Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Ekim '11

 
Kategori
Siyaset
 

PKK akıl tutulması yaşıyor; Kürt milliyetçiliğini güçlendiriyor.

15 Ağustos 1984 günü Eruh ve Şemdinli’de askeri birliklere yönelik PKK’nın silahlı propaganda eylemliliğinin başlamasından sonra tam 27 yıl geçti.

27 yılın ülkemiz adına hiç de kolay yaşanmış olduğunu söyleyemeyiz.

Ne kadar insan öldüğünün sayısı bile artık fazlasıyla belirsizleşti. Hatta her gün gelen şehit haberleri kanıksanır oldu.

27 yıllık eylemlilik sürecinin Türkiye’de birçok şeyi değiştirdiği de ortadadır.

En başında Kürt realitesi tanınır oldu. Kürt Sorunu diye uğraşılması ve çözülmesi gereken bir problem olduğu kabul edildi.

PKK’nın ve yandaşlarının eylemliliklerini aklama adına yaptıkları tüm propagandist söylemler öncelikle Meclis’in içinde tartışılmaya başlandı.

Son iki dönemdir Melis’te Kürtleri temsil eden bir grup oluşturuldu. Üstelik bu grubun kurulabilmesi için Türk sosyalistleri destek verdi, hala aynı tutumu devam ettiriyorlar.

2009’da PKK’nın bazı militanları sınır kapısında Türkiye’ye girdi; Kürt Açılımı adına… Bütün bunlar genel anlamda kamuoyunda olgunluk ve sükûnetle karşılandı.

Türkiye’de sürecin siyasallaşması için bir ortam oluştu.

Hatta silahlı kuvvetler bu anlamda sivil idarenin emrine girdi.

Biraz daha ileri gidildi; askerin savaşma gücü de azaltıldı. Burada kritik bir detay da gizlidir; hani tavuk mu yumurtadan yoksa yumurta mı tavuktan çıktı kısır döngüsündeki gibi 1980 darbesinin yarattığı baskı ortamının PKK şiddetine dönüştüğü çok önemli bir etken olarak ifade ediliyordu.

Ancak uluslararası kamuoyunun da yakın takibinde olduğu gibi artık baskı yönünde tek bir haber duyulmaz oldu.

Bundan 10 yıl önce demokrasi adına talep edilen ancak konuşulması bile mümkün olmayan şeyler artık ülkemizin doğal gerçekleri haline geldi.

Üstelik Kürt Açılımını destekleyen bir iktidar vardır ve bu anlamda Türkiye’nin bütün ezberlerini bozan, değiştiren bir programa sahiptir.

Peki, bunun sonunda ortaya ne çıktı?

PKK askeri anlamda her geçen gün gelişti, güçlendi ve hatta morallendi. Bu yazının yazıldığı sırada resmi rakamlara göre 24 şehit verdiğimiz baskın bize göstermiştir ki; sayıca çok kalabalık gruplar halinde gelip sonuç alıcı eylemler yapabilmektedirler.

Dışarıdan bakıldığında askerimiz savunma pozisyonunda karakollarına sıkışmış birlikler durumuna düşürülmüştür.

Baskınların sonrasındaki kayıp sayısına göre de F16, Skorsky, Kobra’lardan oluşan hava birliklerinin dağları taşları döven sorti haberlerini takip edebiliyoruz.

Oysa aynı asker bundan on yıl önce bölgenin en caydırıcı gücü konumundaydı. Bugün dünyanın hiçbir yerinde düzenli orduya ait birlikler bir çatışmada bu kadar kayıp vermiyor. Bu çok düşündürücü bir gerçektir.

Yeni anayasa tartışmalarının yapıldığı sürecin hemen başında artan PKK eylemliliğini anlamak çok kolay değildir.

Ne istedikleri, nereye varmaya çalıştıkları ise sürekli karıştırılmakta, karmaşıklaştırılmaktadır.  

BDP ısrarla askere ve PKK’ye barış çağrısı yapıyor da “hangi ülke kendi sınırları içinde eli silahlı insanların dolaşmasına izin verir?” sorusunun cevabı karşısında susuyor.

PKK’nın dün yaptığı eylemin tek bir anlamı vardır.

Biz bu ülkede barış istemiyoruz. Silahlı gücümüzü ve manevra yeteneğimizi her geçen gün arttırarak bu topraklarda huzur bırakmadan sonuna kadar savaşacağız.”

Türkiye 1984 yılındaki ülke midir ki de hala o tarihte başlatılan eylem süreci terk edilmemektedir?

Bundan on yıl önce milliyetçiliğin ezilen-ezen ayrımı olmaz diye boşuna tartışmadık. Bugün PKK eylemliliğini Kürt milliyetçiliğinin gelişmesi, güçlenmesi ve kalıcı hale gelmesi üzerine inşa etmektedir.

1984 yılındaki eylemlilikle 2011 yılındaki eylemliliğin özündeki gerçek aynı değildir.

PKK, son 30 yılda bir türlü gerçekleşmesini başaramadığı ülke içindeki Türk-Kürt ayrımının keskinleşmesi ve çatışmanın yaşanması için çaba harcamaktadır.

Ve buradaki karanlık hesaplar yüzünden gencecik insanlar hayatlarını kaybetmektedir.

BDP bu anlamdaki rolünü ve misyonunu çok dikkatli belirlemek zorundadır.

Son olarak; Türkiye’nin bölgedeki yeri üzerine bir şeyler konuşalım.

Osmanlı İmparatorluğu’nu da eklersek bu coğrafyada yaklaşık 300 yıldır bir gerileme söz konusudur. Ancak tarihinin en zayıf düştüğü anında dahi bölgede belirleyici unsur olma özelliğini yitirmemiş bir Türkiye gerçeğinin farkına varmak gerekiyor.

Türkiye kendi gücünü, değerini, dinamiklerini nasıl kullanıyor bu çok ayrı bir tartışmadır.

Bununla birlikte içinde Türkiye’nin olmadığı bir hesabın bugün Ortadoğu’da hiçbir geçerliliği yoktur. Her kim nasıl bir oyun oynama amacındaysa bunu gerçekleştirebilmek için en az Türkiye’nin bölgedeki eşdeğer konumuna yakın bir yerde duruyor olması gerekir ki böyle bir gücü göremiyoruz.

Son otuz yıldır etrafımızda yaşanmış olan tüm süreçlerin içinde Anadolu bir yaşam ve nefes alma yeri olmuştur.

1980’li yıllarda Afganlar, 1980’li yılların ortalarına doğru Saddam’dan kaçan Kürtler, Sırpların faşizminden etkilenen Bosnalı, Hırvat, Kosovalılar, Filistinliler, Libyalılar, Suriyeliler, Afrikalılar…

Bu saydığımız ülkelerin hemen hepsi aynı süre içinde sürekli değişim yaşarken Türkiye çizgisi üzerinde yürümesini sürdürmüştür.

SSCB yıkılmıştır, Saddam, Kaddafi tarzındaki diktatörler tek başlarına fare deliklerinde yakalanmış ve öldürülmüştür.

Dünyanın hiçbir yerinde artık siyasi görüntüsü olmayan bir hareketin başarılı olma şansı yoktur. Adına ne derse desin buna PKK da dahildir.

Bu eylem PKK'nın bir akıl tutulması içine girmiş ve kalıcı barışın önündeki en büyük engelin yine o şiddeti başlatan örgüt olduğunu göstermiştir. 

 

 
Toplam blog
: 2033
: 1268
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

"Keyif verici bir yalnızlık" olarak gördüğüm yazma serüvenimin en önemli merkezlerinden bir tanes..