Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Eylül '21

 
Kategori
Kültürler
 

Priamos Hazinesi- Zeus Sunağı

Priamos Hazinesi- Zeus Sunağı

Bergama Sunağı

Mausoleum,

Elmalı hazinesi,

QuadrigaAtları,

Troi’nınaltınları…

İnsanlık tarihin yaşadığı en büyük arkeolojik yağma, bu İstanbul’da yaşanan yağma imiş… Tabi o tarihte İstanbul’un ismi Konstantinopolis buraya haçlılar dev bir ordu ile gelmişler.

Elif heyecanla konuştu.

“Geçenlerde bu konu ile ilgili geniş bir araştırma yapmış ve yazmıştım hatırladım. Bakın bizden gidenler ya da çalınınlar demek daha doğru olacak onları yazmıştım.

Bergama Sunağı

Mausoleum,

Elmalı hazinesi,

QuadrigaAtları,

Troi’nınaltınları…

Bu hazineler çalınmış resmen çalınmış çocuklar ve Dünyanın başka yerlerine götürülmüş. Sen bir az önce söylediğinde ben farkına varamamıştım. Ben bu konuda bayağı da ses yapan bir haber yazmıştım. Hayret net hatırlıyorum. Oysa belleğime hiç güvenmezdim. Bu temiz havada pırıl pırıl oksijen hafızamı yeniledi yazdıklarımı bile hatırlıyorum. Örnek olarak anlatayım. Haçlı orduları İstanbul’u yağmalamışlar biliyor musunuz?” Rüya;

“Tarihi 1204 falan olmalı…”

“Tarihini hatırlamıyorum. Tetrarcha Heykeli bunu İtalya’ya Venedik’e götürmüşler ben hatta bununla ilgili haberimde komik bir şey de yazmıştım. Gerçekten ayıplayarak yazmıştım. Tam 761 yıl sonra bir yol kazısı sırasında bu heykelin kopuk ayağı bulunmuş ve İtalyanlar bunu istiyorlarmış. Bakın şu işe Allah Aşkına… Almayı unutmuşlar ya unuttuk verin tamamlayalım diyorlar herhalde kendilerinin mi sayıyorlar ne…”

“Kim bilir beklide!”

“Yok, öyle yağma… Biliyor musunuz? İnsanlık tarihin yaşadığı en büyük arkeolojik yağma, bu İstanbul’da yaşanan yağma imiş… Tabi o tarihte İstanbul’un ismi Konstantinopolis buraya haçlılar dev bir ordu ile gelmişler. Harabe haline getirmişler. O zamanda yine İstanbul şimdiki gibi dünya şehri… Hatta Dünyanın en ihtişamlı şehri... Haçlılar buradaki hazineleri gemilerine yüklemiş götürmüşler. Hani Venedik’in simgelerinden biri olan;

Quadriga Atları da o tarihte yağmalananlardan. Bu üstelik çok ama çok kıymetli bir antik eser. Bir kere sapasağlam kalmış tek eser. Bu çok önemli ve antik çağdan kalma düşünün artık. Venedikliler biliyor musunuz ki bu gün dünyanın en büyük cam eşya koleksiyonuna sahipler. Venedik cam işçiliği müzesinin en değerli bölümleri Konstantinopolis’ten götürdükleri ile dolu…”

Rüya şaşkın arkadaşını dinliyordu.

“Bizim topraklarımızın zenginlikleri bitmez. Kim bilir daha neleri götürmüşlerdir.”

“Evet, Tetrarcha Heykeli. Birbirine sarılmış dört komutan figürü. Onunda M.S. 4. yüzyıla ait olduğunu söylüyorlarmış.”

Rüya bir anda Elif’in sözünü kesti heyecanlanmıştı.

“Elif sen bana bir şey anlatmıştın. O zaman şaşırmış ama çokta üstünde durmamıştım. Ya hani bir adam vardı. Arkeolog olmadığı halde kazılar yapan Türk gümrüğünden geçerken Truvalı Helen’in kolyelerini eşinin boynunda geçiren. Hatırladın mı?”

“Hatırlamaz mıyım?”

Muhtar şaşırmıştı.

“Bir Dakka siz çok önemli bir şeyi söylüyorsunuz. Truvalı Helen’mi?”

“Evet. Rüya doğru söylüyor. Heinrich Schliemann 1873’te Priamos Hazinesini yurt dışına kaçırmış. Bu adam dediğimiz gibi arkeolog olmadığı halde rüşvetlerle Osmanlıdan Çanakkale Hisarlıktaki höyükte kazı yapmak için izin almış. Ve Troia antik kentini bulmuş.”

“Ne diyorsun Elif abla?”

“Evet. Net hatırladım yazılanlar ve benim yazdıklarımı araştırmalarımı… Bu adam ne yapmış biliyor musunuz? 3000 yıllık hazineden parçaları mesela Spartalı Helen’in kolyelerini ve tacını eşinin aşında gümrükten rahatlıkla geçirmiş. Sonra anılarında övünerek anlatmış.”

“Peki, ne olmuş Helen’in muazzam takılarına?”

“Neler olmuş neler. 1945 yılına kadar Berlin’de sergilenmiş. İkinci Dünya Savaşında Ruslar Berlin’e girince Berlin Müzesindeki birçok eserlerle birlikte Troia hazinesini de Ülkelerine götürmüşler. Uzun süre ses seda yok ta ki…”

“Evet. Ta ki!”

“Evet. 1991’de bir katalogda ortaya çıkmışlar. Ardından üç ülke ‘Türkiye, Almanya ve Yunanistan ‘Ulusal miraslarının bir parçası’ olarak hazinenin kendilerine iadesini istemişler böyle bir talepte bulunmuşlar.”

“Peki, vermişler mi?”

“Verirler mi vermemişler. Bir yasa ile onların ganimet olduğunu savaş sırasında alındığını söylemişler oldu da bitti maşallah olayı yani anlayacağınız.”

“Savaş Ganimeti… Allah Allah neler oluyor?”

“Evet. Sonra bizden kaçırılan bir hazine daha var ki arkeolojik değerler arasında beklide tarihsel önemi en büyük olanı.”

“Hangisi?”

“Elmalı hazinesi… 1984’te Antalya’nın Elmalı ilçesinde, Bayındır köyündeki kaçak kazılarla çıkartılıp yurt dışına kaçırılan 1.900 adet gümüş sikkeler var ki büyük bir define. ‘Sikke bilimi açısından çok önemli V Antik çağda eşine az rastlanan anı paraları deniliyormuş onlara… Yunanlıların Persleri yenmelerinin şerefine basıldıkları söyleniyormuş. 1984 tarihine kadar dünyada 13 adet bulunuyormuş. Bu hazine ile 14 daha eklenmiş para birimi drahmi ve değerli sikkenin 4 drahmi değerinde basıldığı biliniyormuş. Bu paraların yani biraz önce dediğim ‘anı paraların’ özelliği ise 10 drahmi (dekadrahmi)olarak basılmış. Bundan işte ‘yüzyılın definesi’ veya ‘dekadrahmi definesi’ deniliyor muş.”

“Denilir. Haklısın…”

Elif bir şeyi hatırlamıştı.

“Bakın ne geldi aklıma. Yine zihin açıklığımdan kaynaklanan bir bilgi oldu bu benim için ayrıca kendime şaşırdım. Nedeni şu ana kadar Herakles ile ilgili hiçbir şeyi bilmememdi. Oysa ben bu konuda bir de haber yapmıştım. Antalya Müzesine gidenleriniz var mı?”

Kimseden ses çıkmayınca Elif anlatmaya devam etti.

“Antalya müzesinde 1980 de Perge kazılarında alt yarısı ortaya çıkartılan Herakles heykeli ile ilgiliydi. Bakın şimdi ne kadar şaşıracaksınız. Herakles’in alt kısmının heykeli Antalya müzesinde üst kısmı nerede biliyor musunuz? Tabi bilmezsiniz. Bir katalogda yayınlanınca heykelin diğer yarısı bulunmuş. ABD’li ShelbyWhite-Leonlevyçiftinin özel koleksiyonunda ortaya çıkmış. Tabi Dışişleri Bakanlığınca heykelin iadesi istenmiş, bu çift önce bu iki parçanın birbirine ait olmadığını iddia etmişler, ama alt ve üst tarafından alınan alçı mulâjlar iki parçanın birbirine ait olduğunu kanıtlamış. Ama bir işe yaramamış. Hala alamamışız. Hala Boston Güzel Sanatlar Müzesinde sergileniyormuş.”

“Peki, bu nasıl gitmiş Amerika’ya?”

“Gitmiş. Diğerleri nasıl gittiyse! Çalınarak, kaçırılarak…”

“Yazık yemin ediyorum çok üzülüyorum ne kadar yazık…”

“O kadar çok var ki bizden kaçırılanlar. Diyorum ya beynim arındı berraklaştı. Paris’te Louvre müzesinin önemli eserlerinden biri olan Milo Venüsü’de bizden çalınmış. Öyle komik olaylar olmuş ki bakın bir örnek vereyim gülelim. Boğazköy Sfenksi Berlin’e restorasyon (yenileme) için gitmiş. Gidiş o gidiş. 90 Yıl olmuş hala gelecek. Herhalde restorasyonu torunların torunları yapacak onu bekliyorlar.”

Hepsi güldü.

“O zaman bir dergide de okumuştuk bizde geniş yer vermiştik bizden çalınanlar diye de onlarda bizde yazmıştık. 50’ye yakın antik eser göz göre göre kaçırılmış ve dünyanın çeşitli yerlerindeki müzelerde sergileniyorlar.”

Rüya okuldaki gibi söz almak için parmağını kaldırdı. Roller değişmişti. Elif öğretmen olmuştu. Konuşması için Rüya’ya söz hakkı verdi.

“Size bazı rakamlar vereceğim. Şimdi tam sırası… Bunu anladığım kadarı ile sende biliyorsun Elif. Ben yaptığım araştırmadan bulmuştum. Yanlışım varsa düzelt lütfen. Türkiye’de;

3.000 Antik kent,

20.000 höyük,(katmansal olarak birikmiş tepecikler-Eski yerleşimlerin yıkılması ya da doğal tahribi sonrasında onların kalıntılarıyla oluşmuş doğal olmayan tepecikler.)

25.000 Tümülüs (Kral ve prenslere ait mezarlar) varmış. Doğrumu Elif?”

“Bu rakamları tam hatırlamıyorum. Ama böyle bir şeyde hazırlamıştık. Rüya İslamiyet’ten önceden kalma eserler, yerler, anıtlar da vardı onları hatırlıyor musun?”

“Evet. O zamandan 25.000 anıt var diye biliyorum.”

“Tabi şimdi kim bilir neredeler?”

Kısa bir sessizlik oldu sonra Elif;

“Çocuklar yurt dışındaki bizlere ait kalıntıları görmek aslında hiç hoş olmuyor. Yıllar önce bir iş gezesi için Doğu Berlin’e gitmiştim. O zaman doğu batı diye ayrılıyordu. Neyse; Bergama müzesine gittim. Bergama Tapınağını gördüm. Gözlerime inanamadım.”

Rüya gülümsedi.

“Evet, hatırlıyorum. Geldiğinde anlatmıştın. Çok muhteşem diyordun anlatsana.”

“Evet inanılmazdı. Çok uzun süre etkisinde kalmıştım. Osmanlı imparatorluğundan gemilerle oraya götürülüp orada yeniden inşa edilmiş, inanılmaz bir şeydi. Ha ona birde Zeus Sunağı deniliyordu.”

Muhtar heyecanlanmıştı.

“Elif abla böyle bir şeyi görmüş olman ne kadar güzel. Ben Efes’e gitmek istemiştim ama gidememiştim.”

Rüya gülümsedi.

“Evet. Elif anlattığında ben de çok sevinmişim. Berlin’deki Bergama Müzesinin çok iyi olduğunu duymuştum. O tarihte Elif sende neler anlatmıştın. Zeus Sunağını görmek çok güzel!”

Muhtar gülümsedi.

“Elif abla sen sunağın tarihçesini biliyor musun?”

“O zamanlar anlatmışlardı ama hatırlamıyorum ki.”

“Sen Rüya abla!”

“Bu konuda çok bilgi sahibi değilim. Benim bildiğim kadarı ile Bergama krallarından biri yaptırtmış.”

“Sunak ne demek önce onu öğrenmek istiyorum.”

Çağrı’nın sesi hepsinin sesini bastırdı. Rüya gülümsedi.

“Sunak tapınakların içinde ya da çok yakınında olurmuş. O zamanlar tanrılara adaklar sunulurmuş. Sunaklar bu adaklar için kullanılırmış.”

“Anladım. Sunmak yani… Sunak!”

“Evet. Genellikle taştan yapılırmış. Küçük ya da büyük… Bergama müzesindeki Zeus sunağı gibi anıtsal yapı türünde olanları da varmış.”

Çağrı ilgiliydi.

“Biraz önce Elif abla sen tapınağın üstü kapalı demiştin nasıl üstü kapalı?”

“Hayatım bu bir müze zaten. Düşünün çok büyük bir müzeyi. İçinde koskocaman bir tapınak… Karşısına da oturup izlemeniz için banklar koymuşlar. İzlemiştik. Işıklandırma harikaydı. Çok esrarengiz görünüyordu. Kapalı ortamda olduğu için yıpranmamış diye düşünmüştüm o zaman. Şimdi hatırladım da! Adamlar resmen şehir haline getirmişler. Çok titizlikle koruyorlar. İçeri girerken flaşlı makinelerimizi almışlardı. Flaşların taşları yıpratacağını söylemişlerdi.”

“Ne kadar titizlikle korunuyor.”

“Evet. Ama görmelisiniz inanılmazdı.”

Çağrı yine sözlerini kesti.

“Öğretmenim peki siz biraz önce dünyanın iki harikası da Türkiye’de dediniz ve Efes’teki Artemis tapınağını söylemiştiniz. Onu da anlatır mısınız?”

“Anlatırım. Efes’in tarihçiler Neolitik dönem yani Cilalı taş devrinde kurulduğunu yazarlar. Burası bir liman şehriymiş.”

“liman şehrimi?”

“Evet. O zamanlar liman şehri imiş. Deniz oysa şimdi ne kadar uzaklarda…”

“Evet ya. Şaşırdım.”

“Efes’i kim kurmuş biliyor musunuz çocuklar?”

“Yunanlılar…”

“Tabi Yunanistan’dan gelen göçmenler oturmuşlar orada ama. Orayı ilk kuranın Büyük İskender’in generallerinden biri olarak söylenir.”

“Büyük İskender’i anlamak mümkün değil zaten. Kısa ömre inanılmaz zaferler yerleştirmiş.”

“Öyle Didar’cığım.Artemis tapınağı Antik Dünyanın mermerden yapılmış ilk tapınakmış. Tanrıça Artemis’e ithaf edilmiş. Çocuklar bu mermerden tapınağın yapımı kaç yıl sürmüş biliyor musunuz?”

Kimseden ses çıkmayınca Rüya kendi sorusuna kendi cevap verdi.

“Yüz yirmi yıl sürmüş.”

“Hadi canım sende!”

“Ben tarihçilerin yalancısıyım.”

“Efes’te şimdi tapınaktan eser yok.”

“İki sütun var o kadar.”

“Yazık ya yazık!”

Bir süre sessizlik olur. Anlatılanlar hepsini düşündürmüştü. Belli ki gördükleri ile düşündüklerini anlatılanlarla birlikte kıyaslıyorlardı. Hiçbirinde bir hareket yoktu. Bir süre geçti.

 

Çocuklardan biri heyecanla bağırdı.

“Bakın, bunlar uyandılar. Hareketlenmeye başladılar.”

Didar bağırdı.

“Teyze Herakles’e baksana sanki yaptıklarının yeni farkına vardı. Çok şaşkın. Etrafına nasıl bakıyor.”

Elif sessizce konuştu.

“Adam gaflet uykusundan uyandı…”

 

Nazan Şara Şatana’nın HERAKLES’in KADINLARI kitabından…

 

 
Toplam blog
: 1731
: 4678
Kayıt tarihi
: 09.12.10
 
 

Turizmci; Genel müdür Yazar ; Romanlar, senaryolar müzikkaller... Sinema filmleri, TV filmleri.....