Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Temmuz '11

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Pinpon topuydum gecenin bir vaktinde…

Kaç gündür yeni yazı yazamadım. “Com.tr” yazarı olmanın avantajlarını yaz rehaveti ile birleştirdiğimi düşünenler olabilir, keşke öyle olsaydı!...

Ev içinde kaza geçirdim ben ayol, biraz abartsam “ölümden döndüm” bile diyebilirim yani…

İki gece önce evimin bit kadar mutfağında yaramaz bir pinpon topuydum; takılan ayağımdan aldığım itici güç ile bir bankoya tosladım, bir mutfak masasına! En son buzdolabına çarpıp da durabildim; buzdolabının tekmeliği ile omuzum yan yanaydı…

Banko yine de insaflı davranmıştı, hoş kenarları köşeli olsaydı istediği kadar insaflı olsa, ne yazardı!

Alnımın ortasında yarılmaya yüz tutmuş bir beş santimlik uzunluk, etrafı minik bir dağ olmuş! Hayır yani, minik dağ pek hevesli, ille de daha da büyüyeceğim derdinde!

“Bak, karların bile var” diye kandırmaya çalışıyorum, buzlardan karlar yapıp koyuyorum zirve ve hatta eteklerine…

“N’olur, daha fazla büyüme”…

******

En edepsiz ahşap mutfak masası çıktı; o kalın ayakları ile kaburgalarımı ezdi, eşek!

Gel de nefes al rahat rahat, alabilirsen!

Öksürmek ne büyük bir lüksmüş, hapşırmak, keza…

Her nefeste canın acıyor, şekerim, gel de derin bir nefes almayı dene!

Hayır, yani, yeterli oksijen gitmezse beyin hücrelerim dumura uğrar mı falan diye de korkuyor insan!

******

Sol el başparmağım kırıldı sanmıştım, kırılmamış çok şükür!

Sağ el ve kolumdakilerin ezilme ve bertik olduğu teşhisini zaten koymuştum, sol dizimin görüntüsü pek berbat olsa da, gel-geç bir durum olduğundan hiç şüphe etmemiştim.

Şu kaburga meselesi vardı, eh, o da ciğeri delmemişti, tetkikler öyle diyordu, çok şükür!

Delseydi ve şimdi bu yazıyı yazıyor olsaydım, cidden ölümden dönmüştüm!

******

Ayyy, ıhhh, oyyy nidaları eşliğinde geçiyor şu birkaç günüm, biraz daha da sürecekmiş…

Yeni taşınan komşu bu nidaları nasıl yorumluyordur, bilemiyorum: İki seçenek var gibi: Biri pek yaşlı, nazlı ihtiyar bir kadın, diğeri ise… Ateşli, şehvetli, falan…

Neyse…

İlk tesadüfte çaktırmadan duruma açıklık getirmek gerek!

Bir tas çorba, ayy ne diyorum ayol ben, bu sıcakta çorba? Bir tas yemek falan da getirebilir…

Hiç de fena olmaz hani…

******

Anneme söylemedim, üzülmesin diye…

Yoksa neler neler yapıp getirdi ben yorulmayayım diye!

En kötü tarafı da yalan söylemek; nefesimi tam alamıyorum ki sesim normal çıksın!

Normal çıksın diye zorladıkça sancıdan her yanım kasılıyor; her yanıma vuruk ve bertiklerim, alnımın ortasındaki dağ da dahil!

Bir de davudi ve güçlü bir sesim vardır ki, alçak sesle konuşmam vaki değildir!

Çok zorunlu durumlarda konuşmaya çalışsam da, ses tellerim uyum sağlayamaz, ne, ne dediğim anlaşılır, ne de ben gözyaşlarıma hakim olurum!

Cidden… Hem canım yanar, hem de ses tellerimin garip durumu beynime öyle bir sinyal gönderir ki, halime mi ağlarım, beyin sinyallerinden dolayı mı? Yoksa, kısık sesle konuşmayı beceremediğimden mi diyeceğim… Çok düşündüm üzerinde, ses tellerimin beynime gönderdiği acıma sinyallerinden… Resmen kendime acıma içgüdüsü yaşıyorum o anda!...

Tüm bunları aşıp, olabildiğince normal konuşmaya çalışıp da annemle geleneksel günlük sohbetlerimizi tamamladık.

Gerçi, son zamanlarda baş gösteren annemin duyma probleminin de bunda payı pek fazla…

******

Annem için harcadığım “normal ses” çıkartma sıkıntımın dışında, az nefes ile ancak çıkabilen sesimden dolayı herkesin pek mutlu-mesut olduğunun da, ayrıca, farkındayım!

Nasıl ufak sesle, nasıl sakin sakin konuşuyorum; üstelik de çok gerekmedikçe de konuşmuyorum zaten!

Bu arada birisiyle tanışırsam, “ideal kadın dediğin işte budur” diyerek sırılsıklam aşık bile olabilir, öyle sessiz-sedasızım yani…

Mel-mel bakıyorum, yavaş hareket ediyorum, kahkaha atamadığımdan, canım yanıyor zira, zarif bir gülümseme ile yetiniyorum!

******

Klavye başında oturmak da pek acı veriyor, kaburgalarım sanki içime batıyor…

Hani, kadın erkeğin kaburga kemiğinden yaratılmıştır denilir ya, bu acı bir doğum acısı olsa da, ben de şu kaburga kemiğimden bir erkek yaratsam falan gibi garip düşüncelere saplandıkça, alnımdaki dağın çeperini ölçüyorum; olmadı oğluma adımı sor falan diyorum!

Yani, kaburga kemikleri madem bu kadar önemli, kadını da yaratır, erkeği de şekerim!

******

Daha ne kadar sürecek bu durumum, tam bilemiyorum! Doktora göre en az bir hafta daha…

Yeniden ne zaman yazarım? Kim bilir?

“Belki yarın, belki yarından da yakın” diyebilmeyi pek isterdim; öbür gün, olmadı bir sonraki gün yazmazsam bilin ki hala offf, ayy, ıhhh nidaları ile dolanmaktayım.

Eee, bir dua ediverin…

Baktınız bir haftayı geçti, merak edin!

“Öldü mü, kaldı mı”; “şu garip halini gerçek sanıp da bir adam aşık olup da, kaçırdı mı?” falan diye…

Sağlık ve sevgiyle… Hem kendinize hem de sevdiklerinize iyi ve güzel bakınız, ne olur…

 
Toplam blog
: 1269
: 1343
Kayıt tarihi
: 18.09.07
 
 

İzmir, 1963 doğumluyum. Dokuz Eylül Üniversitesi İngilizce bölümü mezunuyum ve özel bir şirkette ..