Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Şubat '10

 
Kategori
Doğum Hikayeleri
 

Piri Reis-1

Piri Reis-1
 

Piri Reis geliyor...


(NÂM-I DİĞER; “BEYLERBEYİ”)

Tam sekiz sene önce dünyaya gözlerini açtı, Mirzâ’m. On dört yıllık, çok yoğun işlerin arasında boğulmuş, bir Edebiyat Öğretmeniydim… Annemin böbrek hastalığı süreci ve ardından vefatıyla eşzamanlı, beş yıl büyük mücadelelerle büyüttüğüm ikizlerimin üzerine, bir oğlan çocuğuna sahip olacağımı herkesten önce duyan, bir can arkadaşım, şöyle demişti bana: “Hadi ikizler evliliğin ilk meyvesiydi; peki bu üçüncüsü?” (…ve -hangi sebepler ya da niyetlerle sorulduğu soranlarında saklı- yukarıdaki cümleye benzer soruları, hâlâ da işitmekteyim…)

Evet! Evliliğin hemen ardından, annemin de hastalığı gün yüzüne çıktığından bir eş, bir anne, bir evlat, bir abla olarak sayısız güzellikler içinde o kadar tarifsiz acılar ve yorgunluklar yaşamıştım ki; üçüncü bir evladımın olacağının müjdesini veren doktora gülümseyememiştim. Benim o donuk halim karşısında Doktor Bey de donup kalmıştı, o gün…

Doktorun haberinin ardından, tam tamına üç ay karalar bağladım. Bu üzüntünün derin sebeplerini -ki çok derinlerde sebep var mıydı, olmalı mı- düşünmeyi o günlerde de daha sonrasında da hep erteledim.

Böyle söyledim ve böyle bir girişle hislerimi anlatma yoluna girdiysem de, şunu da eklemeliyim ki; yıllardır şöyle bir düşünceye de sahiptim:
İkiz kızlarım bir anlamda “tek çocuk” ya da “yalnız” sayılabilirlerdi. Sadece kendini düşünen bir insan gibi bencillik edemezdim; ileriki yıllarda kızlarıma can yoldaşı olacak bir kardeş olmalıydı. Olmalıydı ama… Hele kızlarım 7-8 yaşlarına gelsinler de…

Hakikaten, şimdi bile o yıllara dönsem düşüncelerim değişir mi, değişti mi diye sorguluyorum, yok hayır bu düşüncemde aynı noktadayım. Çocukları severim. Hem de çok! İkizleri büyütürken bile çevremde (otobüste, parkta, gezmede) gördüğüm bebekleri çook kucağıma almış da uyutmuşumdur. Hatta bazen “çalışmasaydım ve gelir düzeyim oldukça iyi olsaydı, dört beş çocuğumun olmasını isterim” şeklindeki düşüncelerimi de paylaşmışımdır, arkadaşlarımla…

Bütün bunlara rağmen; bilmiyorum işte! Nedense, oğlumun dünyaya sunduğu ilk ışığında oldukça derin üzüldüm. Ya da, en doğrusu, şöyle demek galiba: Mirza, biraz hazırlıksız zamanımda kapıyı çalmıştı. Sonrasında, kendiliğinden ( ya da kendi kendimi tedaviyle) normale döndü duygularım. Dönmeliydi de… İçimde bir can taşıyordum…

Mirzâ’nın gelişi bir olaydı. Ve bu olay, yalnızca beni ilgilendirmiyordu… İkiz kızlardan sonra bir erkek bebek beklediğimi -bebeğimle ilintili- yakından, uzaktan duyanların her birinin “kendi yaşam pencerelerine” göre farklı yaklaşım ve tavırları oldu, bu büyük olaya… Bu güzel sebebe…

“İşte! Hayata gözleri açabilmek için bir GÜZEL SEBEP daha, denirdi, böylesi olaylara…”

Kayınvalidem beş yıl evvel, “yaşlıyım” mazeretiyle yanıma gelememişti ama; ayrı bir değer verdiği tek gurbetçi oğlunun ilk(!) oğlunun doğacağını duyunca “gençleşti”, meselâ… Üstelik, Mirzâ’nın doğumundan bir ay önce geldi evimize… Bir de kerametini(!) bildirdi: ”Benim ayağım, işte böyle uğurludur!?.”

Kız kardeşlerim aklımı peynir ekmekle yediğimi düşündüler… Abla, hani gözümüzle görmesek; sana “Sen üniversite mezunu musun sahiden?” diye soracağız, tarzında dokundurmayla yetindiler…

Okuldaki bayan arkadaşlarım:”Ne yaptınız Elif Hanım, şaşırdınız mı? Biz bir çocuğa bile bakamıyoruz…”dediler. Ya da “Pek de cahil görünmüyor ama zavallı mı yoksa?” anlamında kaçamak bakışlarla baktılar bana… Bu tavırların ve sözlerin dışında; bazıları teselli etti beni, kimisi alkışladı…

Fakat beni en çok etkileyen sözler, yıllarca dertleştiğim bir hanım arkadaşımdan geldi:

“Kız üzüldüğün şeye bak. Senin güçlü olduğunu biliyorum, şimdiden sonra da öyle ol…Düşünsene! Hem ikizin olacak hem tekizin, hem kızın olacak hem de oğlun. Topla kendini. Bence sen, yalnızca sevinmelisin. Herkese ve her şeye rağmen… Zorluklar mı? Üstesinden geleceğini sen de biliyorsun…” (Teşekkür ederim Tülin…En sıkıntılı ve zor günlerimde bu sözün hala kulağımda…)

A Evet! Mükemmel bir yaklaşımdı. Zaten, herkesin hayat çizgisi kendine has değil miydi? Ve böyle olması daha güzel değil miydi? Üstelik, belki daha güzel ve güçlü yaklaşımlara, yaklaşmalara da vesile olacaktı, oğlum…

Üçüncü aydan sonra duygusal anlamda hızla toparladım kendimi. Karaların yerini aklara bıraktım. Ve içimdeki cana “huzur, ümit, ışık” olarak baktım. Hatta ikizlerimde çok istediğim ama vakit bulup da yapamadığım bir şeyi daha yaptım: Saatlerce, sessizlik içinde, müzik dinledim. İçimdekine huzuru ve dengeyi aktaracak, birçok tatlı girişimde bulunarak altı ay daha seyrettim… Dünyada iki kişi vardı o sıralar: Mirza ve Ben… Yok, daha adı yoktu canın; Bebeğim ve Ben…

Ve inanın dünyaya gözünü açan Mirzâ da öylesine huzurlu oldu ki; onun sayesinde rahat bir hamilelik dönemiyle kalmadım, rahat bir bebeklik dönemi de yaşattı bana oğlum… Bebeğim Mirzâ’yı büyüttüğüm dönemde günün esprisi şuydu:” Eeee, hanım duble bebek bakmış, bir bebeğin işleri vız geliyor.” Espri güzel olmasına güzeldi de; gerçek bu değildi. Huzurlu olan ve beni üzmeyen bebeğimdi. Beceriksiz anne:) hep aynıydı… İnanın şu anda da bebeklik ve ilk çocukluğu kadar huzurlu, inatçı, hareketli, neşeli, meraklı, dengeli ve de kibirli bir çocukluk dönemi geçiriyor, O

…. …………………….

(…devam edecek)

(Piri Res’in seyir defteri biraz uzun… Onun için yazı burada bitmiyor…Yegâh Elif Mirzâde)

 
Toplam blog
: 191
: 769
Kayıt tarihi
: 21.07.09
 
 

“Yazı yazmak” bir Yürek Yolculuğudur. Okumak ve yazmak bana Edebiyat alanının kapılarını açtı… Ed..