Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Mayıs '13

 
Kategori
Deneme
 

Pisi pisine kaybetmeyi umarsızca geçiştirme telaşı "Fenerbahçe’nin makûz talihi lig maçları"

Pisi pisine kaybetmeyi umarsızca geçiştirme telaşı "Fenerbahçe’nin makûz talihi lig maçları"
 

Yazma yetisi insana verilmiş en büyük ödülken, diğer taraftan sonsuz bir yalnızlığı gerekli kılışı çok acımazsız geliyor. Akademi’de öğrenciyken bir Hocam şöyle demişti; “Hayatta bir şeyi istiyorsanız bir başkasından vazgeçmelisiniz. Hepsi birlikte o


Son zamanlarda özellikle de akşamları; “klavye silahşörleri”ne öykünen bir hâl ile yer alıyorum ekran karşısında. Öyle ki; bir kaç saat derken bir bakmışım gecenin ilerleyen saatlerine dek mavi renkli ekranın karşısına mıhlanmışım.

 Biraz sosyal medyada gezinti biraz arkadaş sohbeti ile geçmeye yüz tutan zamanı el çabukluğu ile tutup bağlayıveriyorum yapıldığında insanı geliştirecek bir şeylere. Geçen yılın son aylarından itibaren ilgimin giderek yoğunlaştığı iki konudan biri Sokak Hayvanları’nın içler acısı durumu ve onları yok etmek ilamı haline gelen 5199 sayılı yasa. Gerek Türkiye, gerekse Kıbrıs’ta üzerinde çalışılan Hayvan Refahı Yasası’nın eleştirisi üzerine az da olsa kalem oynatmaya çalıştım. Kuzey Kıbrıs Meclisi’ne giden yasa sosyal medya destekli eleştirel bakış nedeniyle daha da iyileştirilerek hayata geçirildi. Bu 2013 yılının en güzel haberlerinden biriydi.

 Kafayı taktığım bir diğer konu ise makale taraması. Yani okumak. Bir süredir uzun soluklu okumadan, kitaptan uzak duruşumu nedense anlamlandıramıyorum. İlk defa bir kitap dilime pelesenk olmuş bir laf edasıyla elimde salınıp duruyor, bitiremiyorum. Ancak ister bilimsel isterse popüler olsun; yeni keşfedilen gezegenlerdeki olası yaşam izinden tutun da, Hayvan Aktivistleri’nin sıklıkla paylaştığı makalelere, sosyoloji araştırmalarına ve roman, kurgu dünya yaratıp sunma becerisi kazanmayı önerenler, hatta Gurme'lerin kaleme aldığı kısa yazılarda dahil olmak üzere çok farklı konuda makale taraması yapıyorum. Her yeni okuma yeni ve bambaşka dünyaları, gerçekleri önüme koyuyor, ya da aklıma takıldığı zamanı unuttuğum, bilinçdışına attığım soruların yanıtlarını bulmamda kolaylık sağlıyor. Gazetelerin sayısı az kalmış saygın köşe yazarlarını takip etmek makale okuması serüvenimin parçası olmuş durumda. Özellikle siyasi içerikli makalelerin açlıktan ölmek üzere olan birinin iştahıyla yenen bir yemek gibi okunup tüketildiği bu günlerde ben, daha çok hayatı, kendimizi ait hissetmekte zorlandığımız sistemi sorgulayan, kendiyle hesaplaşma pratikleri yapan vs. gibi daha çok soyut olarak değerlendirilebilecek düşün yazılarını okumayı tercih ediyorum. Bunu neden yaptığım konusunda bir bilgim yok veya bu bilgi de bilinçdışı olarak üste çıkacağı zamanı bekliyor, bilmiyorum.

 Bir de Fenerbahçe’nin makûz talihiymiş gibi yaşanan lig maçları tabii… Başlangıçta kaçırmadan izlediğim ancak sonra talihine küsen insanlar misali sessiz kalıp kendimi totem yapmaya adadığım lig maçları.

 Olması gerektiğinden daha sıcak geçen bu mayıs gecesinde, Girne’deki evimin beni rahatlatan manzaraya sahip balkonunda otururken, dışarıdan kesilmek bilmeyecekmiş gibi gelen korna seslerini, internet üzerinden dinlediğim radyoda birbiri ardına çalan caz şarkılarını dinleyerek örtmeye çalışırken, aklıma takılan onca sorudan birinin yanıtını okuduğum bir makalede yakaladığımı fark etmek beni yazmaya itti. Ümit Yaşar Oğuzcan’ın dizeleriyle başlayan makale; “Nesi var ömrün nesi var, vesvese hepsi vesvese!”* diye başlıyordu yazı. Okur okumaz yıldızlar çıkıverdi sanki beynimden. Sonrada beni peşinden sürükledi; o her biri başka bir renkte yanan ışıklı yıldızlar. Yazma yetisi insana verilmiş en büyük ödülken, diğer taraftan sonsuz bir yalnızlığı gerekli kılışı çok acımazsız gelmişti Akademi’de öğrenciyken bir Hocam'ın sözleri kulağımdan içeri girdiği günkü kadar tazeydi. Hocam şöyle demişti; “Hayatta bir şeyi istiyorsanız bir başkasından vazgeçmelisiniz. Hepsi birlikte olmaz”. Aradan geçen onca yılın sonunda onun ne kadar haklı olduğunu anlıyorum bir kez daha ve ardından buruk bir gülümseme yapışıyor yüzüme. Tıpkı elime yapışan ve dile pelesenk olmuş bir lafa benzettiğim ve okumaya çalıştığımı söylediğim kitap misali. Bir çoktan ayrılmanın bir farkı da yazabilmekse, bunun karşılığında ödenecek bedel o bir çoğun kaldıramayacağı kadar ağır olabiliyor. Belki de o yüzden, düşünen çok ancak bunu kaleme alabilen az. Kim bilir?

 Okuduğum makaledeki duygu aktarımının, hissettiklerimden farklı olmadığını görmek, kendimi iyi hissetmeme neden oluyor. Hani vardır ya; “yalnız değilsin” densin ister insan. İnsan egosu birazda bundan beslenir. Aynen bu, şu an yaşadığım. Yazarken içine düşülen duygusal karmaşayı, bellekte yaratılan üç boyutlu kurgu dünyanın belki de gerçek varsayılandan daha somut olduğunu ve onun içinde soluk alıp veren, düşünen, hisseden onca saymaca karakterin, yazan insanın yalnızlığını absorbe ederek onu içine alıverdiğini ne de güzel anlatmış. “Çevremi daralttım” diyor yazar. “Hay Allah!” diyorum okurken; “ben de” diyor iç ses birden. Sonra devam ediyor yazar; “yalnız kalmak istiyorum yazarken, yalnızlığımı seviyorum”. Yalnızlığı sevmek mi? diye düşünüyorum istemsizce. Yahu ben de aynen böyle hissediyorum. Ve aslında belleğimde var ettiğim, benimle soluk alıp yaşayan, gelişip her biri kendine özgü birey olan olan roman kişilikleri aklıma geliyor. Tıpkı onun söylediği gibi bir ifade beliriyor usumda; o kadar kalabalık ki burası roman karakterlerimin varlığı yetiyor, başkasına, başkalarına ihtiyaç yok.

 Dışarıdan kulağımı yırtarcasına çarpan korna sesleri kısa denecek sürede bitiyor. Yıl boyunca arada izlemekten kendimi alamadığım, “ölene kadar, sonuna kadar” diye sloganlarla desteklediğim takımın pisi pisine aldığı yenilgilerle ligi kapamasına içerliyorum. Oysaki belleğimde onca yeni takım kurmuştum lig devam ederken. Toteme vurmadan önce kendimi teknik direktörden daha etkili on bir oyuncudan kurulu onca takım yaratmıştım nafile bir gayretle. Belki o oyunculara, belleğimde yarattığım kurgu dünyanın kişilikleri gibi roller verebilseydim, yeni oyunlar kurabilseydim, pisi pisine yenilmeyi geçiştirme telaşında olmazdım şu an. Tıpkı yazarın makalesinde bahsettiği ya da benim yazarken yaşadığım gibi.

 Ne demiş şair; “Nesi var ömrün nesi var, vesvese hepsi vesvese!”.


 Özlem Salman
 Girne, 05/05/2013

 
Toplam blog
: 3
: 206
Kayıt tarihi
: 07.11.12
 
 

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nden yüksek lisans derecesiyle mezun oldu. İstanbul Tekni..