Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Hakan Karaduman (Akdenizli)

http://blog.milliyet.com.tr/akdenizli

21 Eylül '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Pıhtı.. (3)

Pıhtı.. (3)
 

Kendini sevmek ayrı, kendini övmek ayrı şeydir.

Kendinizi öyle seversiniz ki, kendiniz sizin utanmanızı engeller.

Sizin utanmanızı engeller; utanmanız sizi zayıflatıp kendinize kızmanıza yola açacaktır. Kendinize kızmanız, kendinize öfkelenmenize yol açacaktır. Kendine öfkelenen bir kişi, kendine zarar veriyor demektir. Kendine zarar veren biri olmanız çevrenize de zarar verebileceğini anlamına gelecektir.

Kendini övmek başka bir şeydir: Örneğin patronunuzun; “benim sayemde nefes alıyorsunuz” demeye getiren hal ve hareketleri, aslında kendine övgüden başka bir şey değildir. Üstelik dışarıdan bakan için çok komik, hatta irrite edici olsa dahi yaşayan için keyif vericidir.

Sizi övdüklerinde duymazlığa verip sözü tekrar ettirmeniz son derece insanidir. Ama bunu insanlardan beklemeye başlamanız, kendinizi övmenizden başka bir şey değildir.

Yaşamınızı tribünlerin önüne çıkarıp koyarsanız artık her cepheden saldırılara açıksınız demektir. Ancak bunu bilerek yapıyorsanız zaten elinizde kayda değer bir şey de yok demektir.

Çoğu zaman yaşamlarımız ironi çeşitlemelerinin içinde mantık aramakla geçer. Bu topraklarda yaşamak acıyı iyi anlatıp tanımladığımızı anlatır.

Halbuki bu toprağın sesi sadece acı ve kedere mi söz olur, ses olur?

Bu toprağın zevki, neşesi, mutluluğu, kahkahaları, coşkusu, keyifleri neden anlatılıp yaşanmaz? Belediyeler sabah akşam ölüm haberlerini duyurur. Akşam sabah duyuru deyip, belediyenin bilmem hangi su borcunun son günü veya bilmem hangi yasanın bilmem hangi maddesine göre” şunu yapanlara şu cezalar tereddüt etmeden uygulanacaktır” gibi anonslar yapılır.

Birgün olsun, ama birgün olsun; “A kişisi pazar günü parti verecektir. Herkes davetlidir.” duymamışsınızdır. Hatta “Pazar günü uçurtmalar uçurup, danslar edilecektir. Tüm halkımız davetlidir”.

Dans mı?

Müzik eşliğinde uyumlu hareketler diyor TDK.

Dinlerdeki dans birer ritüeldir.

Dans kelimesi batıdan gelmiş gelmesine ama insanımız “oyun” kelimesini kullanır, bilirsiniz.

“Oyun”, planlı ve amaçlı davranışlar çağrıştırsa da özünde bir çeşit “anlatımdır”. İlk defa karşılaştığınız bir toplumda sizi sahneye çağırıp oynatırlarsa emin olun siz oyuna gelmişsiniz demektir. Tüm hareketleriniz izlenir, yorumlanır ve sizin hakkınızda ek bilgiler de edinilir. Belki de tek başına yapılageldiğinden olsa gerek, dans kelimesi yetersiz kalışlığının bir ifadesidir “oyun” . Ama benim söylemek istediğim, işin, yani madalyonun diğer yüzü:

Neden dans kelimesini basitleştirip iticileştiriyoruz? Gayet basit bir nedeni var: Dans, kadın ve erkeğin birlikte uyumlu hareketlerini çağrıştırıyor da onun için.

Kadın ve erkek… İlk çağrışımlar hemencecik ten sürtmesi.

Neden cinsellik tabudur günümüzde? Ama Zeugma’daki taşlardaki resmedilenler; aşkın, cinselliğin yüzlerce yıllar önce daha özgür yaşandığını söyler bu topraklarda. Düşünsenize, günümüzde Zeugma benzeri bir kent olsaydı? Düşünmesi bile beyin kaşıntısı. Birbirine kendi cinsi dışında dokunmayan, dokundurmayan, ahlaki-namussal korkular taşıdığı ve o yüzden ahlak ve namusun sürekli gündemde durduğu bir topluma geldiğinizde sanırım bunu ödül olarak görmezdiniz; ama öyle.

Dini, töreyi, ahlakı bulaştırmayın bu işe. Bu iş çok daha yakınımızda, hatta içimizde; bizler önce kendimize ardından da insanlara güvenmiyoruz. “Kulak arkası kaldı” söylemini üretenler kim? Güven kelimesi kadar beni rahatsız eden, irrite eden başka bir kelime yoktur. Yoktur dediysem; herkesin sevgi gülümsemeleriyle sevdiği kelimeler grubunun içinde demek istiyorum.

Bir yerde güven yoksa veya şüpheliyse pelesenk olur dillere o kelime.

İnsanın kendini sevmesi, kendine güvenle ilgisi yoktur. Kendine güven bir sunuştur, beklenen hal ve tavırlarda beklentileri boşa çıkarmama halidir. Söylemek istediğim ise kendini sevmektir.

“Ben buyum” diyebilmenin adıdır kendini sevmek. Ben “bu olmalıyım”dır kendine güvenmek.

Kendini övmek ise, kendine bağımlılığın ve kapalılığın ifadesidir.

Yaşam bir provokasyondur. Neye inanırsanız inanın, sizi sürekli ateşlemeyen, gazlamayan hiçbir görüş diri kalamaz. Mutlaka sizi heyecanlandırmalı ve gizemlendirmeli. Gruplar oluşmalı aynı düşüncenin çevresinde. Zamanla neye, kime inanmaktan öte geçip işin zamanı örten kısmında gezinmenin büyük keyfinde, aynı alışkanlıkların ve sıradanlığın içinde milyonlarca saat…

Halbuki bilmem hangi yolda bir taş sizi bekler durur, ne zaman gelecek beni kenara koyacak der durur.

Gizem dönenin olmadığınaysa, yaşam, kendimize altın anahtarlar yaptığımız hapishaneden daha fazlası olamayacaktır. Kullandığınız her şey “elin” malıyken, sana, geçen milyonlarca saatin içinden “sen ne ürettin?” dediklerinde ne diyeceksin? “Ben sadece O’nu düşündüm, O’na aşıktım ve O’nu yaşadım” mı diyeceksiniz? Kime ne yararı var bunun? Binlerce defa çöl topraklarına giderken “komşunu aşağılayarak bakan gözlerini neden yanında götürmedin?” diye sormayacak mı sana?

Yakmak sadece ve sadece Allah’a aitken, sen ormanları yaktın, insanları yaktın! Peki ne ve kim için? O kata sakın yüzünü çevirip bakma!

Zulümden şefkate yol hem uzun hem de ne kadar sıkıcı, meşekkatli! Halbuki iki kötü söz ne hale sokar onca güzelliği… Ne kısacık bir yoldur, şefkatten zulme geçiveriş!

Susan şahidin suçun yarısı üzerineyken;

hepimiz çoğu şeyden ötürü suçluyuz, çünkü susuyoruz. Konuşunca ne ve neyi konuşacağını bilmemek ise bizi sadece bilinen alışkanlıklara götürüyor, o kadar.

Hayal mi? Fakirin ekmeği umutsa yazarın ekmeği de hayaldir. İşin acı tarafıysa yazar-aydın kişinin hayal ettiği dünyada hiçbirimize sormadan ideal bir dünya kurması ve oranın çok güzel olduğuna inanması.

Çünkü;

hiç kimse kendi olmadığı gibi, hiç kimse de göründüğü olamaz. Yaşamlar birbirlerinden esinlenerek kopyalanır. Sizin yüreğiniz daha derindir, derin bakarsınız, derin yaşarsınız; bilinenin dışına çıkamazsınız. Issız dağlarda tek başına yaşadığınız da bile doğayı kopyalarsınız.

Gerçek: Herşey göründüğü gibidir.

Hayal: Herşey değiştirdiğin gibidir.

Değiştirdiğin: Hayalinin derinliği kadardır

Derinlik: Dibinde ironi vardır.

İroni: Yaşam yalanlarımızın soylu biçemidir.

***
not: cennet tanrı'dan geldi, cehennemi biz getirdik.
not: seçkim;
http://www.youtube.com/watch?v=OfZxMZGaz9M


 
Toplam blog
: 470
: 551
Kayıt tarihi
: 28.08.06
 
 

Ateşten denizleri mumdan gemilerle geçmeye" benzer hayatımız. Mutlaka mavi gökyüzü görünecektir. Gid..