Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Nisan '15

 
Kategori
Felsefe
 

Platon’un İdealar Öğretisinin Ontolojik yönü

Platon’un İdealar Öğretisinin Ontolojik yönü
 

İdealar Mağarası


Platon Parmenides ve Sofist diyaloglarında idealar anlayışını ontolojik temelleriyle tartışmaya açmıştır. Platoncu ontolojide idealar nesnel özler olarak görülmüştür. İdealar tek tek varolanlardan ayrı, kendi başlarına aşkın bir gerçeklik alanını meydana getirmektedir. Görünmeyen ve maddi olmayan bu gerçeklik alanı beraberinde birçok sorunun sorulmasına da sebep olmuştur. Öncelikle ideaların içinde yaşadığımız tek tek varolanların dünyasıyla ilişkisi nasıldır? Sonra eğer varsa birbirleriyle ilişkileri nasıldır? Yine bu özler dünyasının Tanrıyla ilişkileri nasıldır? Bu ve buna benzer sorular Platon’un yukarıda sözü edilen diyaloglarda araştırmalarının itici gücü olmuştur. Platon duyusal tecrübelerimiz için kurmuş olduğumuz dili bu aşkın ve metafizik alana uyarlamakta bir hayli zorlanmıştır. Anlatımında dilin sınırları sözcüklere verilmiş yeni anlamlar ya da çeşitli metaforlar ve yine mitler yoluyla genişletilmeye çalışmıştır. İdealara ilişkin araştırması şu belirlemeleri yapmamıza izin vermektedir: Öncelikle Platon idealardan söz ederken onların ayrı bir alanda varoldukları yolunda imalarda bulunmuştur. Örneğin Phaidon diyaloğunda ruhun ölümsüzlüğü düşüncesini incelerken ruhun bedenle birleşmesinden önce aşkın bir alanda bulunduğu ve orada kalıcı tözleri yani ideaları temaşa ettiği yolunda ifadeler de bulunmuştur. Ruhun doğumdan önce bulunduğu bu varolma hali bu dünyada unutulmuş olan, ruhun oradayken temaşa ettiği ideaları hatırlamasına kaynaklık etmektedir. Böylece aslında birbirine tam olarak eşit olmayan iki sopaya eşit dememizi sağlayan şey, ruhun doğumundan önce temaşa etmiş olduğu mutlak eşitlik ideası olmaktadır.
 
Platon idealar hakkında konuşurken yukarıda da görüldüğü gibi onların duyulur dünyanın nesnelerinden ayrı, aşkın bir alanda varolduğu yolunda imalarda bulunmuştur. Ancak burada temel bazı sorunlar vardır. Çünkü idealar aslında ‘bir yerde’ olamazlar. Yine duyulur nesnelerin dışında olduğu kadar içinde de olmalıdırlar. Çünkü duyulur nesneler ancak idealardan pay almakla varolabilmektedirler. Onlar özdürler ve böylece maddi değildirler yani cisimli değildirler ve cisimli olmayan bu özler böylece bir yerde varolamazlar. Böylece onların ayrı bir yerde ve mekanda oldukları yönünde bir sonucun çıkarılamayacağı açıktır.
 
Yine ruhun doğumdan önce varolması yönündeki Platon’un görüşü de temel sorunlar içermektedir. Nitekim konuya Platon’un yaklaşımı da onun dehasını gösterecek denli ilginçtir. Ruhun doğumdan önceki varoluşuna ilişkin ifadelerinin ardından şöyle der Phaidon diyaloğunda Platon’un Sokrates’i: “Şimdi bütün bu şeylerin tıpkı anlattığım gibi olduklarını gönül rahatlığı içinde öne sürmek sağduyu sahibi bir adama yakışmaz. Ancak ruhlarımızın doğası ve onların oturdukları yer, ruhun ölümsüz olduğu gösterilmiş olduğu için, ya benim söylediğim gibidir ya da söylediğim şeylere çok benzemektedir.” (Platon, Phaidon, 114d 1-2) Platon genellikle mümkün bir açıklamaya ulaşabilmek için mitlerden yararlanmaktadır. Bu mitler bilimsel ciddiyet açısından sakıncalı olsa da dilin sınırlarıyla karşılaşıldığı yerlerde anlaşılırlığı sağlama açısından oldukça kullanışlı olmaktadırlar.
 
Platon, Phaidon diyaloğunda hakikate bedenin duyuları aracılığıyla değil ancak sadece akıl aracılığıyla ulaşılabileceğini söylemektedir. Çünkü sadece akıl gerçek varlıkları yani ideaları kavrayabilir. Bu gerçek varlıklar şeylerin özleridir. Bunlar güzel, iyi, büyük şeyler değil ancak güzelliğin kendisi, iyiliğin kendisi, büyüklüğün kendisidirler. Bu özler daima aynı kalırlarken bunlardan pay alarak varolan şeyler yani tek tek duyu nesneleri aynı kalmazlar ve daima değişim halindedirler. İdealar kalıcı tözlerdir. İdealar renksiz, şekilsiz ve dokunulamaz ve sadece akıl (ruhun) gözüyle görülebilen asıl varlıklardır. Onlar evrensel gerçeklikler, tümel kavramlar tarafından imlenen asıllardırlar. Bu dünya yani içinde yaşadığımız duyulur şeylerin dünyasıysa değişim içinde olan ideaların kopyalarından ibarettir.
 
Platon Devlet diyaloğunda filozofların her şeyin özünü bilmekle yükümlü olduklarını söylemektedir. Filozof bireysel şeyler çokluğunu değil ideaları bilmenin peşindedir. Var olmayan bilginin konusu ya da nesnesi olamaz. Oluş içindeki şeyler gerçek bir varlığa sahip değillerdir. Gerçek varlık idealardır. Filozofun bilgi nesnesi varlıktır. Burada Platon felsefesindeki Parmenidesçi eğilimler açıkça görülmektedir. Platon Devlet diyaloğunda iyi ideasına ayrıcalıklı bir konum vermektedir. İyi güneşe benzetilmiştir. İyi tıpkı güneş gibi ışığı doğanın nesnelerini herkes için görünebilir kılan kaynaktır. Onlardaki değer ve güzelliğin kaynağı olarak görülmüştür. Platon iyinin bilgi nesnelerine varlık verdiğini, her şeyi kapsayan temel ilke olarak birleştirici ve üstün idea olduğunu ifade etmiştir. İyi böylece aynı zamanda ontolojik ilkedir. Şimdi Parmenides diyaloğundaki tartışmalara bakarsak bu tartışmaların genellikle temel ontolojik sorunlar çerçevesinde sürdürülmüş olduğunu görürüz. İdeaları daha derin bir biçimde anlamaya ve analiz etmeye çağrılırız. Diyalogda tartışan taraflar Parmenides, öğrencisi Zenon ve Sokratestir. Diyalogda tartışılan ilk temel sorun Sokrates’in hangi ideaları kabul etmeye hazır olduğudur. Sokrates benzerlik, bir, çok, doğru, güzel ve iyi idealarını ve benzerlerini öne sürer. Ancak Sokrates bu ideaların arasına insan, ateş, su benzeri ideaları katıp katmamakta kararsız kalmaktadır. Dahası kıl, çamur, kir gibi şeyleri idealar saymak konusunda olumsuz bir yanıt vermektedir. Ancak Sokrates içine düşmüş olduğu güçlüğün farkındadır ve bir idea olmaksızın hiçbir şeyin varolamayacağı yolundaki inancıyla bu son söylenenlerin çelişmekte olduğunu bilmektedir.
 
Diyalogda tartışılan bir diğer sorun ideaların birbirleriyle ilişkileri ve yine tek tek varolanlarla ilişkileri sorunudur. Örneğin her bireysel insandan ayrı olan bir insanlık ideası bulunuyorsa bu ideanın bireysel insanları var kılan ilişkisi ne biçim bir ilişkidir? Bununla şunu demek istiyoruz: İnsanlık ideası her bireysel insanda bütün olarak mı bulunmaktadır yoksa parça olarak mı? Yine bireysel insan ile insanlık ideası arasında bir benzerliğin kabulü halinde, bu benzerliğin nedenini açıklamak istediğimizde üçüncü bir insan ideası kabul etmemiz gerekmeyecek midir? (Bu Aristoteles’in hocasının görüşünü eleştirirken yararlandığı ve adına ‘üçüncü adam kanıtı’ denilen itirazdır. Görüldüğü gibi hoca, öğrencisinden önce sorunun yeterince farkındadır). Böylece Parmenides diyaloğu bireysel nesnelerle idealar arsındaki ilişkiler sorununu tüm yönleriyle ele almaya çalışmaktadır. Sokrates bireysel nesneler ve idealar arasındaki ilişkiyi tek tek her bireysel nesnenin ideadan pay alması (meteksis) olarak ve aynı zaman da tek tek her bireysel nesnenin ideayı taklit etmesi, kopyalaması olarak anlamaya çalışır.
 
Ancak bu cevap bir başka sorunun ortaya konulmasıyla derinleştirilir: Tek tek her nesne ideanın bütününden mi, yoksa onun ancak bir parçasından mı pay almaktadır. Bu soruya verilecek yanıtların kendisi de önemli soruları ortaya çıkarmaktadır ve Parmenides’in ağzından bu sorular Sokrates’e yöneltilir. Eğer ilki yani her nesnenin tek tek ideanın bütününden pay almış olduğu kabul edilirse o zaman idea kendisi bir olmasına rağmen birçok bireyde bütünüyle bulunacak ve böylece bir değil çok olacaktır. Eğer ikincisi yani ancak bir parçasından pay aldığı kabul edilirse o zaman da idea parçalı ve bölünebilir olduğundan bir olmayacaktır. Her iki durumda çelişkilere yol açmaktadır.
 
Burada Parmenides diyaloğunda idealar öğretisine yapılmış itirazların her birini tek tek ele almayacağımızdan en azından yukarıda ortaya atılan sorulara bir yanıt verilip verilmediğini araştırabiliriz. Platon bu soruları yanıtsız bırakmaktadır. Ancak Parmenides hiçbir zaman idealar dünyasını yadsıma yoluna gitmemektedir. Çünkü böyle bir yadsıma felsefi düşünüşün de rafa kaldırılması anlamına gelecektir. Yapılacak iş öğretinin yadsınması değil, ancak yetkinleştirilmesidir. Sorunlar Parmenides diyaloğunda çözülmezler. Ancak ortaya atılan güçlükler bu öğretinin terkedilmesi değil geliştirilmesi gerektiğini gösterirler. İdealar öğretisinin ontolojik temeller üzerinde tartışıldığı bir diğer diyalog Sofist diyaloğudur. Sofist diyaloğundaki ilk tartışma Sofist’i tanımlamayı talep eder. Ayrıntılı bir bölümleme süreciyle Sofist tanımlanmaya çalışılır. Ancak aslında temel sorun ideaların aynı zaman da hem bir hem de çok olabileceklerini ortaya koymaktır. Örneğin ‘hayvan’ bir cinsi adlandıran kavram olarak ideadır ve birdir. Ancak aynı zamanda çoktur çünkü içerisinde İnsan, kedi ve benzeri alt türleri kapsamaktadır ki bu türlerinde her biri bir ideadır. O halde idealar arasında da bir pay alma ilişkisi mümkün gibi görünmektedir. Ancak bir ideanın diğer bir ideadan pay alması herhangi bir varolan bireyin bir ideadan pay almasıyla aynı değildir. Çünkü birey ideaya katılmakta ve karışmaktadır. Oysa idealar arasında ‘Bir’ ideasının en üstte olduğu bir hiyerarşi vardır. ‘Bir’ ideası her şeye yayılır. ‘Bir’ en tepededir çünkü bir kavram ne kadar soyut ise varlık bakımından o ölçüde zengindir. Daha sonra öğrencisi Aristoteles bu görüşün tersini savunacaktır. Sofist diyaloğunun içerdiği pek çok sayıdaki zengin ve güç tartışmayı ele almak ayrı bir kitap ya da hatta kitaplar kaleme almayı gerektirir. Bu diyalog tüm zenginliğiyle Platon ontolojisinin temel taşlarından birini oluşturmuştur. İdealar arasındaki hiyerarşinin tüm yönleriyle incelendiği bu diyalog başlı başına bir ders konusu oluşturur. Ancak burada bir başka önemli tartışmayı ele alarak Platon konusunu kapatmak istiyoruz. Bu, dersin başında sözünü ettiğimiz ideaların yani özlerin Tanrıyla ilişkisi sorunudur.
 
Platon’un yaşlılık dönemi diyaloglarından Timaios’ta kosmoloji sorunları çerçevesinde Tanrı ve idealar arasındaki ilişkilere eğilmiştir. Platon evrenin yapıcısından söz etmektedir. Ona Demiurgos adını vermektedir. Demiurgos aklın evrendeki hakimiyeti ve işleyişini gösteren bir simge olarak yorumlanabilir. Evrenin yapıcısını bulmak güç olduğu gibi ondan insanlara söz etmekte güçtür. Ancak dikkat edilmesi gereken nokta Demiurgos’un evrenin mimarı olarak konumlanmasıdır. Platon mektuplarında evrenin babası ile onun mimarı olan Demiurgos’u birbirinden ayırmıştır. Evrenin babası Demiurgos değildir. Baba ‘Bir’ olandır. O ideaların kaynağıdır. İdealar ‘Bir’den çıkmaktadır. Demiurgos evreni bu idealara uygun bir biçimde inşa etmektedir. Ancak kendisi onların kaynağı değildir.
 
Platon Timaios diyaloğunu onun önceki diyaloglarında rastlayamayacağımız pek çok yeni ve zengin düşünceyle donatmıştır. En önemli yeniliklerden biri klasik bilgi ve varlık anlayışını oluşturan iki türe, yani idealar ve görünüşler dünyasının yanına bir üçüncü türü (triton genos) eklemesidir. Bu üçüncü tür ne idea olan ne de görünüş olan ancak hem idea gibi olan hem de görünüş gibi olan Khora’dır. Bu tuhaf düşsel tür metaforlar aracılığıyla anlaşılmaya çalışılacaktır. Kap, yatak (nehir, dere hatta döl yatağı) anlamlarına gelen bu tür bu gün ‘mekan’ başlığı altında ele alınmaktadır. Bugün bu konudaki en önemli incelemelerden biri Fransız filozof Jaques Derrida tarafından ‘Khora’ başlıklı eserinde yapılmıştır.
 
Rüzgar Yılmaz
 
Toplam blog
: 31
: 2969
Kayıt tarihi
: 17.05.12
 
 

Eleştiri, Metafizik, Filozoflar, Bilim, Teknik, Satranç, Antikçağ, Dinler ilgi alanlarıdır. ..