Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Ocak '08

 
Kategori
Evcil Hayvanlar
 

Pısılozof

Pısılozof
 

Pencere pervazına kendisi için özel olarak monte edilmiş pelüşlü ranzanın üzerinde, geniş pencerelerden giren güneş huzmesinin tam ortasında uzanmıştı. Gözleri kapalı, hareketsiz, öylece duruyordu.

Çok merak ettim, ne geçiyordu kafasından, ne hissediyordu acaba o anda? Bunu zaten hep merak ediyordum.

Birden başını kaldırdı ve gözgöze geldik. Yemyeşil gözlerinden fırlattığı sonsuz dingin bir bakış, gözlerimden içeriye girip ruhumun derinliklerine indi sanki. Cevabı yankılandı beynimin duvarlarında: “ Hiçbir şey düşünmüyorum. Hiçbir şey düşünmeden tadını çıkarıyorum bu anın.”

“Aman Allahım! Sen mi söyledin şimdi bunları? Senden mi geldi bu cümle şimdi?”

“Niye şaşırdın? Tabii benden. Başka kimse var mı şu anda burada? Ama siz böylesiniz zaten, bizleri düşünemez, fikir yürütemez, hiçbir şey anlamaz zannedersiniz.”

“Yok tam öyle değil. Bazılarımız tahmin ediyoruz düşünceleriniz, algılamalarınız olduğunu. Ama böyle cevap verince birden, alışılmamış birşey. Çok şaşırdım işte, bağışla.”

“Biz sizleri hep bağışlıyoruz zaten. Bizi iç dünyası olmayan makineler, sadece içgüdüleriyle hareket eden otomatlar olarak görmenizi, sizin artıklarınızla yaşamak zorunda olan yanaşmalar, sizin insafınıza kalmış sığıntılar diye vasıflandırmanızı bağışlıyoruz hep. İtip kakmalarınıza, tekmelerinize, işkencelerinize hiç girmeyeyim.”

Sözünün burasında, onurlu bir baş çevirişiyle bahçeye çevirdi bakışlarını.

“Aman Mırcan, ben sana ne zaman tekme attım? Sığıntı filan diye de bakmadım sana hiç. Elini vicdanına koy.”

“Kusura bakma. Sözlerim direkt sana değil. Benim bir şikayetim yok. Allah için iyi bakıyorsun bana, yeterince sevip okşuyorsun da. Kendi adıma konuşmadım zaten, dışarıda, dünyanın çeşitli yerlerindeki milyonlarca hemcinsim adına döküldü bunlar dudaklarımdan.

“Biliyorum, bütün insanlar ayni şekilde davranmıyor sizlere. Birbirlerine de kötü davranıyor insanların çoğunluğu. Başka türlü olmak ellerindeyken. Sence insanlar çok mu kötü Mırcan?”

“Çok kötü olduklarını söylemek doğru olmaz. Kötü yanları ve iyi yanları var. Bazen biri, bazen diğeri galip geliyor.”

“Kötü yanları galip geldiğinde verdikleri zararlar büyük oluyor ama. Hem çevresindeki insanlara, hem hayvanlara, aslında herşeye. Peki biz ne yapmalıyız, kötü tarafımızın galip gelmemesi için?”

Başını bana çeviriyor yine. Gülümsüyor diye yemin edebilirim.

“Sizlerin isteklerinizin sonu yok. Birşeyi istiyor, ona ulaşınca hemen başka birşeyi istemeye başlıyorsunuz. “

“Peki ya senin örneğin? Senin isteklerin yok mu?”

“Var tabii. İyi bir yemek. Uyumak için rahat ve sıcak bir yer. Bahçede yaprakları kovalamak, ağaçlara tırmanmak, güneşlenmek, mahalledeki diğer kedilerle bir araya gelmek, diğerlerine bahçenin bana ait olduğunu göstermek.”

“Peki bunlara erişince, başka ne istiyorsun?”

“Sonra yine acıkıyorum, iyi bir yemek, tekrar uyku için güzel bir yer, sonra yine bahçede koşturmak..”

“Yani bütün isteklerin bu kadar mı?”

“Değil tabii, belli zamanlarda bir eş arıyorum kendime, çocuklarım olsun, onları büyüteyim istiyorum.”

“Haydi bunu da yaptın, bitiyor mu isteklerin?”

“Biter mi, her zaman iyi bir yemek istiyorum, sonra yine bahçede koşturmak, güzel bir uyku..”

“ Ama Mırcan, bunlar hep ayni şeyler. Canın hiç bambaşka birşey çekmiyor mu? Hiç yapmadığın birşey?”

“Neden çeksin? Yaptıklarım beni mutlu ediyor. Sen hiç düşündün mü, yaptıkların seni mutlu ediyor mu?”

Şaşalıyorum bir an. Yaptıklarım beni mutlu ediyor mu sahiden?

Hepsi değil. Hergün yapmak zorunda olduğum rutin işler örneğin. Hepsi birer angarya. Büyük sıkıntıyla, biran önce bitse düşüncesiyle yaptığım şeyler. Yapılması gerekli olduğu için yaptığım şeyler. Her hafta, her ay yeniden yapmak zorunda olduğum işler. Yapmaktan mutlu olduğum neler var sahi? Bir yürüyüşe çıkmak, bir dostla buluşmak, bahçede hiçbir şey yapmadan oturmak. Ama ne kadar sık yapabiliyorum bunları?

Başımı kaldırıyorum. “Gördün mü?” ifadesiyle süzüyor beni.

“Siz insanlar, basit şeylerin verdiği büyük mutluluğu unutmuşa benziyorsunuz.” diyor bilgiç bilgiç. “Onun için de bir istekten bir diğer isteğe koşuyorsunuz. Her yerine getirdiğiniz istekten sonra, dinmeyen açlığınızı doyurmak için, başka bir isteğin peşine takılıyorsunuz. Açlığınız ama hiç dinmiyor. Basit ve küçük şeylerin verdiği mutluluğu yeniden keşfetmeniz gerek. Mutlu olmayı yeniden keşfetmeniz gerek. Biliyor musun, mutlu insanlar kolay kolay kötü olamazlar.”

Sonra yumuşak hareketlerle kalkıyor yerinden. Uzun uzun geriniyor. Pencere pervazındaki ranzadan halıya atlıyor. Bir balerina zarafetiyle bahçe kapısına doğru ilerlerken, durup bana bir bakış atıyor omuzu üzerinden:

“Ben biraz bahçeye çıkıyorum. Bir revir kontolü yapmam lazım. Mahalleye yeni bir kedi taşındı da.”

Sonra uzun tüylü kuyruğunu şöyle bir iki yana sallayıp, bahçedeki otlar içinde kayboluyor, beni tüm şaşkınlığımla arkasından bakarken bırakarak.

Bir filozofla ayni evi paylaştığımı şimdiye kadar demek ki hiç farketmemişim.

Onunla daha sık konuşmaya çalışmalıyım.

 
Toplam blog
: 165
: 1414
Kayıt tarihi
: 03.08.07
 
 

Uzun yıllardır yurt dışında yaşıyor. İsviçre'de Adalet Bakanlığı'ndaki mesleği yanında tiyatro ya..