Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Ocak '13

 
Kategori
Sinema
 

Postmodern bir Anna Karenina

Postmodern bir Anna Karenina
 

KEİRA KNIGHTLY


Klasik bir romanın beyazperde uyarlaması bir çok yönetmen için korkulu rüya olabilir. Romanın şöhreti yönetmenin tüm yaratıcılığını kısıtlayabilir. Öykünün ruhunu yaralamamak adına risk almadan, çizgisel anlatımla, dönemi mekan ve kostüm olarak yansıtmakla yetinebilir. Bu olumsuz durum edebiyattan yapılan birçok kötü ve sıradan uyarlamanın temel nedenidir. Bu güne dek 1915’den itibaren otuza yakın uyarlama yaşayan Anna Karenina,  bu kez  İngiliz yönetmen Joe Wright’ın cesur,  deneysel sayılabilecek katkılarıyla tekrar yaşama dönüyor. Wright, Tolstoy’un bin sayfalık eserini tiyatro sahnesine taşıyarak müzik ve koreografi eşliğinde müthiş bir dinamizmle anlatıyor. Hem de öykünün dramatik yapısını zerre kadar zedelemeden tüm karakterlerin hakkını vererek. Baz Luhrman’ın “Moulin Rouge” da yaptığı post modern anlatım bu kez “Anna Karenina” nın ruhuna giriyor. Tiyatroyu sahne, kulis, salonu, tavanı, balkonu, sokağa açılan kapısına kadar tüm mimarisiyle kullanan Wright bu ağır eseri uzun bir balo sahnesi çekmiş.

Tom Stoppard’ın kaleme aldığı senaryo dinamizmine ve içerdiği 180 sahneye karşın anlamından ve karakter derinliğinden hiç bir şey kaybetmiyor. Tolstoy’un büyük özenle yazdığı küçük ayrıntılar, uzun betimlemeler bile bir şekilde görsel güzelliğe dönüştürülmüş. Örneğin Vroski’nin katıldığı at yarışı sekansı tiyatro sahnesinden dışarıya savrulan at ve binicisi unutulmayacak bir sinema anına dönüşüyor.  Anna’nın o anda gösterdiği heyecan ve attığı çığlık yasak aşkın bir ifşaatı olarak yankılanıyor tüm salonda. Önceki çevrimlerde çok üzerinde durulmayan  Levin ve Kitty arasındaki aşk (romanda Levin, Tolstoy’un alter egosunu temsil eder) bu kez anlamlı bir şekilde işliyor. Levin karakterine bir parantez açmak gerekirse onun taşra ve kırsal arasındaki karşıtlığı temsil ettiğini ve kırsal yaşamı, tarlaları, işçilerle orak sallamayı tercih ettiği detaylı planlarla görselleşiyor.

 

Yüzyılın en görkemli yasak aşkı olarak tanımlanan Anna ve subay Vronin arasındaki ilişki Keira Knightly’nin aşkını, tutkusunu ve acısını seyirciye geçirdiği bir gösteriye dönüşmüş. Wright’ın yakın plan çok sık gösterdiği Knightly anlamlı gülüşü ve asil duruşuyla mükemmel bir seçim olmuş. Anna Karenina oynayan tarihe geçer savına karşılık olacak bir performans sunuyor Knightly. Vronski’de Aaron Taylor Johnson soğuk, güven vermeyen aşık olarak duruyor. Bu duruş Rus erkeğinin genel yansıması veya öykünün gidişatı açısından kasıtlı bir seçim olarak yorumlanabilir. Anna’nın kocası Karenin’i canlandıran Jude Law anlayışlı, üzüntüsünü bir yere kadar içine gömebilen karakterde kariyerinin en olgun oyunculuğunu gösteriyor.

 

Edebi uyarlamaların en büyük handikabı olan geniş plan çekimler, görkemli mekanlar ve gösterişli kostümlerin yerini bu kez gösterişli bir yönetmenlik ve set çalışması almış. Klasik bir eserin dönüşebileceği hantallıktan uzak, dinamik ve bir o kadar da derinlikli film var karşımızda. 2012’nin en iyi (belki en iyisi) filmlerinden. 

 

           

    

 

Bu blog Sinema sitesinde de yayınlanmaktadır

 
Toplam blog
: 223
: 1093
Kayıt tarihi
: 12.01.11
 
 

İzmir’de doğdu. Viyana Tıp fakültesini bitirip doktor ünvanını aldıktan sonra Genel Cerrahi ihtis..