Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Haziran '09

 
Kategori
Öykü
 

Peyote'de ilkbahar - Bölüm 25

Peyote'de ilkbahar - Bölüm 25
 

arkası yarın...


Not: 25. bölüme geldik ve baştan beri tüm bölümleri okuyan kaç kişi var merak ediyorum? Peyote'de yaşayanlar lütfen parmak kaldırsın... Ya da yorum bölümüne girip "ben buradayım!" yazsın.

Herkese sevgiler,

Murat Terzioğlu

********************************************************************************************

Not 2: Yukarıdaki mesajıma tek 1 adet bile cevap alamadım. Demek ki blog sayfaları açılıyor ama okunmuyormuş aslında... Bu durumda benim de romanın devamını yayınlamama gerek kalmadı.

İyi uykular Türkiye... Her nerede yaşanmıyor ve yaşatılmıyorsan... (3 Haziran 2009 / Çarşamba)

********************************************************************************************


BÖLÜM 25 - Biz evlendik! (mi?)

Dirim ertesi gün işe geç gelmişti. Bütün gece uyuyamamış, Peyote’nin hayali gözlerinin önünden gitmemişti. Sıcak ve koyu bir kahve istedi Sebasti’den. Bu isteği önceden tahmin edip hazırlığını ona göre yapmış olan Sebasti, Dirim’i fazla bekletmemişti.

- İyi bir şeyin sonu mu, yoksa kötü bir şeyin başı mı daha üzücüdür Basti?

- Niye sordun beyim?

- Belki de ne yapacağımızı bilemediğimiz o sıkıcı pazar günleri pazartesiden daha kara bir gündür. Ne dersin?

- Ne bileyim Bay Dirim. İlahi, siz de taktınız şu pazartesiye canım.

- Çok doğru. Herşeyi böyle düşünüp kafaya takmaya ne gerek var ki?! Ne demiş Obezyalılar: “Simple is the best.”

- Efendim?

- Yok bi şey. Şu telefona baksana.

Dirim’in canı ısrarla çalan telefonu açıp karşısındaki ile konuşmayı hiç istemiyordu.

- Alo!.. Ben Sebasti efendim... Burada, hemen veriyorum... Bay Ciem sizi arıyor Bay Dirim.

- Efendim Bay Ciem.

- Dirim’ciğim. Bugün bir yanıma uğrasana. Şantiyenin son durumu ile ilgili konuşalım.

- Tabii Bay Ciem. Hemen geliyorum.

Dirim, Mogalda Ulusal Hayvanat Bahçesi’ndeki küçük dostuna hoşça kal dedikten sonra bilgisayarını kapattı. Onu annesiyle oyun oynarken görmek Dirim’i çok mutlu etmişti. Aşısı gelmiş ve küçük goril eski sağlığına kavuşmuştu. Dirim, haftada birkaç kez gördüğü küçük dostunun yanına gitmeyi çok istiyordu ama neredeyse bedava denilebilecek bir bedelle –sadece birkaç küçük vergi ödeyerek- sahip olabileceği Mogalda uçak biletine rağmen yeterli vakti yoktu. Sanki bir o kadar Pastel’i de görmek istemiyor muydu? “Bilim adamları insanları bölmeyi başarabilse, ” diye içinden geçirdi. Yapacak o kadar çok şey vardı ki insan ömrü kadar az zamanda... Oysa Tanrı şükredecek ne de çok şey vermişti insanoğluna. Bir kelebeğin ömründen daha uzun bir ömür, bir maymunun zekasından daha fazla bir zeka. Ama ne bir kelebek kadar özgürdü ne de bir maymun kadar yaşamdan tat alabiliyordu insanoğlu.

Dirim arabasına bindi ve elektronik kalemle ekrandaki haritadan gideceği güzergahı işaretledi. Canı hiç araba kullanmak istemiyordu bugün. Biraz yavaş gidecekti gideceği yere ama olsun? Araba sensörlerini kontrol ettikten sonra en sağ şeride geçerek 30 km. hızla yola koyuldu.

Gerilerden, yoğun trafiği açmak için feryat eden bir ambulans sesi duyuluyordu. Dirim kendisini üzen bu dayanılmaz sesi daha az duymak için müzik setine Metalik Ağ çalmasını rica etti ve müzik seti onu kırmayarak en sevdiği Metalik Ağ şarkısı olan “Tiryakilerin Efendisi”ni çalmaya başladı. Şarkının birinci dakikası dolmamıştı ki ambulans sol şeritten geçerek yoluna devam etti. Yolun kenarı insanların arabalarından attıkları çöplerle doluydu ve gökyüzünde uçan bir tane bile yol şahini yoktu. Devir daim suyu motoru soğutma işini çok ciddiye alıyor ve canla başla aynı yerde dönüp duruyordu. Motor bu durumdan oldukça memnundu ve yakıt tasarrufu için benzini koklayarak kullanıyordu. Silecekler ise her zamanki gibi tembel tembel uyuyordu. Bunu fark eden müzik seti sesini biraz yükseltti. Metalik Ağ’ın müziği santimetre kareye düşen en az yirmi nota yoğunlukla motorun en ufak parçasını bile uyandırmaya yetecek kadar güçlüydü:

“Kör ettim seni, göremezsin hiçbir şey.

Bana seslenmen yeter,

Duyarım haykırışını!

Efendimiz! Efendimiz!”

Tiryakilerin efendilerine çaresiz seslenişleri gitarı ağlatmaya yetmişti. Yoğun müzik yerini gitarın ağlamasına bıraktığı sırada sağ sinyal de bu acıklı ses karşısında kendisini tutamayarak yanıp sönmeye başladı ve Dirim arabayı otomatik konumdan çıkarıp direksiyonu eline aldı. Arabayı beş kez geri, dört kez de ileri hareketle park yerine sokmayı başardı. O sırada Bay Ciem bütün bunlardan habersiz telefondaki arkadaşına fıkra anlatmakla meşguldü.

- Nasılsınız Bayan Heppi?

- Dirim! Nerelerdesin sen? Özlettin kendini.

- Teşekkür ederim. Ben de sizleri özlüyorum.

Dirim’in sesini duyan Teko koşarak yanına geldi ve Dirim’in bacaklarına sürünmeye başladı.

Bir de kedilere nankör derler!

- Hey! Ne kocaman olmuşsun sen Bay Teko! Dirim iri kediyi iki eliyle koltuk altlarından tutarak yüzünün hizasına kadar kaldırdı ve burnunu öptü; ardından alnını kedinin başına sürterek onu okşadı. Teko mutluluktan “gırrrrr... gırrrrrrr” sesler çıkarmaya başlamıştı.

Bu sesler o kadar hoştu ki bir kaç saniye sonra Bay Ciem’le Dirim’in aralarında yapacakları konuşmanın artık bir önemi kalmamıştı. Zaten kötü bir konuşma olmuştu bu ve cennetten gelen melekler tarafından romandan silindiler ki Teko’nun gır’lamasının ne kadar saf ve içten bir sevgi sesi olduğu daha iyi anlaşılabilsin.

 
Toplam blog
: 30
: 777
Kayıt tarihi
: 01.11.08
 
 

Elektronik mühendisiyim. Peyote'de İlkbahar adlı romanın yazarıyım. Özel bir şirkette iş birimi müdü..