Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Eylül '07

 
Kategori
Ruh Sağlığı
 

Piknik

Piknik
 

Orta yaş sınırını aşmış iki adam, güneşin henüz ısıya dönüşmemiş zayıf ışığının altında, üzerinde
traktörlerin ve insanların gezindiği geniş bir düzlükte yürüyorlar. Akşamdan aldıkları piknik kararını hayata geçirmek için,  sabahın ilk saatlerinde pazara benzeyen mekana alışverişe gidiyorlar. 

Önceleri bir bataklıkken, ısı ve sıkışmayla kuruyarak sert bir zemin halini almış bu düzlük, sanki bir çarşıyı veya panayır yerini andırıyor. Her yerde satış yapan tezgahlar var. Neye benzediği tam kestirilemeyen bir aracın üzerinde ekmek ve pide satılıyor. Adamlardan biri pide almak istediğini söylediğinde satıcı; pidenin bittiğini, camekandan görünen iki parçaya bölünmüş olanların ise, sipariş verildiğini söylüyor.

Aniden adamlardan birincisinin aklına eşinin, bulundukları yerden kilometrelerce uzakta olduğu geliyor. Pikniğe katılabilmesi için kendisine bir şekilde ulaşılması ve takip edeceği en kısa yolun tarif edilmesi gerekiyor. Fakat bilindiği kadarıyla kimsede cep telefonu yok.

Varsa bile, ne idüğü belirsiz, hangi ülkeye ait olduğu bilinmeyen bu garip sahada, baz istasyonu bulunuyor mu bakalım? Sabit telefonun olmadığı da ona ulaşabilmek için, "uzun bir yol katetmek gerektiği" hatırlatmasından anlaşılıyor. İşte bu andan itibaren, ikinci adam sebepsiz yere sahneden çıkıyor. Filmin bundan sonrasını ise, " birinci adam" ve diğer yardımcı figuranlar götürüyor.

Artık birinci adamın görevi, karşılaşacağı bütün engelleri aşarak, sıkıntı ve zahmetlere katlanarak bir yerlerde bulacağı telefon marifetiyle eşine ulaşıp, onun bu şenliğe katılmasını sağlamaktır. Burada, üzerinde bulunduğumuz sınırlı düzlükten başka, vasıtaların rahat hareketini sağlayacak düzgün yollar yoktur. Daha açıkçası bu garip alemde, sadece traktörlerin gezindiği pazara benzeyen mevcut alan dışında, binek vasıtalarının hareket edebileceği uygun zemin bulunmamaktadır. Bu yüzden adam, telefonun bulunduğu yerleşim yerine yürüyerek ulaşmak zorundadır.

Kahramanımız, üzerinde aralıklarla toprak yığınları oluşmuş, bazan sıradan bir araziye, bazan geçit vermez bir engele, bazan derin bir çukura bazan da sık ağaçlı bir orman sahasına dönüşen yolumsu berbat çizgiden yerleşim merkezine doğru ilerlemektedir. Yürürken ormanlık bölgedeki derenin kenarında çamaşır yıkayan ve yüksek sesle konuşan kadınlara rastlamıştır. Adam, onların kendisiyle alay ettiklerini sanmış, bir süre yol aldıktan sonra üşenmeden geriye dönüp onları paylamıştır. Daha sonra, kendisiyle alay edilmediğini anlamış fakat özür dileme inceliğini göstermemiştir.

Nihayet, uzun ve meşakkatli bir yolculuktan sonra PTT şubesinin bulunduğu kasabaya ulaşmıştır. İşte tam bu sırada, bilinmeyen bir nedenle birden karanlık çökmüş ve yerleşim yerinin aydınlatma lambaları yanmıştır. Yerleşkenin görünen kısmı, yaklaşık yüz metre ileride biten bir cadde ile girişe göre, sağ tarafta kalan ve birkaç basamaktan sonrası görünmeyen merdivenli bir sokaktan ibarettir.

Basamaklı sokağın başındaki polisler PTT'nin, caddenin bitimdeki sol köşede olduğunu söylediler. Adam hızla tarif edilen yere gitti. Gördü ki, telefon kulubeleri harıl harıl çalışıyor, insanlar birbirleriyle haberleşiyordu. Ama kendisi bunu yapamayacaktı. Çünkü öyle olması gerekiyordu. Mazereti ise, evinin telefon numarasını bilmemesiydi. Not: Burada "bu da laf mı yahu" demek serbesttir.

Adam memura durumu anlatırken, telefon etmek için kulubeye yönelen orta yaşlı bir kadın, konuşmaları duymuş olmalı ki, başını çevirip dikkatle baktı. O, madara olmanın dayanılmaz utancından kurtulabilmek için hemen bir savunma hazırladı ve durumu izah etti. Kendisi bir memurdu, tayin edildiği köyü beğenmemişti. Başka bir yer arıyordu. İşte telefon numarasını bunun için bilmiyordu. Kadın bir tarafa, bu bahaneyi kendisi de yutmamıştı ama gerçekten numarayı bilmiyordu ve niye bilmediğini de bilmiyordu.

Görevli memur onu başka bir birime yönlendirdi. Biraz ilerideki resmi binada bulunan görevli, adama çok ilgi gösterdi Kendisine yardım edebileceğini söyledi. Fakat bilgi edinmek için başka bir merkeze gitmesi gerektiğini, onun için biraz beklemesi lazım geldiğini söyleyerek bürodan ayrıldı. Adam, bazı evraklarını bir önceki dairede unuttuğunu hatırladı ve onları almak için geri döndü. Fakat evrakları koymak için cebinden çıkardığı poşetle beraber o kadar çok şey çıktı ki, adeta giriş kapısının önünü  doldurdu. Cebinden dökülen eşyaları, en alttan çektiği çantaya koymak için çok uğraştı ama bir türlü başaramadı. Çünkü yerdeki eşyalar, doldurdukça azalacağı yerde çoğalıyordu. Baktı işin biteceği yok, kendisine yardım edecek memuru bekletmemek için herşeyi öylece bırakıp oradan ayrıldı. Doğrusu bir insanın cebinden bu kadar çok şey çıkmasına ben bile şaşırdım.

Adam büronun önüne geldiğinde, içeriye giren hırsızları yakalayan vatandaşların binayı çepeçevre kuşatarak giriş ve çıkışı engellediğini gördü. Sonunda bir şekilde görevli memurla görüştü. Görevli ona şunları anlattı. " Sen eşinden boşanmışsın. Telefon numarasını bilememe sebebin bu. Eşin çok üzgün!"

Adam şaşırmıştı. Zira bu noktaya gelinceye kadar eşinden ayrıldığını hiç hatırlamamıştı. Memuru yanılttığı ona doğru bilgi veremediği için utanç duydu ve ,"hadi insan telefon numarasını unutabilir de, karısından boşandığını nasıl hatrlayamaz!" diye kendi kendine kahretti.  Buna rağmen eşinden ayrıldığına değil de daha çok, unutkanlığından dolayı memura mahçup olmasına üzülmüştü. Belli ki, artık bu utançla yaşanmazdı. Bu moddan çıkmak lazımdı.

O yüzden ben de uyandım! Daha doğrusu sözünü ettiğim zor durum sebebiyle uyanmak zorunda kaldım. Gözlerimi açtığımda yeni bir dünyadaydım.

Pek gerçekçi bulmadınız mı? Haklısınız... Çünkü bu gerçek bir hikaye değildir. Bilinmeyen bir nedenle bu denli uzamış bir rüyadır.

 
Toplam blog
: 462
: 707
Kayıt tarihi
: 28.04.07
 
 

Emekliyim. Herkes gibi benim de bir dünya görüşüm var. İnsanların farklı fikir ve inançlara sahip..