Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Temmuz '09

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Protesto ile hakaret arasında bir fark olmamalı mı?

Protesto ile hakaret arasında bir fark olmamalı mı?
 

Saygı ve sevgi, bizi birbirimize bağlayan en güçlü harçtır. Ana babayla evlât arasındaki kutsal bağın temelinde yatan da bu iki duygudur, eşleri birbirine bağlayan, arkadaşlıkları pekiştiren, toplumu toplum yapan da...

Görünmez bir elin hizaya sokması gibi, herkes bu iki duyguya sahip olduğunda, yerini, sırasını, hakkını, vazifesini, kısaca ne yapıp ne yapmayacağını bilir.

Dinler, ahlâk kuralları, hatta yasalar, aslında insanları bu iki sıcak ve samimi görünmez zabıtanın denetimine sokmak için çalışır. bu başarıldığı an polise, jandarmaya, mahkemeye, hakime, hapishaneye de ihtiyacımız kalmaz.

Dışarıdan bakıldığında zor ve angarya gibi görünen işler bile, severek ve saygı duyarak yapıldığında, bizi hiç yormaz, üzmez, tam tersine içten içe mutlu eder, huzur verir.

Başkalarına gösterdiğimiz sevgi ve saygının aynı şekilde bize de yansımasını isteriz... Öyle olduğu sürece zaten problem yoktur. Ama aksi davranışlar bizi üzer de üzer... Çünkü sevgiye ve saygıya dayalı bir anlayışın, yerine getirilmemesi durumunda uygulanabilecek herhangi bir müeyyide yoktur.

İnsanların birbirine karşı olan davranışlarında bu iki manevî kuralın işlerlik kazanması çok şeyi halleder. Kazara ayağınıza basan birine "öküz" diye çıkışmayı düşündüğünüz an, onun size dönerek gerçekten mahcup olmuş bir tavırla "afedersiniz, özür dilerim" demesi, hiç farkında olmadan size "önemli değil" dedirtir.

Az önce öfke seline kapılmak üzereyken saniyeler sonra "önemli değil" diyebilmek, az şey mi?

Birbirimizle konuşurken, tartışırken de sevgi ve saygı sınırlarını zorlamazsak, hem kendimizi daha iyi anlatabiliriz, hem başkalarını daha iyi anlayabiliriz. Zaten "insan" olanın karşısındakine bağırmadan, çağırmadan, hele hele hiç hakaret etmeden sakin bir şekilde düşüncelerini anlatması kadar doğal ne olabilir?

Dinlediğimizde ille de kendi fikrimizden vazgeçeceğiz ve bize söylenenlere inanacağız diye bir kural da yok. Aynı sükûnetle biz de karşı fikirlerimizi aktarıp, bir fikir alışverişinde bulunmuş olabiliriz değil mi?

Buna benzer yazıları çoğu arkadaşımız burada yazmış olmasına rağmen, Blog yazarları arasında da bazen hiç de hoş olmayan atışmalar, ne yazık ki hakarete varan sataşmalar hep oluyor.

*****

Bizim toplumumuz tepkisini nasıl göstereceğini tam olarak bilemiyor diye düşünüyorum. Kavramları da birbirine karıştırıyoruz bazen ve demokratlığı savunurken bile demakrosiye ters düşen şeyler söyleyebiliyoruz ve yapabiliyoruz.

Cumhurbaşkanımızı protesto eden İzmirli Sinem gündemin ilk sıralarında yerini aldı biliyorsunuz. Kimileri bunu demokratik bir hak olarak yorumladılar, kimileri Sinem'in konuşturulmamasını tenkit ettiler.

(Bu arada bir vatandaşın hem de bir hanımın ağzının erkek bir polis tarafından kapatılmış olmasını gerçekten kabullenemiyorum. Tabii ki sayın cumhurbaşkanının böyle bir emri olduğunu da düşünmüyorum)

Daha sonra sayın cumhurbaşkanının Sinem'i çağırtıp kendisiyle ilgilenmesi bazı medya organlarında haber olmadı. hatta bazıları bunu olumsuz bir gelişme olarak bile değerlendirdiler, Sinem'e kızdılar, yumuşadığını, dik duramadığını söylediler.

Ne yapmalıydı peki Sinem? Cumhurbaşkanının huzuruna çıktığında da hakaretlerine devam mı etmeliydi?

Evet, ben Sinem'in tavrını "hakaret" olarak kabul ediyorum. Yukarıda bahsettiğim çerçevede sevgi ve saygı kurallarıyla uzaktan yakından ilgisi olmayan, kişiye ve makama hakaret anlamı taşıyan bir davranış olarak değerlendiriyorum.

Demokrasilerde herkes fikrini söyleyebilir, düşüncesini ifade edebilir. Ama bu ifadenin de bir biçimi, bir yolu vardır değil mi?

Her vatandaş gerekirse cumhurbaşkanına derdini anlatabilir, yanlış bulduğu bir şeyi de söyleyebilir.

"Bu insanlar sizi niye alkışlıyorlar anlıyamıyorum" diyerek başkalarının tavrına da ipotek koyan Sinem hanım, işsizliğin sebebi olarak acaba cumhurbaşkanını mı görüyor?

İcranın başı bilindiği gibi başbakandır. Cumhurbaşkanının doğrudan bu konuda sorumluluğu yoktur. Buna rağmen kişisel bir durum açıklanacak ve iş istenecekse bu da –en azından sokakta kendinizden yaşlı bir insana gösterdiğiniz– saygı kuralları çerçevesinde anlatılır.

Resimde de görüldüğü gibi Sinem hanım, öfkesini el kol hareketleriyle destekleyen saygısız bir tavır içine girmiştir.

Sayın cumhurbaşkanının kendisini kabul etmesi, iş bulmaya çalışması ve bu konuyla ilgili bir şikâyeti olmaması ayrı bir konu... Biz toplum olarak bir cumhurbaşkanıyla nasıl konuşullacağını bilmeli, bu kurallara aykırı hareket edenleri de "nasıl olsa bizim benimsemediğimiz bir cumhurbaşkanına hakaret ediyor" mantığıyla kabullenmemeliyiz.

Aksi takdirde benzeri sahneleri sık sık yaşamak zorunda kalabiliriz ki bunun bize kazandırabileceği bir fayda yoktur.

Abdullah Gül Türkiye'nin 11. cumhurbaşkanıdır. Bugüne kadar gelip geçen cumhurbaşkanlarını benimsemeyen, sevmeyen hiç olmamış mıdır? Ama kimse çıkıp da böyle bir saygısızlık yapmaya kalkışmamıştır.

Daha 3-5 sene önce sayın Ahmet Necdet Sezer'in Anayasa kitabını başbakana fırlatmasıyla bir gecede ülkemizde yaşanann kriz faciasını ne çabuk unuttuk? Kimse sayın Sezer'e "buna sen sebep oldun" demek için önüne çıkıp, yolunu kesmiş midir?

Kurallar herkes için lazım olan, faydası herkese dokunan temel taşlardır. Bugün bizi ilglendirmiyor diye onların yıpranmasına izin veremeyiz, vermemeliyiz.

İki arkadaş, iki komşu arasında bile taşkınlık seviyesinde bir tepkiyi normal karşılamamız mümkün değilken, bir cumhurbaşkanına karşı böyle basit davranışlar içine girilmesini kendi adıma doğru bulmuyorum.

Bu hareketi, saygı ve sevgi kuralları çerçevesinde, herkesin bir kere daha gözden geçirip değerlendirmesinden yanayım.
 
Toplam blog
: 859
: 979
Kayıt tarihi
: 21.06.06
 
 

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, ekonomik..