Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Ocak '16

 
Kategori
Resim
 

Prof. Ressam Gülten İmamoğlu, 2011'de American Biyografi Center Yılın Kadını Ödülüne layık görülmüş.

Prof. Ressam Gülten İmamoğlu, 2011'de American Biyografi Center Yılın Kadını Ödülüne layık görülmüş.
 

PROF.GÜLTEN İMAMOĞLU


Dünya sanatının önemli kentlerinde sergiler açan sanatçımız Prof. Gülten İmamoğlu’nun, iki eseri Las Vegas South Nevada Fine Art Museum’un daimi koleksiyonunda, bir eseri de Almanya Haggen Musseum’da sergilenmekte. Ayrıca ülkemizde Baksı Müzesinde de bir eseri daimi koleksiyonda yer almaktadır. Sanatsal ve akademik başarılarından ötürü Amerikan Biyografi Center tarafından “2011 Yılın Kadını” ödülüne de layık görülen sanatçımız çok sayıda yurtdışı onursal ödüle de sahiptir. Çabalarını ve başarılarını takdir ettiğimiz Gülten İmamoğlu ile sanatı üzerine merak edilen konular hakkında bir söyleşi yaptık.
 
Gülten İmamoğlu sanatı ve sanatçıyı nasıl tanımlar?
 
G.İ: Sanat evrensel bir dildir aslında. Tüm insanlığın ortak dili. Sevinçlerin, sorunların, acıların, umutların, hayata dair yaşanan her şeyin paylaşıldığı ortak bir paydadır. Sanatçı bu evrensel dilin icracısıdır. Sanatçı üreten, gören, duyan, hisseden ve var eden bir öncüdür.
 
Başarılara imza atmış biri olarak okuyucularımız adına soruyorum; hayata dair temel felsefeniz nelerdir?
 
G.İ: Ben Ulu Önderimizin dediği gibi, kendimi dinlenmemek üzere yola çıkanlardan biri olarak tanımlayabilirim. Başta annem olmak üzere yakın çevrem bu sözümle ne anlatmak istediğimi çok iyi bilir. “İşinin kölesi olmadan efendisi olunmaz” temel çalışma felsefemdir. Hayat dengeleri yıkıp tekrar inşa etme üzerine kuruludur. Hayatta hata yapmadan mesafe kat edilemeyeceğini bilirim. Tüm bunlara ilave olarak hümanist bir yapım var. İnsan benim için çok değerli, doğa insan kadar değerli.
 
Gülten İmamoğlu resimlerinde renklerin önemi çok büyük.  Eserlerinizde yaşamı sorguluyorsunuz ve renkler de size hizmet ediyor, renklere olan bu tutkunun kaynağı nedir neler gizli renlerinizde?
 
Gülten İmamoğlu:  Millet olarak rengi çok seviyoruz zaten çok renkli hatta ebruli bir milletiz. Belki özünde bu yatıyor olabilir. Yine de bu kadar genelleyip kolaya kaçmak istemem. Renk cesarettir aslında. Özünde farklılıkları ve zıtlıkları değerli bulup oldukları gibi kabul ederek saygı duymak yatar. Rengin içine ne kadar çok başka renkler katarsanız o kadar başkalaşır ve çeşitlenir. Her insan içinde enerji dalgaları taşır. Kimi fısıltı gibidir, kimi çığlık… Kiminde ahenk vardır kimindeyse kaos. Öz olarak karşıt renkleri dengeli bir biçimde birbirleriyle barışık olarak bir arada tutmayı seviyorum resimlerimde.
 
Rengin dilini iyi bilirseniz duygularınızı da o oranda daha doğru yansıtabilirsiniz. Gerçi renk dili subjektiftir ve içgüdüsel olarak gelişir. Sizin için kırmızı aşk iken benim için acıyı ifade edebilir. Kişiden kişiye ya da ülkeden ülkeye değişiklikler gösterebilir. Ama yine de evrensel ortaklıklar var. Benim için, yeşil sonsuz huzuru, turuncu coşkuyu, mavi derinliğin gizemini, mor hüznü anlatır. Beyaz ise tanımlanamayanı, bilinemeyeni… Ölüm gibi, söylenmemiş sözler gibi… Sanırım bu kadar ipucu yeterli.
 
Sanatın insan üzerindeki gücünden birkaç kelime ile bahseder misiniz?
 
G.İ:Beklenenin aksine sanat insanı sadece mutlu etme aracı değildir. Sanat toplumlara yön verebilir kitlelere farkındalık kazandırabilir. Estetik birikim ve zevk kazandırmanın yanında gerçeklerle yüzleştirme, düşündürme, sorgulatma ve hissettirme aracıdır da. Bunu yapabilmesi için sanatçının toplum nabzını iyi tutabilmesi ve insan psikolojisine de iyi bilmesi gerekir. Eser ile izleyici arasında iletişim kurulması adına bu gereklidir. İletişim kurulunca da etkileşim başlar. İyi sanatçı iyi bir sosyolog ve psikologdur.
 
 
 
Eserlerinizde yaşam gerçeğini tüm çıplaklığı ile sorguluyorsunuz bunu yaparken de hayata karşı olumlu bir bakış açınız var. Bunu nasıl başarıyorsunuz?
 
G.İ:Sanat duyuşsal âlemin dilidir. Duyuşsal âlemi besler ve yüceltir. Sanattan uzak yaşayan kitleler hep bir şeyleri eksik yaşar ve bu eksikliğin ne olduğunu bir türlü tanımlayamaz. Dinlediğiniz bir müzik içinizdeki tınılarla örtüşüp bir anda sizi bambaşka âlemlere götürebilir. Ya da izlediğiniz bir film… Sanat dallarını birer enstrümana benzetirsek sanatın hangi dalının olduğu önemli değil ama her bireyin mutlaka etkilendiği bir enstrüman vardır. Yeter ki doğru enstrüman doğru besteyle kişiye ulaşsın. Bizi biz yapan sevinçlerimizi, acılarımızı haykırdığımız, insan yanlarımızı yücelten bir enstrüman mutlaka vardır. Yeter ki aramayı bulmayı bilelim.
 
 
 
Çocuklarda sanat eğitiminin çok hassaslık gerektirdiğine dair yorumlarınızı okumuştum.
 
Sanatçı kimliğinizin yanında eğitimci yanınızı da göz önüne alarak sanat eğitimi hakkındaki fikirlerinizi sormak istiyorum. Çocuk ve gençlerin sanat eğitimi sizce nasıl olmalıdır?
 
G.İ: Sanat eğitimi çok hassas bir konu. Gerekliliği hususunda her zaman ikilemler yaşanmaktadır. Sanat eğitimi almış ve sanat eğitimi veren bir sanatçı olarak bu sorunuzun cevabını verebileceğimi düşünüyorum. Sanat eğitimi konusunda çok ciddi yanlışlar yapılmakta. Sanat eğitimi aslında içsel bir yolculuktur. Sanat eğitimi ile kişi kendini keşfeder. Sanat eğitimcisi keşfettiren, yol gösteren olmalıdır. Bu yolculukta sadece bir rehbere ihtiyaç vardır. Eğer eğitimci öğrenciye kendi doğrularını dayatırsa bu ciddi bir zaman ve özgüven kaybına neden olur. Başkasının izinden yürümekten öteye gidemez. Özellikle çocuklara sanat eğitimini çok riskli buluyorum. Bunu bilinçli bir eğitimciden almazsa bırakın üretmeyi sanattan dahi soğuyabilir. Yani çocuğun yanlış bir sanat eğitimi almaktansa almaması daha iyidir. Çevremize baktığımızda sanat eğitimi zanaat eğitimi gibi algılanıyor. Hâlbuki teknik öğretimi sanat eğitimi değildir. Esas mevzu tekniği öğrendikten sonra başlıyor. Öğrendiğiniz teknikleri kullanarak sanat adına ne söyleyeceğiniz esas mevzudur. Bilinçli eğitimci her bireyin parmak izi kadar farklı bakış açısına sahip olduğunu bilir ve kendi farkını kişinin fark etmesini sağlar.
 
 
 
Sizi etkileyebilecek sanat eserleri ya da sanatçıları merak ediyoruz. Nasıl eserlerden haz duyarsınız?
 
G.İ:Sanatta sadece öncü ve özgün sanatçılara hayranlık duyuyorum. Yaratıcılık, farklı bakış açısı, zekâ ve teknik ile bütünleşince ortaya sıra dışı ve vurucu bir şey çıkıyor. Beni şaşırtmayan hiçbir şey heyecan vermiyor. Sadece bakıp geçiyorum.
 
 
 
Toplumların gelişmişlik düzeyi ile sanat arasında nasıl bir ilişki var?
 
G.İ: Tamamen paraleldir. Sanata ve kültürel değerlere saygı duyan milletlere bakın hepsi gelişmiş uluslardır. Bilim ve sanata aynı oranda değer verirler. Sanata destek ve yatırım belli bir bilinç ve doygunluk gerektirir.
 
 
 
Özgün sanatınızla sanat dünyasında bir markasınız ve almış olduğunuz önemli ödülleriniz var. Dünya piyasasında ciddi anlamda yer edinmiş, önemli işlere imza atmış bir sanatçısınız. Eserlerinizin ünlü moda tasarımcısı Juan Carlos’a da ilham verdiğini ve eserlerinizden yola çıkarak bir koleksiyon hazırladığını biliyoruz. Çalışmalarınızın dünya sanat piyasasındaki yoğun ilgisini nasıl buluyorsunuz. Bunun nedenlerinin ne olduğunu düşünüyorsunuz?
 
G.İ: Yurt dışından aldığım tepkiler ve eserlerime gösterilen ilgi aldığım ödüller memnuniyet verici ama bu çok uzun soluklu bir süreç. Çok emek ve çaba var altında. Hep daha iyisini başarma azmi, heyecanı ve çabası var. Herhangi bir kurum ya da devlet desteği beklemeden tamamen günün olanakları ve şartlarıyla var gücünle üretmek, ürettiğin eserleri yurtdışı uluslararası fuarlarda önce ülken adına sonra sanatın adına sunmak… Sanatımda dünya ölçeğinde üretmek ve kabul görmek, çizgi yakalamak adına çabam uzun bir süre devam etti. Bıkmadan usanmadan. Eserlerim enteresan koleksiyonlara ulaştı ve çok değerli ödüller kazandı. Donald Trump dokuz eserimin basım çoğaltım hakkını almıştı mesela. Ya da 2011 de American Biyografi Center beni yılın kadını ödülüne layık gördü. Londra’da aldığım dünya birinciliği 95 ülke arasından 5000 den fazla sanatçı arasından farkedilerek geldi ve daha pek çok birincilik… Bu ödüller benim gittiğim yolun doğruluğunun onayı niteliğindeydi. Yapılacak daha çok şey var, ben bu gücü beynim ve bileğimde görüyorum. Amerika’da çalıştığım galeriler sanat piyasasında benim adıma eserlerimin gereken değeri bulması konusunda temsilini ve gereğini yapıyor. Benim üzerime düşen de sanatımla ülkemi her platformda temsil edebilmek için daha iyisini üretmek.
 
Okuyucularımız sizin resim yapma serüveninizi çok merak ediyor. Her serginizin bir öyküsü ve bizi içine alan sıra dışı ruhu var. Sanki upuzun bir hikâyenin enstantaneleri gibi duran resimleriniz için neler söylemek istersiniz.
 
G.İ:Üretmek, gerçek ben olduğum özgürlük alanım. Kimseyle paylaşamadığım en derin duyguların, özlem ve kaygıların dışa vurulduğu mahrem zaman. En sıradan algılanan gerçeklikler sanatçının belleğinde sıra dışı etkiler yaratıp başka biçimlere dönüşür. Ürettiğim eserler pek çok sanatçıya göre daha gizemli kalabilir. İfade dili özneldir, ama hepimizin boyun eğmek zorunda olduğu zaman olgusunu ve varoluş realitemizi farklı bağlamlarda irdelemekteyim. Kimi zaman bir Sümer Yaradılış destanı bazen de bir Yunan tanrıçası üzerinden söylüyorum mesajlarımı. “Organik Metastrata” sergimde “Sümer Yaradılış Destanı, Enuma Eliş” de yer alan Tanrıları kendi özgün tekniğimde yeniden resmederek onlara zamanda yolculuk yaptırdım ve zamanı tersine çevirdim. Kullandığım boya tekniğiyle, boyanın katıdan en sıvıya kadar hallerini kullanarak, beyaz tuval alanı üzerinde, zamanın durdurulamazlığı karşısında boyanın akışkanlığını kontrol altına alıp katmanlaştırarak zamana karşı güç elde etme, dondurma içgüdüsü yatmaktadır. Bu üslupla ürettiğim eserlerime “Organik Metastrata” adını verdim. Zamanı durdurma, kontrol altına alma ya da tersine çevirme… Gizli figüratif yapıda heykelsi formlara dönüşen biçimler katmanlaşarak kimlik bulmakta. Son sergimde de bereketin sembolü olan kadın toplumda ne kadar ikincil duruma itilmeye çalışılsa da bütün görkemi ile sesini duyuruyor. Sizin de vurguladığınız gibi tüm Gülten İmamoğlu eserleri çok uzun bir hikâyenin parçalarını oluşturan pazzle gibidir. Ben yaşadığım sürece hikaye sürer..
 
 
 
İstanbul Üniversitesi Güzel Sanatlar Bölümünde öğretim üyesi iken OMÜ Güzel Sanatlar Enstitüsü Müdürlüğüne başladınız. Hem sanatı öğretiyorsunuz, hem koordinesini sağlıyorsunuz hem de sanatınızı geliştiriyorsunuz. Nasıl başarıyorsunuz tüm bu işleri? Akademisyen kimliğinizin sanatçı kimliğinize ne gibi katkıları olduğunu düşünüyorsunuz?
 
G.İ: Aslında akademisyenlik ve sanatçı olmak çok farklı iki noktayı temsil ediyor. Akademisyenlik sanatı bir bilim olarak ele aldığı için kendi sanatımızı üretirken donandığınız bilgi ışığında dışarıdan bakan bir göz gibi sürekli kendinizi ve etrafınızda yapılanları irdeleme cesaretiniz, belki de şansınız oluyor. Sanatçı kimliğim her zaman akademisyen kimliğimin üstünde durmuştur. Çünkü gerçekten kendim olabildiğim, özgür kalabildiğim alan sanatımdır. Yine de genç sanatçı ve akademisyenleri yetiştirmenin verdiği haz, kendim olmaktan aldığım hazzı dengeliyor.
 
Hem akademisyen hem sanatçı hem idareci ve de anne olarak üstlendiğim tüm görevlerimde hep en iyisini yaparak ilerlemeye çalışıyorum. Zoru başarmaya odaklı bir karakterim var. Kendimi bildim bileli hep üreten, paylaşan, biriktiren tarafta yer aldım. Neredeyse normal insanın iki hatta üç misli çalıştığım dönemler oldu. Kendi emeğinin ve başarısının hazzını tatmış biri olarak çok mutluyum. Başka türlü başarı gelmiyor zaten.
 
 
 
Şunu çok merak ediyoruz, o kadar gençsiniz ki hangi ara profesör oldunuz?
 
Çok genç değilim aslında yaklaşık 32 yıllık bir sanat kariyerim var. İlköğretimden hemen sonra 12 yaş civarında başladı sanata ilgim. Sanatla uğraşan insanların şöyle bir ortak tarafı var; bu ses sanatçısı olsun, ressam olsun, heykeltıraş olsun ya da tiyatro sanatçısı olsun çok geç yaşlanıyorlar. Çünkü sanat insanın ruhunu besliyor. Aslına bakarsanız akademisyenlik yıpratıcı bir meslek, hiç kolay bir iş değil. Yüksek lisans yapıyorsunuz, doktorası var. Ben 4 yıl lisans, 4 yıl yüksek lisans ve 4 yıl da doktora yaptım.
 
 
 
Çerkes Karadağ, bir yazısında sizi içe dönük bir ressam olarak tanımlıyor. Bu açıdan bakacak olursak bilinmeyenin veya görülmeyenin sizdeki yansıması nedir?
 
Gİ.Çerkes, beni anlatan güzel bir yazı yazmıştı. Sanatçılar çok duygusal insanlar. Dışarıdan bakıldığı zaman çok normal herkes gibi görünseler de iç âlemlerinde çok hassas, duyarlı, zihninde fırtınalar barındıran, dış dünyadaki olumsuz olaylardan en fazla etkilenen insanlardır diyebiliriz. Ancak beni akademik tarafım çok dengeliyor. Sadece sanatçı olsam belki daha farklı yaşayabilirdim. Onun için bu sürekli içe dönüklük aslında sanatçının doğasında olan bir şey, sanatçı kendi ile hesaplaştığı sürece hissettiklerini üretime dönüştürebilir.
 
 
 
Akademik kariyerlerini Amerika’da yapan iki kızınız var onların sanata eğilimleri var mı? Bir eğitimci olarak onların eğitiminde nasıl bir yöntem izlediniz?
 
Gİ Ben mesleğimi çok seviyorum, tekrar dünyaya gelsem yine bu mesleği seçerim. O nedenle onları da tamamen özgür bıraktım. Onları tam donanımlı yetiştirmeye çalışıyorum, öncelikle güçlü olsunlar istiyorum. Çünkü kadınlar olarak işimizin zor bir toplumda yaşıyoruz. Gerçi dünya düzeninde kadının konumuyla ilgili her zaman bir sıkıntı var. Onun için bağımsız, güçlü, kendi ayakları üzerinde durabilen bireyler olsunlar, ondan sonra meslek olarak belki münhasır olabilir. Büyük kızım Ekonomi ve Finans okuyor küçük kızım ise Psikoloji. Yollarının mutlaka sanatla çakışacağını düşünüyorum, çünkü onlar sürekli bu ortamın içinde yetiştiler.        
 
 
 
Eserlerinizde diğer resim çalışmalarından farklı olarak renk işçiliği ve doku çalışması titizliği dikkat çekiyor. Çağdaş resim sanatında kendi resminizi nasıl bir yerde görüyorsunuz?
 
Gİ Soyut resimde en etkin silahınız renk ve biçimdir. Bu durum soyut resmi klasik müzikle aynı konuma taşır. Nasıl ki Chopin’i dinlerken size sözel manada verilen bir cümle kullanılmıyor ise soyut resimde de aynı durum söz konusudur. Bestede armoniler, tınılar notalar aracılığı ile elde edilen sesin değişik renk halleri söz konusudur. Her özgün sanatçı gibi benim de resimlerimin kendine özgü bir renk anlayışı ve tınısı bulunmakta. Yer yer kullandığım dokularla bu tınıları daha da güçlendirip, resmin derinliğini arttırıyorum. Çağdaş resim sanatı içerisinde kendime özgü kimliğim, renk ve biçim anlayışım ile Anadolu’nun ve doğduğum toprakların sesini Dünya’nın değişik ülkelerinde duyurmaya çalışıyorum. Objektif platformlarda alınan tepkileri önemli buluyorum. Aldığım tepkiler ve ödüller motive edici, sanatımın sıra dışılığı ve özgünlüğü yönünde. Bu da beni daha çok motive ediyor.
 
İnsanda bir sanat eseridir. İçine sevgi, emek, erdem, merhamet konulursa bu sanat eseri (insan) daha da değerlenir. Siz sanatınızı ne ile yoğuruyorsunuz?
 
Gİ Her birimiz hayatın bize biçtiği payeler ile yoğruluyoruz zaten. Her insan pür arı bir şekilde dünyaya geliyor ve hayat ona sunduklarıyla biçimlendirip var ediyor yada yok ediyor. Resimlerimde yer alan biçim ve renklerin gücünü kullanarak farklı anlamlara gönderme yapmaktayım. Sanatçı öncelikle coğrafyadan ve fiziki âlemin bütününden beslenir. Bazen de metafizik âlem daha etkilidir. Kullandığım her bir resimde beni ben yapan tüm değerler yansımaktadır. İnsan benim için çok değerli, doğanın ve zamanın Tanrısal bir gücü var ve insana karşı her zaman galip.
 
Sizce iyi bir ressam olabilmenin olmazsa olmaz kuralları var mıdır?
 
Gİ Her şey ruhta bitiyor bence. Herkes tuval boyayabilir. Ama sanatçı ruha sahip olmak başka bir şeydir.Sanatçı duygusal ve hassas yapısı gereği dünyada olup biten her şeyden; savaşlardan, felaketlerden, hüzünden, aşktan, acıdan, korku, kaygı ve umuttan sürekli beslenir ve tepki verir.
 
Nişantaşı’nda yaşıyorsunuz bize biraz da günlük hayatınızdan bahseder misiniz?
 
Gİ Bir sanatçı olarak bu bölgede yaşamanın şans olduğuna inanıyorum. Çünkü Nişantaşı önemli sanat aktivitelerinin merkezi konumunda bir bölge. Böyle olunca siz de aktivitelerin merkezinde oluyorsunuz. Sanatseverlerin kolay ulaşabilir olması da ayrıca bir kolaylık. Ancak sanıldığı kadar da kolay ulaşılır olmamak daha iyi.Zaman zaman sınırlıda olsa yerli ve yabancı konuklarımı, sanatçı dostlarımı ağırladığım bir mekana dönüşebiliyor.Resim ürettiğim dönemlerde hayattan kopmak gerekiyor. Bunu da sık sık yapıyorum zaten.
 
Bu güzel sohbet için teşekkürler ediyorum.
 
 
 
Nazan Şara Şatana
 
 
 
 
Toplam blog
: 1731
: 4678
Kayıt tarihi
: 09.12.10
 
 

Turizmci; Genel müdür Yazar ; Romanlar, senaryolar müzikkaller... Sinema filmleri, TV filmleri.....