Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Nisan '18

 
Kategori
Anılar
 

Postaneler ve Mektuplar…

Postaneler ve Mektuplar…
 

     Zaman ilerledikçe her şey değişiyor... Duygular, insanlar, iklim, soluduğumuz hava, toprağımız, yaşantımız, dünyamız... Ve teknoloji... Teknoloji de değişiyor ve gelişiyor... Değişim her zaman iyi midir acaba? Bunu kendinizi sorun...

     Hatırlar mısınız hani bir zamanlar dostlarımıza, ailemize mektup yazardık onlardan uzaktayken? Mektubun gelmesini büyük bir özlem ve heyecanla beklerdik. En son ne zaman mektup yazdım? En son ne zaman mektup aldım hiç hatırlamıyorum. Ya siz?

     Her evin gurbeti ve hasreti vardır. Ya geldiği bir köyü ya askere gönderdiği bir oğlu yada gelin verdiği bir kızı veya Alamanya gibi gurbetlere çıkmış bir yakını… İlla ve illa ki bir gurbeti ve hasreti vardır. Bunlar sahici gurbet ve sahici hasretlerdir.

     Daha otuz-kırk sene önce öyle her canınız isteyince açıp konuşabileceğiniz telefon yoktu. Köyümüzün Postacısı Acıpayam veya Serinhisar’ı ancak yarım saatte bağlanabilirdi. Çok defa aktarımlı bağlanma gerçekleşmezdi. Bağlansa bile ötesini siz düşünün. Santralden santrale bağlanacakta gurbetliğinle konuşacaksın, şansın varsa bu bağlantılar sağlanır bağlantı kopmadan birkaç kelam ederdin. Onun için gurbettekileri sahiden özlersiniz. Hem de sizle birlik belli belirsiz bütün akrabalar özler uzakta olanları. Çünkü askere giden sadece sizin oğlunuz değildir, onların da oğludur. Gelin verdiğiniz kız sadece sizin kızınız değildir, onların da kızıdır.

     Duygular ancak paylaşıldıkça güzel ve anlamlı oluyor. Ya yüz yüze konuşarak ya da yazıya dökerek. Yazıya dökmek deyince, bir tuşa basmakla yok edilebilen sanal ortamı kastetmiyorum. Elimizde varlığını, kokusunu, şeklini görüp hissedebileceğimiz ve kalıcı olabilecek yazışmalardan, daha doğrusu mektuplardan söz ediyorum. Onları aldığımızda daha açmaya bile fırsatımız yokken duyduğumuz o haz nasıl bir duygu ki hiçbir maddî değerle ölçülemez. Okursun, bir daha okursun. Sanki doyumsuz bir tutku olmuştur. Kağıt kokusunu dünyanın en güzel güllerinin kokusuna değişmezsiniz. Oysa alt tarafı odunumsu bir kokudur, ama onu güzel ve doyumsuz yapan mektup vasfında olması ve içinden yansıyan duygulardır.

     Hele bir asker ya da gurbetçi iseniz. Hele ki eşinizden yeni ayrılmışsanız ve sevdası burnunuzda buram buram tütüyorsa… Amma ve lakin öylesine bir görgü, saygı ve edep vardır ki mektubu dinleyen ahaliye karşı, böylesine erdem dolu duygular nedeniyle sevgilisinin adını bile yazamaz garibim. İnceden inceye bir dokunuşla sadece son satırında, selam faslında gizlidir aşkının ismi.

      “… Anamın, babamın kardan ak pamuktan yumuşak ellerinden hasretle incitmeden öperim…” diye başlar ve sıralar ev ahalisine selam ve sevgi duygularını. Ama eşinin adını yazmaz. Ve “… Mektubu okuyan ve huzurda dinleyenlerin hepsine…” diyerek satır arasına gizler sevdasına selamını. Ağzı var dili yok gelin ise başı öne eğik utanarak almıştır bu ince mesajı. Yetmese de yetmiştir ona bu selam. Bütün mektup boyunca beklediği satırlar, sözcükler işte budur. Sonrasında bilir ki zaten mektup kendisine verilecektir. Onu koynunda saklayacak, arada bir çıkarıp okuyamasa bile erimin eli değmiş diye elleri arasında incitmeden okşayacak ve yine öpüp koynuna basacaktır hasretle. Mektuplarını gelin sandığında saklayacaktır eri gelene kadar. Hele bir de zarfın ucu yanıksa işte siz o zaman görün sevdanın ateşini. Okumaya bile gerek yoktur buram buram sevda ve hasretlik kokan o mektubu. Ucu yanık olmasının anlamı nedir ki; “Söze ne hacet. İşte benim yüreğim de böylesine senin sevdanla yanıktır, bunu bil ve unutma!” demektir…

     Pul koleksiyonculuğunu da teşvik ederdi mektup, gelen zarflar üzerindeki o muhteşem görselliği ile pulları seversiniz, alıp biriktirmeye başlardınız heyecanla. Ben önce damgalı sonra damgasız pullar biriktirdim. Çoğu evde o günlerden kalma pul defterleri vardır mutlaka. Sonra otomatik pul makineleri çıktı, ardından mektuplar kayboldu, pul koleksiyonculuğu da kesildi sessizce…

     Mektup kalmadı şimdi gelişen teknoloji bu sanatı yok etti. Önce telefon sarstı onu ancak yıkamadı, çünkü telefon öyle kolay ulaşılabilen bir şey değildi önceleri, o nedenle mektup yazmak gerekliydi, haber vermek, haber almak için. Mektup haberleşmenin baş tacıydı. Mektuba öldürücü darbeyi vuran cep telefonu, sms, internet, e-posta, akıllı telefon, facebook, whatsapp oldu. Herkes bu yolla haberleşiyor artık.  Haberleşmek çok pratikleşti. İki satır yaz gönder. Bunun adına yazışmak dendi. Aslında bu yazışmak değil, konuşmak, konuşuyorsun karşılıklı kısa cümlelerle, ama yazışmıyorsun doyasıya, aldığın hiçbir sms veya e-posta mektubun verdiği o bambaşka duyguyu, mutluluğu vermiyor, veremiyor.

     … Köyde postacı Halkevindeki postanenin penceresinden çağırdı mı? Mutlaka bir mektup verecektir. O çağırdığında yüreğime bir sevinç dalgası sarardı... O sevinç, o hal görülmeyi değer anlatılmaz.

     … Bazen de kahve önünde elindeki mektupları dağıtırdı, postacı. Önce hatırladığı mektupları sahiplerine vermeye başlar, elindeki mektup destesini karıştırırken, size mektup yok dediğinde kızardım. Sanki bize mektubu yazan postacı...    

     Şimdi mektup yazmayı bilmiyoruz çünkü “mektup yazma sanatı” unutuldu. Yazıyorsun gönderiyorsun cevabın anında karşı tarafta. Neler yazacak acaba diye meraklanmanın keyfi kalmıyor, ne zaman gelecek mektubun karşılığı diye beklemenin de, postacı yolu gözlemenin de.

     Mektuplar birkaç kez okunurdu özlemle, şimdi gelen e-postalara, mesajlara bakıp kısaca, yanıtlıyoruz yine kısaca. “Yine yakmış yar mektubunun ucunu” diye türkülere konu olan hasret kokulu mektupların yerini alan yeni nesil iletilerin bir yerleri yakılamadığı için, bunların neresine sıkıştırılıyor bu mesaj acaba? , neresi yakılıyor? , bunu bir bilene sormak lazım...

     Biz mektupla iletişim kurma imkanını 90’ların başında hepten boşladık. Günümüze bakacak olursak bende sizler gibi teknolojiye yenildim yenik düştüm. Eski Türk filmlerinden hatıralarla yaşatacağız artık mektupları postacıları postacı deyince de aklıma hep kemal Sunalın postacı Adem'i geliyor bide ilk okul yıllarında ki bak postacı geliyor selam veriyor şarkısı... Artık postacıda gelmiyor selamda vermiyor bak postacılar ölmüş. Buralara artık mektuplar gelmiyor... gelmiyor.

     Selam eder, ellerinizden öper, acele cevap beklerim dediğimiz mektuplar, bayramlarda yolladığımız kartpostallar artık tarihe karıştı. Kart seçerken hangi manzara olmalı, yoksa bulunduğumuz şehri görüntüleyen resimler mi diye seçerdik. Bunları yaparken, sevdiklerimize yollarken heyecan duyar, duygu ve düşüncemizi yazacağız diye, anlam bulurduk. Özlediğimiz sevdiklerimize, tanıdıklarımıza, dostlarımıza bu heyecan ve duyguyla ulaşırdık.

     Postacıların yerini e-postalar aldı günümüzde. Artık sevenlerde sevdiğine mektup yerine sağdan soldan buldukları şiirleri, yazıları yolluyor e-posta ile sanki kalmamış gibi yüreklerinde tek bir kelime. Şimdiki postacılar mektup ve kartpostal yerine artık fatura, tebligat getiriyor.

     Mektup okumak keyifli ama zor bir işti doğrusu. Mektubun bazı kelimeleri okunamazdı, ne demek istediği anlaşılmazdı. Yöresel dille yazılmış kelimeler yoğun olduğu için okuyucu bir anlam bütünlüğü yakalayamazdı ama dinleyen ne demek istediğini anlardın. Mektup sadece okunmakla kalmazdı tabi! Hemen bakkaldan mektup kağıdıyla bir zarf alınır ve karşı mektup yazılırdı.

     Yine de mektup bambaşka bir şeydi, en içten duygularla, düşüne dinlene, el yazınız ile hayranlık, kızgınlık, sevinç, hüzün içeren duygu ile yoğurarak yazılan mektup. Sonra bir zarfa koymak, görselliği olan en güzel pulu seçip zarfı pullamak ve göndermek. Sonra da beklemek merakla gelecek cevabı. Gecikirse beklenen mektup, günlerce üzülmek, bambaşka bir duyguydu o !…

Ve gelelim asker mektubuna...

     Yazılması en gerekli mektup türü buydu. Asker mektubu bir asker için çok şey ifade ederdi. Hele yavuklu, nişanlı, sevgili yada eşten geliyorsa... Askere giden ilk fırsatta mektup yazardı o zamanlar. İşin ilginci ise her mektupta asker; "rahatının iyi olduğunu, yemeklerin güzel çıktığını, komutanların çok iyi olduğunu" yazardı. Tabi bunda "er mektubu görülmüştür" ibaresinin önemi büyüktü. Askerin gerçek durumu ise izne geldiğinde ya da tezkere aldığında ortaya çıkardı…

     Mektubun kokusu bize, sevginin, özlemin, duygunun, birbirimize sarılışın kokusu, belgesi oluyordu. Zarfı açınca, içinden dökülen yalansız dolansız yazılmış yoğun duygular, masumiyet ve samimiyetti. Günümüz dünyasının İletişim araçlarının yarattığı yapay haberleşmeler bu mektupların, duyguların yerini tutmuyor. Bizi duygudan, düşünceden en önemlisi yazmaktan yoksun bırakıyor. Şimdi candan sevgi sözleri samimi duygular yazılarda yok artık... Yoksa o güzelim mektup kağıdını hissetmek, zarfı heyecanla açmak, kağıda dokunmak, içinden bir şeylerin dökülmesi, yerlere saçılması, eminim ki daha güzeldi. Gelecek  nesil mektup nedir ne nasıl yazılır bilecek mi? Ne dersiniz?...

     Acaba şimdi internet aracılığıyla yazdığımız mail dediğimiz elektronik mektup daha mı iyi derseniz, kesinlikle evet. Evet, şaştınız hepiniz Aaaaaa dediniz şimdi… İyide, yukarıda yazdıklarına ne demeli diyeceksiniz. Artık günümüzde mektup pek kullanılan bir iletişim aracı değil. Çünkü pratik ve hızlı değil. Yaşam o kadar hızlı akıyor ki, bu hızı ancak internet ve telefon ağı ile takip etmek gerekiyor. Mektupla ancak en yakının, en yakın arkadaşın, en yakın dostlarınla yazışma sağlanırdı. Ama günümüzün iletişim araçlarıyla tanıdığın tanımadığın uzaktan yakından arkadaşını dostunu ulaşman, haberleşmen sağlanıyor. Dünyanın bir ucundaki arkadaşımıza gönderdiğimiz elektronik posta anında ulaşıyor arkadaşımıza.

     Çok değil 30 yıl önce hayatımızda çok önemli bir yer tutan mektubu, Postacı mektubumuzu iletti mi iletmedi mi diye bekleyecek ne zamanımız, nede mektubu cevap bekleyecek boş zamanımız yok artık… Postamız da sanal olsun ne olacak ki! Aşklar, sevgiler bile sanal olmuşken postacılarımız sanal olmuş çok mu?

     Bana sorarsanız sağ üst köşeye o hiç tükenmez denen kalem ile tarih yazdık mı? Tamam, olan o mektuplar ve kartpostallar tarihi özelliğini koruyacak hep. Bu günlerde koleksiyonlarda, arşivlerde yerlerine alacaklar.

     Mektup yazmanın, mektup almanın zevkini bizler zamanında tattık, şimdikiler bu tadı nasıl tadacak? O tadı tatmak için en az otuz sene geriye gitmek gerekir bunada kimse istemez. Yine de arada sırada nostalji yapıp mektup yazasım geliyor içimden ama kime yazsam diye düşünüyorum. Mektubu yazdığımı sorsam, mektubumu alıp okudun mu? Diye. Aldım ama okumadım demesinden korkuyorum. 

     Her şeyin dijital ortamdan aktarıldığı günümüz dünyasında haberleşmeler, mektupların samimi duyguların yerini tutmasa da, biz; duygudan, düşünceden, yazmaktan yoksun kalmayalım. Sevgiler, dostluklar, aşklar, özlemler, daha güzel, daha içten, daha candan yaşansın. İnsanlar birbirleriyle kaynaşmalı, birbirlerinin hatırını sormalı, gözlerine bakarak konuşmalı, yüzlerine kan, can gelmeli. Gözler gülümsemeli. Yüzler gülmeli. Benim mektubum herkesi böyle dillensin istiyorum özellikle okuyucularıma…

     Mektupsuz kalalım ama sevgisiz kalmamanız dileklerimle.

Recep ASLAN

 
Toplam blog
: 30
: 411
Kayıt tarihi
: 18.01.18
 
 

Denizli Valiliği Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğünden emekli. Denizli'de Merkezde Yaşıyor. ..