Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Nisan '12

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Porto - Farklı bir şehir ve Porto Şarabı

Porto - Farklı bir şehir ve Porto Şarabı
 

Porto şehri, Portekiz’in oldukça kuzeyinde, Rio Douro nehrinin ağzında bulunuyor. Bu açıdan Lizbon ile benzeşiyorlar. Porto, ülkenin en önemli endüstri noktası. Tarihi şehir merkezi ve Porto’nun yer aldığı Alta Douro Vadisi, 1996 yılında Unesco tarafından Dünya Mirası Listesi’ne alınmış.
Porto’nun en tanınmış markası, FC Porto spor kulübü ve Porto Şarabı. Bu çok özel şarap için yetiştirilen üzüm çeşidi, Rio Douro nehri boyunca yer alan üzüm bağlarından elde ediliyor ve 1756’da çıkarılmış bir yasa ile Porto Şarabı’nın üretiminde kullanılan üzüm çeşidi ve şarabın tarifi korunuyor.

Lizbon’dan bindiğimiz hızlı tren 3,5 saatlik bir yolculuk ile, önce şehrin güney yakası, Villa Nova de Gaia bölgesini geçerek, daha doğuya doğru ilerliyor ve Douro Nehri’ni, Ponte da Maria Pia Köprüsü’nden geçerek, tüm nehir ve Porto vadisini gözler önüne seriyor.

Porto deyince inmemiz gereken durak, Campanha. Tarihi şehir merkezine ulaşmak için, aynı biletleri kullanarak, tüm  iç hat trenlerinin geçtiği, iki-üç durak ileride bulunan, St.Bento istasyonu’na gidiyoruz.

St.Bento tren istasyonu, iç dekorasyonundaki Azulejo seramik panoları ile Portekiz’e özgü bir şaheser. 1916’da açılan istasyon binasının, Portekiz tarihini anlatan göz alıcı seramik panolardan, çok etkilenmiş ve beğenmiş olarak hemen ayrılamıyoruz. Tarihi şehir merkezi , St.Bento  istasyonu başlangıç olacak şekilde, aşağı nehre kadar olan sağlı sollu bölge. Aşağı kelimesi yerinde çünkü, bir nehir yatağının yamaçları tarihi şehir merkezi Oporto’yu oluşturuyor, ciddi bir eğim ve yükseklik söz konusu.

Şehrin yerleşimi Roma İmparatorluğu'nun bir karakolu olduğu yüzyıllar öncesine dayanıyor. Douro nehrinin ağzına bakan tepeler boyunca kurulan, 2.000 yıllık tarihi ile olağan dışı bir kentsel manzaraya sahip Oporto tarihi şehir merkezi, 1996 yılında UNESCO tarafından dünya mirası listesine alınmış. Romalılar tarafından Portus adı verilen kentin mimari eserleri arasında, ayakta kalan en eski yapısı Oporto Katedrali ile birlikte, küçük Romanesk Cedofeita Kilisesi, gotik Igreja de São Francisco Kilisesi,  sur kalıntıları ve 15. yüzyıldan kalma evler.

Konut ağırlıklı bir sokak olan Rua das Flores’ten inip,  Mercado ( açık Pazar) önünden geçerek, Rua Ferreira’dan aşağı devam edince, neoklasisizm ve romantizmin hüküm sürdüğü, 19. ve 20. Yüzyıllarda şehre eklenen Palacio da Bolsa’ya ( Bolsa Sarayı) gelmeden karşımıza, Porto Üniversitesine bağlı, Porto Şarabı Enstitüsü çıkıyor.

Envai çeşit şarabın-ücret karşılığı-tadılabileceği enstitüde, porto şarabının basit anlamda kategorilerini çok güzel göstermişler. Kırmızının da, beyazın da, bilinen sek halleri dışında, renklerini  farklılaştıracak şekilde, orta tatlılıkta ( medium ) ve tatlı ( sweet)üretimleri  var. Sek haricindekiler, biraz likör tadına yaklaşsa da,  alkol sevmem diyeni içmeye başlatacak kadar güzel. Şarapların rengi tatlılık derecesine ve yıllanma kalitesine göre, açık kırmızı-kırmızı-koyu kırmızı ve açık sarı-sarı-koyu sarı(turuncumsu) olmak üzere ,tatlılaştıkça koyulaşıyor.

Porto şarabı dünyada üretilen tatlı şarapların en iyileri arasında. Üretimi belli kurallara tabi olan ve Porto Şarap Enstitüsü’nün kontrolü altında yapılan şaraplar, otuzdan fazla üzümden üretilebiliyor ve gerçek Port şarabının üretileceği bölge, Portekiz yasalarınca belirleniyor.

Enstitüden kısa  bir inişle, Ribeira sahiline ulaşıyoruz, tarihi Oporto şehrinin nehir kıyısı. İgreja de S.Francisco’nun ( kilise) bulunduğu Rua İnfante D.Henrique Caddesi’nin sonundan, Cais da Ribeira ( Ribeira Rıhtımı) ‘ya kadar olan alan, şimdiye kadar gördüğümüz en değişik nehir kenarı evlerine sahip.

Sahil şeridini oluşturan yapılar, son derece özgün bir kimliğe sahipler. Mimari olarak dikkat çekmelerindeki en önemli etken, yapı formları değil, renkleri ve bu renge tamamen kontrast bir renk ile boyanmış, kapı-balkon-korkuluk detaylarının oluşturduğu canlı etki.

Biraz Afrika, biraz Arap, biraz okyanus kokan binalara baka baka, rıhtım boyunca ilerleyerek, Praça da Ribeira Meydanı’na geliyoruz. Meydanda, rıhtım boyunda olduğu gibi, kafeler  ve balık restoranları bulunuyor. Porto’ya gelmişken ,mutlaka içelim dediğimiz  ‘’port wine’’ile birlikte, dünyanın en iyi 10 sandiviçinden biri seçilmiş, bir Portekiz spesiyali olan, ‘’ Francisha ‘’  deniyoruz. Bir Türk için, sadece salçalı bir su içinde, bol peynirli bir tost olarak görünse de  , ‘’ Francisha ‘’ yı lezzetli  buluyoruz. Yine yerel bir spesiyalite olan ‘’Caipirinha’’ adlı kokteylde, Ruo Douro Nehri ve onun en kıymetli mücevheri Ponte Louis I köprüsünün güzel manzaraları eşliğinde, ayrı bir keyif veriyor.

Sahilden ,meydanın önünden kalkan, Douro nehrini gezdiren tekne turlarına katılıyoruz. Rio Douro, tur gruplarını gezdiren tekneler haricinde, Douro Nehri’ne özgü, geleneksel balıkçı kayıkları ‘’kaikas’’larla da gezilebiliyor. Kaikas’ların kalktığı rıhtım, karşı yakadaki Vila Nova rıhtımı. Ponte Louis köprüsünden geçip, teleferik ile kayıkların bulunduğu rıhtıma inilebiliyor.

Parlak güneşli havada, Ribeira kıyıları, nehrin ortasından daha bir güzel görünüyor. Şehrin yerleştiği yamaçların oluşturduğu kademeler ve binaların kerekteristiği olan canlı renkler, şehri benzersiz kılmış, bakıp da herhangi bir başka şehre benzetmek mümkün değil.

Önünden de, altından da, metalik ama etkileyici bir görünüm sunan Ponte D.Louis I Köprüsü’nün mimarı, bu metal işlerinin üstadı G.Eiffel’den başkası değil. Nehir yatağına doğru daha içeride kalan, tren ile üstünden geçmiş olduğumuz Ponte Maria Pia Köprüsü ise, bu köprünün, daha basit bir versiyonu.

Tekne, köprülerden geri dönüp, Douro Nehri’nin okyanusa döküldüğü yere, devamı okyanus olan Ponte Arabiata Köprüsü ağzına doğru ilerleyince, bu sefer de, Porto’nun modern yüzünü görme imkanı buluyoruz.

Trenin dönüş saatini ayarlamak için, tekne gezisinden sonra, yavaş yavaş, tarihi merkezin göbeğindeki Sé Katdrali ve St.Bento tren istasyonuna doğru çıkışa başlıyoruz. Rua Mourinho da Silveira adlı ana caddeden ilerleyip, Sacre Arte’ye ulaşmak üzere saptıktan sonra, artık harita bir işe yaramıyor. Daracık yollar, dolambaçlı güzergahlar, dışarı asılı çamaşırlar, sokakta bağırarak kavga eden kadınlar ile labirentvari bir bölge bizi içine çekiyor. Sürekli bir iniş çıkış, bir çıkıyorsak iki iniyoruz tarzında takip edemediğimiz  ve nerde olduğunuzu kestiremediğimiz bir rota tutturuyoruz. Geçmiş bin yıldaki gelişime tanıklık etmiş sokaklara kendimizi bırakıyoruz ve iri kütlesi ile bir nirengi noktası olarak dolambaçlı yollardan bizi kendine yönlendiren Sé Katedrali’ne bir şekilde  ulaşıyoruz.

Katedralin önünden, Avenida Vimara Peres Caddesi’ni izleyip, G.Eiffel’in yaptığı köprüden, kuşbakışı Douro Nehri’ni ve Ribeira kıyılarını seyretmek, Porto şehir vadisine son bir veda bakışı atmak, hafızamızda bu farklı şehirden geriye keyifli bir iz bırakıyor.

Behiye Işın – Çocukla Geziyorum, Lizbon-Madrid Gezisi- Kasım 2011

http://www.cocuklageziyorum.com/lizbon-3-gun-porto-oriente/

 

 
Toplam blog
: 31
: 3253
Kayıt tarihi
: 01.12.11
 
 

İTÜ mezunu Yüksek Şehir Plancısıyım. Sadece gezmek ve yazmak istiyorum. ..