Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Mayıs '09

 
Kategori
Öykü
 

Peyote'de ilkbahar - Bölüm 10

Peyote'de ilkbahar - Bölüm 10
 

arkası yarın...


BÖLÜM 10 - Sanki bu şey gibi, hani...

Tak!Tak!Tak!

Son çivi de yerine çakılmıştı. Şantiye binası içine girilmeye hazır haldeydi. Dirim, şampanya şişesini çalkalamaya başladı. Şişenin mantarı uzun zamandır hareketsiz durmaktan sıkıldığı için kendisini fazla zorlamadan şampanyanın havaya püskürmesine izin verdi.

-Evet arkadaşlar. Umarım burada yaşanacak her şey, bu yaptığımız küçük ofis kadar güzel olur. Hepimize kolay gelsin!

-Kolay gelsin!

-Kolay gelsin!

Dirim, şampanyanın havaya püskürmeyen son yudumlarını da etrafa saçtı. Ardından orada bulunanlar, en yakınlarındaki buz kovasından yeni yedigen şişeleriyle sunulan erik sularını alarak kutlamaya devam ettiler. Kutlama fazla uzun süremedi. Çünkü yapılması gereken çok iş vardı. Az sonra bir kamyon, şantiye binasının yanında durdu. İçinden inen yepyeni çalışma masaları ve sandalyelerin yerleri projede belliydi. Onlar da projeye uygun davranıp bir sorun çıkarmadan yerlerine yerleştiler. Aynı anlayışı ve ağırbaşlılığı kırtasiye malzemelerinden beklemek fazla iyimserlik olurdu. Kalem, silgi ve kalemtıraş aralarında didişmeye başlamışlardı bile. Dirim, ilgili kişilere gerektiği miktarda kırtasiye malzemesi dağıttı ve herkes onları gerekli yerlere yerleştirdi. Ardından elektrikçiler binaya girdi. Bir kaç saat içinde işlerini bitirip çıktıklarında elektrikle çalışan bütün cihazlar kullanılmaya hazır hale gelmişti. Ama önce her birine can akımı vermek gerekiyordu. Çünkü cihazların çoğu yepyeniydi ve ilk defa çalıştırılacaklardı. İçlerinde eski olanların ise daha bir kaç gün elektriksizlikten ölmeyecek kadar enerjileri mevcuttu.

Yapılacak işler bitmiş gibi göründüğünde Dirim, herkesi yanına çağırdı.

-Yorulduk değil mi arkadaşlar?

-Hayır Bay Dirim. Bu kadar işle yorulursak pilimiz bitmiş demektir, diye cevap verdi en ön sırada yanındaki direğe yaslanmış duran işçilerden biri.

-Peki o zaman, pilimiz bitmeden onu şarj edelim. Hepinize bugün için izin veriyorum. Gidin, dinlenin ve yarın sabah bomba gibi gelin.

Dirim herkesi gönderdikten sonra masasına geçti ve kollarını iki yana açıp havaya kuvvetli bir "huh!" savurdu . Ardından yarın yapılacak işler ile ilgili planlarını yapmak için bilgisayarını açmak üzereyken yanıbaşında duyduğu sesle irkildi:

-Çay içer misiniz Bay Dirim? Yeni demledim.

-Sen gitmedin mi?

-Yok efendim, gitmedim. Bekçi ile biraz sohbet edip ona taze çay yapayım dedim.

-Peki Sebasti. Sen kaşındın. Bana da bir kahve yap o zaman.

-Ne demek efendim. Yaparım tabii.

Dirim, yapılacak işlerin planını yeni bitirmişti ki, kahvesi geldi. Sesli bir ilk yudumdan sonra güzel bir "oh!" çekti.

-Eline sağlık Basti.

-Afiyet olsun efendim. Başka bir arzunuz var mıydı?

-Yok. Sadece kendini fazla yormadan evine gitmeni isterdim.

-Peki efendim. Siz gitmiyor musunuz evinize?

-Gideceğim tabii. Ama biraz işlerim var. Onları halledeyim.

-Herkesi gönderdiniz, siz çalışıyorsunuz efendim.

-Eee… Herkesin çalışma vakti gelecek.

Dirim, kahvesini bitirdikten sonra telefonunu bilgisayarına tanıttı ve aralarında hemen bir kaynaşma olduğunu görünce internete bağlanmak için beklemesine gerek olmadığını fark etti. İlk olarak Mogalda Ulusal Hayvanat Bahçesi'nin sayfasına girerek yavru gorile bir göz attı. Küçük, hasta gibi görünüyordu. Hemen bakıcısını istedi. Adamın gelmesi 7 dakika sürdü. Dirim, kendini tanıttı ve küçük yavrunun sağlığıyla ilgili bilgi istedi. Bakıcının Obezce'si çok kötüydü. Dirim, kendisini anladığından bile emin değildi. Ona ne sorarsa sorsun sürekli "gorile iyi bakıyoruz, merak etmeyin" anlamına gelen Obezce kelimeleri kötü bir aksanla sıralayıp duruyordu. Semsçe bilmesini de beklemek fazla iyimserlik olurdu. Bakıcı ile ortak bir dilde anlaşamayacağını anlayan Dirim çok kızmıştı. Ses tonunu biraz kalınlaştırıp bağırmaya başlayınca bakıcı ekrandan kayboldu. Az sonra başka biri gelmişti.

-Merhaba. Ben, hayvanat bahçesinin "korunmaya muhtaç hayvanlar" bölümünden sorumluyum. Size nasıl yardımcı olabiliriz efendim? diye sordu düzgün bir Obezce’yle.

Dirim anlaşabileceği birini bulduğu için mutlu olmuştu.

-Teşekkür ederim. Sadece küçük gorilin sağlık durumunu merak etmiştim.

-Solunum yollarıyla ilgili mikrobik bir durumu var. Pahalı bir aşı gerekiyor. Konsey Adasından istedik. Bir kaç gün içinde burada olur. Endişe edilecek bir durum yok efendim.

Oysa ki zavallı annenin durumu hiç de aynı şeyleri söylemiyordu. Yavrusuna sarılmış, endişe dolu gözleri uzaklara, çok uzaklara doğru bakıyormuş gibiydi.

-Bu kadar önemli bir aşıysa niçin bu aşıdan elinizde bulundurmuyorsunuz o zaman? diye sordu Dirim.

-Efendim. Az önce de söylediğim gibi pahalı bir aşı bu. Aynı zamanda çok ender görülen bir vakayla karşı karşıyayız. Fakat her şeye rağmen onu iyi etmek için elimizden geleni yapacağımızı söyleyebilirim.

Dirim fazla ısrar etmenin anlamsız olacağını düşündü.

-Peki. Teşekkür ederim verdiğiniz bilgiler için.

-Görevimiz efendim.

Canı sıkılmıştı. Daha fazla canını sıkmamak için ekranındaki pencereyi kapadı ve mesaj servisine girdi. Neyse ki içini rahatlatacak bir şeyle karşılaşabilmişti. Pastel'den mesaj vardı:

<ı>

<ı>“Pastel: Merhabaaaa!!! Sonunda oldu işte! Burası rüyalar ülkesi. Tıpkı filmlerde seyrettiğimiz gibi. Sizin de görmenizi çok isterdim. Her şey o kadar düzenli, her yer o kadar temiz ki… Evlerin bahçeleri var hep. İnsanlar bisikletlerle işyerlerine gidiyorlar sabahları. Neyse, ben iki gün önce geldim ama haber veremedim size. Affedin beni. Bu arada Reçel hamile!!! Evet , yanlış okumadın Dirim. O bir bebek bekliyor. Hem onunla uğraştım, hem yerleşmeye çalıştım, hem de bir kaç mil ötedeki bir kütüphanede ancak bir bilgisayar bulup size yazabildim. Jetro'ya da sevgilerimi ilet Dirim’ciğim. Beni burada da yalnız bırakmayacağınızı biliyorum. Şimdilik hoşça kalın.

<ı>Yaramaz Kedi”

Dirim hiç vakit kaybetmeden cevap yazdı:

<ı>

<ı>“Dirim: Seni özlemeyeceğim diyemiyorum. Çünkü daha şimdiden çook özlemişim bile. Bunu mesajını alınca anladım. Sanki her şey bir şaka gibiydi. Sanki hiç gitmeyecekmişsin ya da yarın akşam Fest'de yürürken karşıma çıkıverecekmişsin gibi… Ama anlıyorum ki galiba seni o kadar kolay göremeyeceğiz. Reçel'e selam söyle. Kendine iyi bak. Son olarak da:Bize yaz. Ne istersen, aklına ne gelirse… Ancak bu şekilde seni (birazcık olsun) yakınımızda hissedebiliriz. Jetro'ya selamını henüz söyleyemedim. Eminim şu an burada olsa, sana gülmekten kırılacağın bir Jetro şakası yapardı…

<ı>Dirim”

Mesajı gönderir göndermez Jetro'yu aradı:

-N’aber Jet?

-Dirim?

-Benim, oğlum. N’apıyorsun bakalım?

-İyi baba, ne yapalım. Bildiğin gibi işte. Sende ne var?

-Pastel'den mesaj var! Sana selam söylüyor.

-Hadi ya! N’apıyormuş deli kız? Mutlu mu halinden?

-Mutlu gibi anlaşılıyor mesajından. Obezya'nın tıpkı filmlerde gördüğümüz gibi olduğunu söylüyor. Bir de Reçel hamileymiş. Başka bir şey yok şimdilik. "Bana yazın" diyor son olarak.

-Bir gün gelirim sana, beraber yazarız, dedi Jet istekli bir ses tonuyla.

-İstediğin zaman gel, dedi Dirim aynı tonda.

-Reçel hamileymiş ha? Vay be!

-Ya! Millet evlendi, çocuklandı oğlum.

-Boş ver baba. Böyle iyi. Akşam için planın var mı?

-Yok. Ne vardı?

-Vega'nın konseri var Lucifer'da. Girişte biraz daha fazla ödüyorsun ama geliri hayvanları korumaya bağışlanacakmış.

-İyi, gidelim. Kaçta?

-10 da başlıyor ama ben daha erken gider takılırım orada biraz.

-Peki, o zaman ben seni orada bulurum. Hadi görüşürüz.

-Görüşelim baba.

Telefonu kapattı ve evine gitmeden önce Peyote’deki kulübesine bir göz atmak için oyunu açtığında kendisini dere kenarında topladığı taşları taşırken buldu. Taşları yukarıya taşıyıp baltasının keskin olamayan tarafıyla şömine yapımına uygun kırdıktan sonra enerjisinin azaldığını gördü ve bir şeyler yemek için kulübeden içeri girdi. İçeride sadece üç gün önce topladığı dağ çileklerinden başka yiyecek bir şey bulamadı. Çileklerin hepsini yedikten sonra şömine ve bacasını yaptı. Ardından kurduğu tuzaklara bakmak için kulübeden uzaklaştı. On iki tuzaktan sadece birine bir tavşan yakalanmıştı. Dirim, canını aldığı için tavşandan özür diledi. Oyunda bile olsa bir canlıyı öldürmek hoşuna gitmiyordu. Ama buna mecburdu. Tavşanı yanına aldı ve şöminenin ateşini yakmak için etraftan kuru dal, çalı çırpı toplayarak evine geri döndü.

Çakmağın yedinci ateşiyle tutuşan kuru dalları saran alevler, bakmasını bilen için tıpkı bir büyücü küresi gibi içinde esrarengiz görüntüler saklıyordu. Ateşin çıkardığı ses de ninni gibiydi adeta. Dirim öylece dalmış ateşe bakarken birden kulübenin kapısının çaldığını duydu. Önce bu sesi rüzgarın çıkarabileceğini düşündü. Sonra bir kez daha çalan kapıyı merakla açtı. Kimse yoktu dışarıda ama birinin sesini duydu:

-Beni içeri almayacak mısınız? Tatlı bir kız sesi fısıldıyordu bu kelimeleri.

-Siz kimsiniz? diye sordu Dirim merakla.

-Ben de tam işlerimi bitirmiş çıkış saatine kadar oyalanıyordum ki sizi gördüm ve merhaba demek istedim.

-Nereden geliyor sesiniz? diye sordu Dirim verandaya çıkmış ve etrafa meraklı gözlerle bakarken.

-Peyote’den, diye karşılık verdi ses Dirim’e. Ben de aslında uzun zamandır bu oyunu oynuyorum ve bir gün sıkılıp başka yerler aramaya karar verdiğimde sizi buldum.

-Nasıl yani? Siz gerçek misiniz? Bu nasıl olur? Beni nasıl buldunuz? Dirim, çaylak bir röportajcı edasıyla art arda sorularını sıralıyordu.

-Evet gerçeğim. Kız gülümsedi ve devam etti:

-Şifre kırıcı bir program sayesinde bu oyunda diğer oynayanları da görebiliyorsunuz. Bunu duymadınız mı hiç?

-Hayır, dedi Dirim. Ama ben sizi göremiyorum.

-Beni görmeniz için tanımlamanız gerekir. Ben sizi tanımladım bile.

Dirim ekranda açılan küçük uygulama penceresini fark etti ve sunulan seçenekleri bir bir seçmeye başladı. Boy: 1.70, kilo: 55, saçlar: uzun, siyah, iri dalgalı; gözler: siyah boncuk. Dirim seçimini onayladığında uygulama penceresi kapandı ve karşısında az önce duyduğu sesin sahibini buldu. Kızın güzelliği karşısında Dirim’in dili tutulmuştu:

-Aman Tanrım! Sen çok...

-Güzelim değil mi? Elbette. Beni sen yarattın. Hem sen de hiç fena sayılmazsın.

Dirim merakla sordu:

-Neye benziyorum ben? Tarif etsene.

-Saçların uzun ancak toplanacak kadar ve koyu renk, boyun 1. 85, kilo 80 ve gözlerin orman yeşili. Adın da Kurt İzi.

-Demek adım bu? diye sordu Dirim.

-Evet. Ben de Küçük Kanat. Yani Peyote’de beni bu isimle çağırıyorlar.

-Memnun oldum Küçük Kanat.

-Ben de. Benim artık gerçek hayata dönmem gerekiyor. Eve gitmek için servislere yetişmem lazım.

-Bir daha görüşecek miyiz? diye sordu Dirim.

-Neden olmasın, dedi Küçük Kanat. Bu sıralar reklam piyasası pek iyi değil ve yarın oldukça boş bir iş günü olacak sanırım.

-Peki ala. Yarın görüşürüz o zaman Küçük Kanat, dedi ve bilgisayarını kapattı.

 
Toplam blog
: 30
: 777
Kayıt tarihi
: 01.11.08
 
 

Elektronik mühendisiyim. Peyote'de İlkbahar adlı romanın yazarıyım. Özel bir şirkette iş birimi müdü..