Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Mayıs '21

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Plüton

Özellikle pandemiden sonra en çok yazılan-çizilen konular astroloji, kişisel gelişim ve mistisizm diyebiliriz. Uzmanlar, astrolojik etkilerin birçok alanda bizleri etkilediğine vurgu yapıyor. Gezegenlerin hareketlerinin insan yaşamının üzerinde bazı etkiler yarattığı söyleniyor. Örneğin; Mars’ın tesirleri kavga, şiddet ve gürültüdür. Plüton ise yok edici özelliklere sahiptir. KAHHAR ismi de kendini yok etme etkisine sahip, ama Allah kendini yok etmez! Venüs ise VEDUD isminden yani ruhun derinliklerinden gelen bir özelliktir. Bunların burçlardan geldiği söylense de aslında evrensel manada ‘data ve bilginin’ yansımalarıdır. Allah'ın Esması’nın, ‘data ve bilgi formuna geçişi’ bununla beraber VEDUD isminin 2D olarak görünmesidir. Data ve bilginin özü salt sevgidir. Bu sevginin alt notaları da insanların birbirini sevmesi, kızmadan/kızdırmadan yaşaması, egosuz, bir bütünlük içinde hayatlarına devam etmesidir. İşte bu alanda gerçek bir SEVGİ yaşanır. Neden insanlarda sevgi var, hiç düşündünüz mü? Örneğin parayı, alkolü ya da kumarı tutkun şekilde sevenler var. Herkesin beğendiği ve taraf olduğu birtakım şeyler de... Her çirkinde bir güzellik, her güzellikte de bir çirkinlik vardır. Çok güzel şeylerin dahi arka planında yanlışlık ve sapmalar olabilir ama HEP SEVGİ GALİP GELİR. Sevgi çok önemlidir; Venüs’ten aldığımız etkiler beynimizde açılım yaptığında düşmanımızı bile sevebiliriz. Hz. İsa'nın “düşmanını dahi sev” sözünü bu noktada hatırlamakta fayda var. O’nun söylediği şeyler VAHİY kapsamındadır. Bu özellikleri ortaya koyanın “Esma kompozisyonu” olduğunu düşündüğümüzde Onu sevmemek, zaten ‘kendimizi sevmemektir’. Kendisini sevmeyen ailesini, ailesini sevmeyen toplumlar arasındaki bağlantıları da sevemez.

Kopukluk içinde olanlar mutlak bir eleştiri hali içinde yaşar. Eleştiri içinde yaşadığımızda, ‘beyindeki şartlar ve koşullar’ kesinlikle dalgalanmaya sebep olup bizleri kendini bilmekten yoksun bırakacaktır. Fakat ‘var olanın sadece kendi olduğu’ idrakiyle yaşayan için kendini bilmek o kadar önemli değil! Ama kendini bilmeyen için bu durum önemlidir! Dolayısıyla bir insanın kendi ruhunu bilmesinin yanı sıra onu yaratan ve var eden o evrensel ruhu da bilme zorunluluğu vardır. Bazıları daha kendi ruhu ve ruhunun canlılığından haberdar değil. Manyetik alan çekildiği zaman bedenin öleceğini bilmeyen biri, ruhu nasıl bile bilir ki…  Dolayısıyla Fetih Suresi 23. ayetinde vurgulandığı gibi: “Sunnetallâhilletî kad halet min kablu, ve len tecide li sunnetillâhi tebdîlâ (tebdîlen).- Bu süregelen Sünnetullâh'tır! Sünnetullâh'ta asla değişme bulamazsın!” hükmü gereğince bazı noktalar somutlaşmıştır. Yeryüzü seması olduğu gibi ‘beyinde de kat kat semalar’ mevcuttur. Dışarıda gördüğünüz semalar; Ay'dan başlayarak, Merkür, Venüs, Dünya, Mars,Jüpiter, Satürn,Uranüs,Neptün ve Plüton’dur. Jüpiter'i Güneş Sisteminin planeti olarak düşünemeyiz. İnsanlık yaşadığı müddetçe Jüpiter oradadır. Ancak varlık koptuğunda zaten planetler veya evren diye bir şey de kalmayacak.

Doğruya itaat İslam’da olur. O noktada Rabbine asi olmamaktan kaynaklanan ve her şeyi kabul etmek anlamına gelen bir secde hali vardır. Bu noktayı anlamayan insanla tartışmamalıyız! Birtakım şeyleri araştırırken, Hz. Muhammed’in Kur’ansal açıklamalarına ve değerlerine bakarak o olaylara değer biçelim. Eğer orada sadece data/bilgi varsa onlar çöp bilgilerdir.

Sistemleri yaratan Allah’tır. Bu sistemlerde “şartlanmalar ve değer yargılarına” bağlı olarak yaşamak söz konusu değildir! Günümüzde hala düğünlerde gelin alınması gibi birçok alanda geleneksel birtakım adetler ilkel çağdaki insanlarda olduğu gibi devam ediyor. Bunlar hoşgörüyle karşılanır fakat HAKİKATte hiçbir değeri yoktur!  Eğer ‘birim yok’ diyorsak ‘kader, yazılım veya Esma terkibi neden var?’ konusu sorulabilir. Esma terkibinin oluşturduğu şartlar bize ne anlam katıyor, nasıl değer kazandırıyor, yaşantımıza nasıl yön veriyor? Zamanı gelince hepsinin cevabı bize ulaşır.

Zaman AN içinde olan bir tanım. Eğer o zamanı beklersek, hiçbir zaman gelmez! Bu AN hiç umulmadık bir yerde, yemek yerken duş alırken, tiyatroda, sinemada, sevgilimizle en özel anımızda, kavga ederken veya en dipteyken yaşanabilir. Bazen camide yaşayamadığımız bir açılımı Kilisede, Havrada veya Sinagogta yaşayabiliriz. Allah ‘zamandan ve mekândan’ münezzehtir.

Caminin anlamı: “cem etmek, toplanmaktır.” Toplanmak, birlik algısına sahip olmaktır. Birimde oluşan bazı koşullar var. İnsanlar esas bilgiye ulaştıktan sonra eski bilgilerini geride bırakarak yola devam edebilmelidir. Bu geldiğimiz noktayı gözden kaçırırsak, geleceğimiz nokta da bizi unutup siler! Çünkü geleceğimiz nokta muammadır. Sonsuz ihtimaller olan yaşamda ‘öncelikli bir hayatı’ benimseyenler daima yanılır. ‘Her an yeni bir ŞANda olmak ve ANı yaşamak’ önemlidir. ANı yaşamak ne ileri ne de geriye dönmektir. Dolayısıyla Allah kavramıyla işaret edilene ‘AN ile yaklaşım yapmak’ gerekir.

Akılcı olmalıyız. Buradaki ‘akılcı ve tutarlı’ sözlerini günlük yaşantımız için kullanıyorum. Ancak bazen tutarsız olarak düşündüğümüz şeylerin daha sonraki aşamalarda tutarlı şeyler olduğu ortaya çıkabilir. En azından bu noktada biraz sabırlı olmalıyız. Olayları ‘kişisel yaklaşımlarla ortaya koymadığımız zaman’ İMAN devreye girecektir. İmanı geçen noktayı bilmediğimiz yerde, bir teslimiyetle olaya yaklaşabilmeliyiz. Dolayısıyla İMAN SEVGİDEN ÖNCE GELİR. Sevmekle beraber iman da gelir.  Hz. Resulullah; ‘iman etmedikçe cennete giremezsiniz; birbirinizi sevmedikçe de (kamil manada) iman etmiş olmazsınız.’ diyor. Bu hadisi baz alarak önce iman ve bunun devamında ancak bir sevginin olabileceğini söyleyebiliriz. Sevgi; bütün olayları akıldan daha önce daha mantıklı bir şekilde çözer, hem de daha net bir şekilde… 

Buralara iyi dikkat edin; sizlere ezber, taklidi, kalıplaşmış, tekrar edilen şeyler yazmıyoruz! Tekrar olmayan sohbet ortamlarında bulunmayı ve oradaki sohbetleri dinlemeyi tercih edin.

Bu sohbetler, çalkantılı bir hayattan çıkmak veya çölde susuz kalmışken bir anda bir su kaynağına erişmek gibi bizlere yardımcı olacaktır. Allah bizi de düşüncelerimizi de biliyor. Şu ANda öyle insanlar var ki bizi istediğinde tahlil ediyor, bunu yaparken de düşüncemizi tahmin ediyor.  Herkes böyle olabilir. Bu özellikler sevgiyle var olur. Sevgi ya da iman bunları oluşturmuyor. Hakikati yaşayanda ‘sevgi, iman ve yakiyn hali’ vardır. Bu olaylar ‘birbirini trenin lokomotifi gibi takip eder’ şeklinde bir yaklaşım yapmak yanlış olacaktır. Allah’ın zatı, sıfatları, esması ve fiillerini bir bütün olarak değerlendirmeliyiz. Bu olguları birbirinden ayırdığımızda şirk dolu bir yaklaşım olacaktır. Yani bizim “Allah’ı anlamlandırmalarımızda” dahi böyle bir şirk anlayışı vardır. ALLAH’TA ŞİRK OLMAZ! Allah kavramını, ZATını, ve HİÇlik noktasını; Sıfatlardan, Esmadan ve Efalden ayırdığımız zaman şirk başlıyor. Her türlü gizli ve açık şirk, bölüp parçalara cüzlere ayırdığımızda oluşuyor. O birbirinden ayrılmaz TEK bütündür. Hakikat; sevgiyi imandan, imanı da TEKten ayırmadan yaşanır. Onlar zikrederler fakat onların zikirleri ticaret hayatına engel teşkil etmez. Çünkü onlar her şeyi bütünle yaşıyordur. Örneğin Fettah, Basir ve Mürid zikirlerini birine çekmesi için önersek; o kişide idrak olmazsa neyi anlayacak ve neyi irade edebilecek? Mürid ismi halim, selim olmak için çekilir. Fakat bazı hallerde Mürid ismi egosal davranışları da ortaya çıkarır. Dolayısıyla onları kesmek için Halim de önermek lazım.  Görsel boyutta olanları tespit için, Semi ve Basir isimlerini de eklemekte fayda vardır. Bu dört Esma zikri başlangıç için uygundur.

Sistemlerde insan yaşamları, yaşam tarzları var. Onlara uymak gerekir, yazılım neyse odur. Örneğin “ben Bodrum’da kalmam” diye düşünürken bir seneye yakındır buradayım. Dolayısıyla böyle bir yaşantının esas alınması gerekir. Birim diye bir şeyin olmadığı yerde ‘ben yapıyorum yaşamı olamaz’. Ancak bu noktada ‘ben yokum’ diyebiliriz. Bu felsefe batı felsefesi değil, tasavvufi felsefedir. Keza batı felsefesiyle uğraşan insanlar da bugün yokluktan bahsediyor. Felsefe insanın kendisiyle uğraşması sonucunda bir noktaya gelmesidir. Dolayısıyla kesin olarak YOKUM hükmünün felsefeyle çıkması muhtemeldir. Einstein, matematiksel olarak bunu yapmıştır ama ‘zaman izafidir’demiştir. Zaman izafi olduğuna göre mekân da izafidir aslında. Bu anlayışa göre her şeyin aslı enerjidir. Beyinlerin ‘insan suretiyle yapılan birtakım yaklaşımlarla değiştiğini’ düşünenler hakikaten çok gafildir ve gaflettedir. Dünyada yapılan bazı araştırmalarda yalnızca Müslümanların şirketlerinin değil diğer şirketlerin de detaylandırılmış anketlerinde Hz. Muhammed bir numaralı insan beyni olarak kabul ediliyor. Bu Hristiyan aleminin tarafsız bakış açısıyla elde edilen bir neticedir. Dolayısıyla insan; sadece işinin detaylarını çok iyi bilen bir mühendis ya da doktor olup tıbbın getirdiği özellikler sayesinde tahlillerle ilgili sonuçlara varabilen demek değildir. Bu tarz insanların hislerle ilgili en ufak bir kıpırdaması kalmamıştır. Yapaydır, plastiktir robottur. Çünkü heyecanı kalmamıştır, yaptıkları hormonal yapısıyla ilgili şeylerdir. İşte bir olay taklidi yaşandığında yani bizden değil de bir uzmandan çıkınca onun tecrübelerini kafamızda şekillendirip, kurgulayıp, o isim altında toplayıp o kişiye ya da o olaya yönlenmeye başlıyoruz. Sonra o kişiyle beynimizde kavga eder hale geliyoruz. Bu hale geldikten sonra artık o girdaptan bir türlü kurtulamıyoruz. Gündüz ne işle uğraşıyorsak gece de onunla ilgili rüyalar görüyoruz. Çok ender insanların gördüğü rüyalar Rahmani çıkışlıdır. Rahmani oluşlar ve Rahmani rüyalardaki frekanslar ayrıdır. Rahman’ın frekansını algılayamayan Rahmani rüyaların frekansını da algılayamaz. Freud’un dediği gibi ‘gündüz olan olayların gece yaşanması’ şeklinde devam eder. Ama sadece hayat bununla sınırlı değildir. Dolayısıyla muhteşem bir örüntü armonisi içerisinde bir görüntü var. Görebildiğimiz ve algılayabildiğimiz bir evren dışında, bilinmeyen ve görünmeyen evrenler de mevcut. O evrendeki güç kaynağı neresi? ‘Herhangi bir yerde’ dediğimizde yapılan Mirac, Mirac değildir. Mirac; derinlik ve boyutsallıkla yapılan ve o orijin noktanın bugünkü müspet ilimle Allah ilmine ve kuantum potansiyele yapılanmasıdır. Orada zaten ‘insanın kişiliğinin yokluğu’ var. Kişilik ve yokluk yaşam modelini ortaya koymuşsak her noktada zaten Onun varlığı vardır. Bir O var ve o noktadan açığa çıkan şeylerin var olduğunu düşündüğümüzde kendimizi SURET olarak kabul ederiz. Bu gibi yaklaşımlara sahip olmamız en büyük günahtır. Zina yaparsanız, zorla birinin malını yerseniz belki Allah affeder. Fakat Allah; Onun kendi hakkını, kendi sahip olduğu aidiyeti, mülkiyeti itibariyle var olduğu noktada bunun paylaşılmasını kesinlikle istemez. Bu mantıken doğru değildir, anlamına geliyor. Örneğin bir dükkânın tamamı senin ama ben diyorum ki ‘bu dükkânın ön cephesinden bir bölüm alacağım’. Böyle bir parçalanma olmaz, çünkü O bir bütün. ‘Başı ve sonu olmayan’ evren de bir bütündür. ‘Biz çok beğendiğimiz yerlerinden bir şeyler alacağım’ diyoruz, işte bu olmaz! Bu İLAHLIK denen kavramı oluşturur.

Yaşamda bir bütün olduğumuzun bilinciyle, iman ve sevginin açığa çıktığını yaşamak nasip olsun.

Sevgilerimle

 

Ahmed F. Yüksel

 

 Bodrum- Milas 30 Mayıs 2021

https://twitter.com/ahmedfyuksel

https://www.instagram.com/ahmedfyuksel

https://www.facebook.com/ahmedfyuksel 

 
Toplam blog
: 636
: 9957
Kayıt tarihi
: 14.12.11
 
 

Araştırmacı Yazar.. ..