Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Ağustos '08

 
Kategori
Dünya
 

Prizmanın öteki yüzü

Prizmanın öteki yüzü
 

Sokrates


Neredeyse 2, 500 yıldır, yani Sokrates ve Platon’dan bu yana, devlet, rejim, kamu düzeni, demokrasi ve cumhuriyet gibi kavramlar tartışılır. Bugün de tartışılıyor, muhtemelen yüz yıl sonra da tartışılacak.

Her kuşak; kendi yaşam dönemi içinde, yukarıdaki kavramlara farklı anlamlar yükleyerek ülküleştirmiştir. Sonra da; kendi kendine ülküleştirdiği bu kavramları dogmalaştırarak putlaştırmıştır. Bu hipoteze din kurumu da dahildir.

Tarih bilinci ve felsefi düşünce geleneği gelişmemiş toplumlarda; kavramlar çorba edilerek yapılan kör dövüşleri fikir tartışması olarak addedilir. Son birkaç asırdır; özgür düşünmeyi engelleyen toplumlar, özgür düşünceyi teşvik eden toplumların denetimine girmiştir. Çünkü; özgür düşünce olmadan, bilim de olmaz, sanat da olmaz, felsefe de olmaz. Sadece, taklit ve tercüme olur. Düşünce özgürlüğü ve ifade serbestisi, statüko açısından çok zor bir karardır. Özgür düşünce Pandora ‘nın kutusuna benzer. Önce statükonun kendisini sorgular sonra da varlığını tehdit eder.

Bugün itibariyle beşeriyet; mükemmel bir nizamı, yani barış içinde bir arada yaşayıp müreffeh bir hayat sürebilmenin formülünü henüz bulabilmiş değildir. Günümüzde hayat, yeni sömürgeciliğin ve küresel emperyalizmin psikolojik savaş bombardımanlarını altında, tek tek insanların iradelerinden bağımsız olarak, kendi mecrasında akmaya devam etmektedir...

Ne yazık ki bugün; küresel barışa ve refaha ulaşmanın, genel kabul görmüş ortak bir reçetesi de yoktur. Neo-liberalizm safsatası, yalnızca bir avuç insanı mesut edebilen küresel bir aldatmacadan ibarettir. Tarih, hala kendini tekerrür etmekle meşgul. Bu yüzden de; din, enerji ve iktisat temelli sıcak savaşlar son sürat devam etmektedir.

Yaklaşık 500 yıl önce; din kurallarını esas alan kamu düzeni anlayışına karşı kapitalizmin anası sayılan merkantilizm umut olarak doğmuştu. Sonra ki birkaç yüzyıl içinde, bu umudun herkesi mutlu etmediği ve edemeyeceği anlaşıldı; MARX ve ENGELS, toprak dahil her türlü üretim aracı üzerindeki özel mülkiyeti reddeden komünizm fikrini attılar ortaya. Bütün bir 20. yüzyıl bunu tartışarak geçti. Tam komünizm çöktü derken; aslında çökenin ulus-devlete endekslenmiş milli kapitalizm konsepti olduğunu fark ettik geçtiğimiz yüzyılın sonunda. Tam küreselleşmeyi anlamaya çalışırken; bu sefer de karşımıza bir başka sorun çıktı. Post kapitalist soğuk savaş ve medeniyetler çatışması.

Sonsuz ve kaotik bir evren, bu evrenin içinde bulunan ve sürekli değişen bir dünya, bu dünyada var olan bir Türkiye. Türkiye'nin içinde farklı inanç ve çıkar grupları... Yani her şey muazzam bir satranç tahtasına benziyor. Sanki, devasa bir bulmaca var karşımızda.

Bizler de farkında olmadan, bu devasa bulmacanın düşünce tarihi serüvenine küçük damlacıklar ekliyoruz. Bu küçük damlacıklar çoğu kez buhar olup uçacaktır ama nadiren bazı fikirler büyük bir nehir olup okyanuslara ulaşır. Düşünce tarihinde bu döngü hep böyle olmuştur.

Liberalizm de, demokrasi de, komünizm de, Marksizm de bu değişen dünyanın düşünce nehirlerinden sadece bir kaçı aslında... Bunların hiç biri, tek başına her derde deva değildir. Böyle olmadığını geçtiğimiz yüzyıl yaşayarak öğrendik. İnsanlığın, hala yeni fikirlere ve yeni sentezlere ihtiyacı olduğu muhakkak.

Bütün bu düşünce nehirlerinin referans aldıkları -olmazsa olmaz- dogmaları vardır. Örneğin; ulus devletler için vatan kutsaldır ve uğruna seve seve ölünür? Peki vatan nedir? Sınırlarla çevrili toprak parçası. Peki, bu toprak kimindir? Kim parayı bastırırsa onundur. Peki, bir İngiliz ya da Fransız şirketi boğazın en güzel yerinde bir yalı satın alabilir mi? Satın alabilir. Peki, parayla satın alınabilen bir "meta "için ölünür mü? Hayır! O halde; “vatan kutsal değildir” diye bir sonuca kolaylıkla ulaşabilir bu asırda insanlar. Bu akıl yürütmeyi; bütün kutsal ve değişmez sayılan kavramlar için, liberalizm için demokrasi için hatta Müslümanlık için de yapabiliriz.

Fidan gibi gençlerimiz Güneydoğu’daki hain tuzaklarda teker teker ölürken; AKP genel başkan yardımcısı Şaban Dişli ve İngiliz şirketi Tesco arasındaki şaibeli çıkar ilişkisi; bu hükmün en güncel misalidir. Eğer, hala cevaplanmayan bu ciddi iddialar gerçekse; bu durumda, TBMM’nin haysiyetini ve kutsallığını savunabilir misiniz?

Elbette, her bireyin küreselleşme karşıtı ya da yandaşı olmak en doğal hakkı. Dindar ya da agnostik de olabilirsiniz. Ama, yerleşik değer yargılarını, düşünce kalıplarını ve dogmaları hiçe sayarak; içimizden birilerinin, gündelik çatışmaların ve kavgaların dışına çıkıp beşeri sorunlar hakkında tahlil yapma, dinin ve bilimin vazettiği Ortodoks düşünceden bağımsız olarak felsefi düşünmeye hakları yok mu? Tabi ki var. Olmalı da.

Değişim ve ilerlemenin yolu, önceden ortaya konulmuş düşünce ve fikriyatı papağan gibi tekrarlamak mıdır yoksa sorunlara -yabancılaşarak- sanki ilk defa karşılaşıyormuş gibi; mesela; " RÜŞVET nedir?" diye sormak mıdır?

Aykırı, farklı ve sinir bozucu düşüncelere dünyanın hiç bir yerinde ana mecralarda yer verilmez. Yeniye, farklıya iyi gözle bakılmaz. Bu, hiç kimseyi yıldırmasın. Ama, bilgi çağı, dünyaya farklı açılardan bakmak isteyen insanlara yeni bir pencere sunmuştur. Er ya da geç, iyi fikir hak ettiği yeri bulur. İşte bu yeni pencere, aynı zamanda geleceğin de umudur.

Üstat Çetin Altan’ın dediği gibi; “enseyi karatmayın”. Size; kendi kendine gelin-güvey olan “korsan yazar” demelerine aldırmayıp, ne düşünüyorsanız, nasıl düşünüyorsanız; lütfen, yazmaya devam ediniz.

A.Mesut Tatlıpınar

 
Toplam blog
: 47
: 3759
Kayıt tarihi
: 17.02.08
 
 

İstanbul'da doğdum. Şişli Lisesi'ni ve MÜ Siyasal Bilimler Fakültesi'ni bitirdim. Daha sonra, İ.Ü..