiz bir devirde, alın size kalkınma modeli!
 
Bilinçli, aydın ve üreten bireyler yetiştirmek; her ülkenin, her eğitim sisteminin her eğitimcinin hedefi olsa gerek! Bence hiçbir eğitimci; Zümran Ömür gibi örnekleri ortaya çıkaran Anadolu’nun mümbit topraklarında “yüksek lisans” yapmadan, o ferasetin kaynağını anlamadan, eğitimciliğe soyunmasın.
 
Ben gittim, gördüm, Kars’ın orta yerine “peynirden heykelini” dikesim geldi! 
Size de tanıtmayı görev edindim.
 
 
Toplam blog
: 47
: 254
Kayıt tarihi
: 11.11.14
 
 

1968 İstanbul doğumluyum. İÜ.İkt.Fak.'den mezun oldum. Bir holding bünyesinde; bütçe, finans ve p..