Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Kasım '08

 
Kategori
Ruh Sağlığı
 

Psikoloğa ihtiyacım yok

Psikoloğa ihtiyacım yok
 

bu mudur? Budur:))


Ruh sağlığımla ilgili sağlıklı bir fikre sahip olup olmadığım konusunda sağlıklı düşünen bir kafaya sahip değilim gibi bu aralar. Her şey tek bir güne bakıyor ne yazık ki, ya da ben öyle zannediyorum. Sorunlarım, hayata bakışım, kişiliğimdeki yerine oturmamış pürüzler, beni yaşama sanatında başarılı olmadığım yönünde düşündürten olaylar ve kişiler, her sabah bir gereksiz yaratık olarak yatağımdan doğrulduğumda Kafka'nın kabuklu devasa böceğine bu sabah da dönüşmemiş olduğumu fark etmem, evde yalnız olmam, "yalnız kahvaltılar" yapmam, abidik gubidik sabah ve kadın programlarına konu olan hayatlardan bile daha anlamsız olan kendi hayatıma rağmen o programları yine de her şeye rağmen zaping yapmam... Bütün bunlar sadece bir günde, üstelik bir buçuk yıldır beklediğim bir günde aniden uçu mu verecek? Bilmiyorum. Kuvvetle muhtemel değişen bir şeyler olsa da değişen ben olmayacağım o gün de. Fakat yine de bu gece uyuyamamamın sebebi ve bundan önceki bir çok gece de o gündür.

Üniversitede, ev arkadaşım bir psikoloğa gidiyordu. Bunu ilk öğrendiğimizde ona sanki bizden biri değilmiş gibi uzun uzun baktığımı hatırlıyorum, zavallı kız kim bilir o bakışlardan nasıl da rahatsız olmuştu. Sonraki günlerde sabah kahvaltılarındaki ortak sohbet konumuzun başkahramanı o arkadaş oldu hep. Fakat sohbet genelde soru- cevap biçiminde akardı, biz sorardık o arkadaş da elinde ekmeği eğe büke, kırıntılıya ancak üçüncü veyahut dördüncü soruya verdiği yanıttan sonra ağzına götürebilirdi, ki zaten kullandığı ilaçların ve bitkisel çayların etkisiyle hareketlerinde gözle görülür bir ağırlaşma söz konusuydu, yani vicdan şimdi diyor ki; yoookkk canımmmm o zaten yavaş yiyiyordu o aralar, sorularımızla alakası yoktu.

Her bir saatlik seans için Uşak'tan annesi geliyor ve psikoloğa 200 ytl ödüyorlardı. Bu meblaa, beni o kıza her baktığımda şunları düşünmeme sebep oluyordu: Derdin ne senin? O parayı ailen yerde mi buluyor? Baban imam değil miydi senin? Annene yazık değil mi, ki kadın zaten cilt hastası, o kadar yol gelip gidiyor senin peşinde, vallahi benim anam kılını kıpırdatmaz, üstüne ben psikolog lafı etsem sülalede adım çıkar, recebin deli kızı diye...

Bu düşüncelerle birlikte onun psikolağa gidişi işimize geliyordu, hem merakımızı gideriyordu bu konuda hem de evde daha rahat oluyorduk o yokken ( yani evden dışarda oluyorduk:) )

Psikoloğu ona, daha ilk seansta çok zor bir danışan olduğunu söylemiş, özellikle yaptıkları kendini anlatma ile alakalı bir takım testlerde kadını bir hayli zorlamış, söylediğine göre bizim kız odadan çıkarken kadın başını avuçları arasına alıp sıkıştırmış, yani şiddetli baş ağrısı çekmeye başlamış. Her neyse bana psikoloğun dediği bir şeyi yaparken ne kadar zorlandığını anlatmıştı:

Kadın ona gözlerini kapatıp kendini çok güzel bir günde, pırıl pırıl bir havada, tupturuncu bir güneşle, beyaz bir elbise içinde hayal etmesini istemiş. Fakat uzun bir süre denemesine rağmen kendini bir türlü öyle hayal edemiyormuş. Sonunda kadın ona adım adım hayal etmesi konusunda yardımcı olmuş, önce güneşi hayal ettirmeye çalışmış ve benim arkadaş o güneşi bile on dakikada falan anca hayal edebilmiş. Sonra yavaş yavaş gerisi gelmiş.

Ona, neden bir güneş hayal edemediğini sordum, bana bilmiyorum dedi, "O güneş benim yarattığım güneş olacak diye düşündüm sanırım, yani gökteki hergün gördüğüm güneşten farklı olmalı diye düşündüm" dedi.

İşe yaradı mı dedim, yani merak ettiğim insanın o yapay hayal altında kendini nasıl hissetiğiydi. Evet dedi, çok işe yaramış.

İşte dün gece çok zor bir gece geçirdim. Ve aklıma o yapay hayal geldi. Ben de kendimi Antalya'nın pırıl pırıl sabah güneşinin berraklaştırdığı denizimizde yüzerken hayal ettim, mutlu olduğumu, sabah güneşinin gözlerimi kamaştırdığını ve sırtüstü yüzerken ellerimle yüzüme elmas su damlacıkları attığımı ( çocukken hep böyle yüzerdim, sırtüstü ve ellerimi bir kürek gibi kullanıp, arada da yüzüme bilinçli sular çarptırarak. ) hayal ettim. İşe yarıyor, garip bir şekilde işe yarıyor, kendimi bir kaç dakika içinde çok huzurlu hissetmeye başlamıştım.

Bu sabah yine aynı başladı hayat, o günü bekleyerek, ve az önce kendimi iyi hissetmenin bir diğer yolunu denedim ( bunu uzun yıllardır keşfetmiştim ).

Google görsellere "çocuk fotoğrafları" yazdım, bir sürü gülen, ağlayan, komiklik yapan, harika bebekler çıktı karşıma. İyileştim:)) Onların fotoğrafları bile bana yaşama sevinci enjekte etti, kendimi şöyle sesler çıkarırken yakaladım ve bu yazıyı yazmaya karar verdim: Agucuuuuuuuu, yavyuuuuuu, amayn da sen ne şirinşin bebişimmm, ay ben şeni yirim yaa yirimmmm, bebişşşleyyyy, şiz ne güşel şeylerşiniiş yaaaa......

Bir parkta huzuru yakalar kalbim çoğu zaman, aniden köşeyi dönünce pusetin içinde bana tüm gücüyle gülümseyen bir bebek görünce yaşadığımı hissederim, bebekler ağlasa boğazım düğümlenir, hastalığa lanet ederim onları hasta görünce, bir bebek gülümsemesi kadar masum bir sahne hatırlamıyor gözlerim ve ruhumu tedavi etmeye çalışırken bugün, onlara da bir şeyler borçluyum.

Bir tane de sizin için seçtim, yazımı okurken o resme de dikkatle bakın, ben bugün çok çok pek çok baktım ona:))

 
Toplam blog
: 30
: 1362
Kayıt tarihi
: 19.07.08
 
 

Antalya'da yaşıyorum, bir dönem İzmir'de de bulundum, iyi ki bulundum. Türk Dili ve Edebiyatı mezunu..