Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Ağustos '14

 
Kategori
Yoga / Meditasyon
 

Pol...

Pol...
 

İki haftadır nerelerdeyim? İki haftadır hayatımın en zor dönemlerinden birini geçiriyorum. Tatildeyim. Yaşadığım şehirden kilometrelerce uzaktayım. İnzivadaydım diye de düşünebilirsiniz. Çok iyi vakit geçiriyordum. Kendime zaman ayırıyordum. Yazılarımı yazıyordum. Kitap okuyordum. Sahilde kimi zaman yürüyordum kimi zaman ise bisiklete biniyordum. Yüzüp sörf yapıyordum. Gerçekten de ihtiyacım vardı böyle bir tatile. Gece hayatına fazla katılmadan, dinlenerek ve içime dönerek... Ta ki iki hafta öncesine kadar...
İki hafta önce emektar köpeğim rahatsızlandı. Daha önceki bir yazımda da bu konuya değinmiştim. (Bu yazıya http://burcuyircali.wordpress.com/2013/11/03/neden-kaybetmekten-korkariz/ linkini tıklayarak ulaşabilirsiniz) Dedim ya, yaşadığım şehirden kilometrelerce uzaktaydım ve köpeğimi arabaya bindirip o halde kendi veterinerine götürme imkânım da yoktu. Bulunduğum sahil kasabasında bir veteriner buldum ve köpeğimi ona götürmeye başladım. Köpeğim çok yaşlı olduğu için bedeni artık iflas ediyordu. Bir yeri düzeltelim derken bir yeri bozuyorduk. Ama tabii ki vazgeçmedik. Her şey kuru mamasını yememesiyle başladı. O günlerde hava da iyice ısınmıştı. Nem de cabası. Bir de yemekten kesilince, karaciğer ve böbrek sorunları tekrar baş gösterdi. Veterinerde serum vermeye başladık. Hatta veteriner bana da öğretti. "Her gün on beş yirmi dakikalık bir yolu getirip bu köpeğe eziyet etme ve yorma. Bak çok basit. Böyle yapacaksın" diyerek bana serum takıp çıkarmayı gösterdi. Köpeğime de ne seviyorsa onu yedirmemi tavsiye etti. On günlük süreç böyle başladı.
Her sabah erkenden kalkıp köpeğime serum bağlıyordum. Serum sonrası gezdiriyordum. Bu arada onu sevdiği yemeklerle beslemeye başladım. Baktım toparlıyor. Serum iyi geldi. Su içmeye ve yemek yemeğe başladı. İçimden "üçkâğıtçı köpek. O kötü mamaları yemiyorsun da tavuk, et, poğaça, simit yiyorsun" diye söyleniyordum.
 
Ancak geçici bir iyileşmeymiş. Köpeğim su içmeyi kesti ve ben serumu sabah akşam vermeye başladım. Yemeğini de tabağının içinden yiyemediği için kalaylı kâğıt üzerinde burnunun dibine getiriyordum. Ancak öyle yiyordu. Kimi zaman da elimle besledim.
 
Günler birbirini kovalıyordu. Bir gün dışardan geldiğimde dört ayağı yanlara açık vaziyette yığılmış buldum köpeğimi. Ağlıyordu. O kadar korktum ve üzüldüm ki! Ben de onunla birlikte ağlamaya başladım. Kucağıma aldım, sevdim, okşadım, öptüm, güzel sözler söyledim. Sakinleştirmeye çalıştım. Yemek yemeğe devam ediyordu ama su içmiyordu. Karaciğer ve böbrek değerleri yüksek olduğu için de bol su içmesi gerekiyordu. Ara ara zorla su içiriyordum. Bu arada eşimi çağırdım. O yaşadığımız şehre geri dönmüştü. Bu gidişatın sonu belliydi. O yüzden onun da yanımda olmasını istiyordum. Beş gün sonra gelecekti.
Son iki gün çok sıkıntılı geçti. Eve geldiğimde köpeğimi baygın buldum. Su içiremedim, yemek yediremedim. Hemen veterinere götürdüm. Ateşi yükselmişti, vücudunda enfeksiyon vardı ve bilinci kapanmıştı. Biraz serum ve ilaçla hayvancığı rahatlatmaya çalıştık. Biraz da uyuşturucu verdi doktor geceyi rahat geçirelim diye. Eve geldiğimde, köpeğim sanki ayılmıştı. Ya da ayılmamıştı ama hiç durmadan ağlıyordu. Sanırım çok acısı vardı. Tüm gece sevdim, okşadım, öptüm, güzel sözler söyledim. Bir ara uyandı ve yemek istedi. Sabaha karşı yemek yedirdim ona. Su içirdim.
 
Ertesi sabah veterinere gittik. Köpeğim sürekli ağlıyordu. O ağladıkça ben de ağlıyordum. İçim parçalanıyordu. Eğer son dönemlerin böyle geçeceğini bilseydim, hiç köpek sahibi olur muydum diye düşünüyordum. Ben ağladıkça veteriner bana: "Aslında siz biraz sakinleştirici kullansanız" diyordu. Biliyordum, artık köpeğin son günleriydi. Ama eşimin gelmesine daha üç gün vardı. Veterinerden köpeğimi üç gün daha yaşatmasını istedim. Köpeğimiz eşime daha düşkündü. Onunla aralarında özel bir bağ vardı. O yüzden eşim mutlaka yanımızda olmalıydı. Veteriner, köpeğime uyuşturucu verdi biraz uyusun diye. Çünkü farkındaydı; köpek artık yaşam belirtisi göstermiyordu. O sabah serum verilirken ellerimle biraz daha besledim onu. Sevdim, okşadım…
 
Eve geldiğimizde, köpeğin soluk alışverişi bile değişmişti. Çok zorlanıyordu. Sanki üç gün daha yaşatmak için hayvana eziyet ediyordum. Dayanamadım. Eşimle konuştum. O karar hayatımda verdiğim en zor karardı. O anda kuzenim devreye girdi. Daha sakin olduğu için o konuştu eşimle. Hayvana eziyet ettiğimizi, artık huzura kavuşturmak gerektiğini söyledi. Eşim de kabul etti.
 
Öptüm, kokladım, sarıldım, sevdim, okşadım, vedalaştım... Ve ruhu huzura kavuştu. O beden artık o ruhu taşımıyordu. Ruhun uçması ve özgürleşmesi gerekiyordu. Ve ruhu özgürleştirdik. "Savasana" (derin gevşeme ve dinlenme pozisyonu) misali...
Bu yazıyı yazarken neden böyle oldu diye düşünüyorum. Neden yalnızdım? Neden tüm bu sorumluluğu tek başıma yüklenmek zorunda kaldım? Sanırım biraz büyümem gerekiyordu. Biraz olgunlaşmam. Ölümü bu kadar yakından yaşamam. Hayatın dualitesini (zıtlıklarını ve ikiselliğini) fark etmem. Ölümü de yaşam gibi kabullenmem. Yaşam varsa ölüm de var. Derslerimde ve yazılarımda sürekli bu konulardan bahsetsem de, teori başka uygulama başkaymış. O kadar kolay kabullenilemiyormuş. Ne olursa olsun, o bedene, o ruha bağlanıyormuş insan. Hep yanında olsun istiyormuş. Hep yanında olacağını, ömür boyu birlikte olacağını düşünüyormuş. Tüm bu yaşadıklarım bana başka ne mi öğretti? Bağlarımı kesmeyi öğrenmem gerektiğini. Bağımlı olmamam. Bağlılıklarımı gözden geçirmem ve kendimi biraz özgürleştirmem. Her ne kadar bağlarımı kestiğimi, bağımlılıklarımdan kurtulduğumu ve bağımlı olmadığımı düşünsem de, aslında ne kadar da bağlı ve bağımlı olduğumu... O gün ben ne yaptım? Köpeğimin ruhunu özgürleştirdim. Onunla bağlarımı kopardım çok acı da olsa. Şimdi sıra kendi bağımlılıklarımdan kurtulup bağlarımı kesip kendimi biraz özgürleştirmek de...
 
Toplam blog
: 201
: 432
Kayıt tarihi
: 08.05.13
 
 

Uluslararası Yoga Alliance onaylı hatha, vinyasa, yin ve prenatal yoga eğitmeni... Hayata bambaşk..